Tolstoy, İtiraflarım adlı eserinde nakleder:
“Çölde bir yolcuya vahşi bir hayvan saldırır. Seyyah, vahşi hayvandan kurtulmak için koşmaya başlar. Korkudan kendisini susuz bir kuyuya atar. Kuyunun kenarında taşlar arasından fışkıran dallara can havli ile tutunur. Tam o esnada kuyunun dibinde ağzını açmış, kendisini bekleyen dev bir ejderha görür. Kolları vücudunu taşıyamaz, yorulmaya başlar, daha fazla dayanamayıp aşağı düşeceğini anlar. O sırada siyah ve beyaz iki farenin asılı kaldığı dalı biteviye kemirdiğini fark eder. Dalın bir süre sonra kopacağını düşünür. Çaresizlik içerisinde sağa sola bakarken dalın yapraklarından damlayan bal dikkatini çeker. Dilini uzatır ve balı yalamaya başlar.”
Tolstoy’un hikâyeye yaklaşımı ve çıkardığı ders manidardır:
“İşte benim hâlim de aynı bu yolcunun durumu gibidir. Ölüm ejderhası beni beklerken, ölümden kurtuluşumun olmadığını bildiğim hâlde ümitle hayatın dallarına sarılıyorum. Ama bu azaba niçin düştüğümü bir türlü anlayamıyorum. O güne kadar ağzımı tatlandıran balı yiyorum, fakat o leziz yiyecek artık bana hiç lezzet vermiyor. Yukarıda vahşi hayvan, aşağıda ejderha, sürekli tutunduğum dalı kemiren farelerden bir an olsun gözümü ayıramıyorum. Üstelik bu masal değil hayatın ta kendisi. Bu aksinin ispatlanamayacağı herkesin algılayabileceği bir gerçektir.”[1]
Dünya edebiyatına nadide eserler kazandıran Tolstoy (1828–1910), hâlet-i ruhiyesini, hikmetâmiz ve etkileyici bu güzel hikâye ile tasvir eder. Üstad Bediüzzaman’ın anlattığı, Suhuf-u İbrahim’de aslı bulunan[2] hikâyeyi[3] Tolstoy, Arap kaynaklarından iktibas eder ve öykünün kahramanı ile kendisini aynîleştirir. Tolstoy’un anlattığı mesel, farkında olsak da olmasak da aslında can taşıyan her faninin dünya hâlinden başka bir şey değildir. Onun, dünyanın bir gölge misali fani olduğunu derinden idrak etmesi ve her an ölüme bir adım daha yaklaştığını hissetmesi, kim bilir, belki de ta küçük yaşlarından itibaren yaşadığı hadiselerdendir.
Tolstoy varlıklı ve kültürlü bir ailede dünyaya gelir; iki yaşındayken annesini kaybeder. Annesinin yüzünü hatırlayamayan Tolstoy, onu muhayyilesinde mitolojik bir varlığa dönüştürür. Üzüntülü hâllerini hayalinde canlandırdığı annesi ile paylaşır, içini ona döker. Her yerde annesinin hayaliyle gezer, teselli bulur.[4] Dokuz yaşına geldiğinde de babası vefat eder, yakınları tarafından büyütülür.[5]
Eğitimini yakınları üzerine alır. 16 yaşında Kazan Üniversitesi, Şarkiyat Fakültesi Arap-Türk Edebiyatı Bölümüne kaydolur. Genç Tolstoy’u üniversiteye meşhur Türkolog Aleksandr Kazanbek hazırlar; ona Tatarca dersleri verir. Kazanbek, genç Tolstoy’un dil öğrenme kabiliyetine hayran kalır. Tolstoy, Almanca, İngilizce, Fransızcanın yanında Latince, Yunanca, Tatarca, İbranice ve Türkçe öğrenir.[6] Fakat Üniversiteye bir türlü intibak sağlayamaz. Üniversitenin, bağımsız çalışmasına ket vurduğunu düşünür; bir türlü resmi eğitime adapte olamaz. Prosedürler onu üniversiteden soğutur ve eğitimini yarıda bırakır.[7] Daha sonra Hukuk Fakültesinde de istikrar gösteremez ve oradan da ayrılır. Ağabeyinin tesiri ile orduya katılır, Kırım Savaşında subay rütbesiyle vazife alır. Orduda da uzun soluklu kalamayan Tolstoy, Petersburg’a döner.[8] Bahsedilen dönemde Kırım ve Kafkaslarda bulunur, bu coğrafyadaki halkları yakından tanır, birçok eser kaleme alır.
Genç Tolstoy, üniversite eğitimini yarıda bıraktıktan sonra babasından miras kalan çiftliğin başına geçer, çiftliği başarı ile idare eder. Aynı zamanda kendisini edebiyata verir. Bahsedilen dönemde dünyanın en uzun romanlarından Savaş ve Barış’ı, yaklaşık yedi yılda tamamlar. Romanda soylu bir ailenin hikâyesi yanında, Rus içtimaî yapısını ve Napolyon’a karşı halkının verdiği mücadeleyi etkili bir dille anlatır. Eserde köylülerle birlikte soyluları, askerlerle beraber subayları, Çar ile Fransız imparatorunun mücadelesini, köy ve şehir hayatını geniş bir panorama içerisinde başarı ile sunar.[9] Ailede kadın ve erkek arasındaki münasebetin doğru kurulmaması durumunda toplumda düzenin bozulacağının vurgulandığı eseri Anna Karenina’yı yazarken bunalıma girer, psikolojik sıkıntılar çeker. Yer yer intiharın eşiğine gelir.[10]
Tolstoy, bunalım döneminde İncil’e yönelir, Hazreti İsa (aleyhisselâm) öğretileri ile meşgul olur. Gençlik yıllarında bir türlü cevabını bulamadığı, “Ben kimim? Dünyaya niçin geldim?” soruları tekrar depreşir. Hristiyanlığı inceler, Kiliseyi ve bazı fikirlerini eleştirir. Diriliş romanı yayımlandıktan sonra eser dünyada büyük yankı uyandırır. Eserinde otokrasiyi eski ve köhne bir sistem olarak değerlendirir. Aynı zamanda Hazreti İsa’yı (aleyhisselâm) Tanrı olarak görmeyi ve ona tapmayı Hristiyan temel prensiplerine aykırı bir fikir olarak nitelendirir. Bunun üzerine 1900 yılında Kilise tarafından aforoz edilir. Aday gösterilmesine rağmen aforoz edilmesinden dolayı kendisine Nobel Edebiyat Ödülü verilmez.[11]
Avrupa’ya birçok defa seyahat eder. Yolculuklarını anlattığı eserleri eleştirilince edebiyattan ve yazmaktan soğusa da yazmaya devam eder. Bu dönemde kaleme aldığı eserlerde toplumdaki ahlakî problemlere temas eder, maddeci toplumların insanın ahlakı üzerindeki menfi tesirini ele aldığı eseri ile dikkatleri üzerine çeker. Memleketinde açtığı okulda köylü çocuklarını devrin şartlarına uygun modern eğitim metotları ile hayata hazırlar.[12]
Tolstoy hayatının farklı dönemlerinde Müslümanlarla temas hâlindedir. Orduda vazife yaptığı yıllarda Kafkas Müslümanlarını yakından tanır. Şeyh Şamil’in mücadelesini, naibi Hacı Murat’ın şahsında ele alır ve anlatır.
Tolstoy, 93 harbinde Ruslara esir düşen Türk askerlerinin Tula’ya getirildiğini öğrenir. Çocuklarına Türk askerlerini göstermek için askerlerin tutuklu bulunduğu kampı ziyaret eder. Esir askerlere sigara ve para verir, kendileriyle sohbet eder. Askerlerin çantalarında Kur’ân-ı Kerim görünce çok etkilenir. Ziyaret dönüşünde “Ne hoş, görkemli yiğitler!” deyince Türk askerlerini Rus askerlerinin katili olarak gören çocukları, babalarının bu tavrı karşısında şaşırırlar.[13]
Bu dönemde de Müslüman ve Hristiyanlar aynı coğrafyayı paylaşırlar ve iç içedirler. Azerbaycan kökenli General İbrahim Ağa ile evli olan Rus asıllı Yelena Velikova, Tolstoy ile mektuplaşır. Bir aydın olarak Tolstoy’dan kendisine yol göstermesini talep eder. Vekilova mektubunda kendisini tanıttıktan sonra çağdaşı ve aksakal olarak gördüğü Tolstoy’a üç çocuğunun olduğunu, kimliklerine hangi dini yazmalarını tavsiye edeceğini sorar. Diğer bir mektubunda da çocuklarına telkin edecekleri dinde karar kılamadıklarını, tereddüt içinde olduklarını bildirir ve kendisinden bu konuda yardım ister. Tolstoy, Vekilova’nın mektuplarına uzun uzun cevap verir. Mektubunda, “Hristiyan öğretisini her şeyden üstün tutan ve kabul eden birisi olarak, bunu söylemek garip de olsa, İslamiyet’in şüphe götürmez bir mükemmelliğe sahip olduğu aşikârdır. İslamiyet, Hristiyanlıktan altı yüz yıl sonra insanların ihtiyaçlarına cevap verecek donanımda gelmiştir.” der. Vekilova’nın oğlu Fariz, tarihî mektupların orijinallerini 1978 yılında Moskova’da Lev Tolstoy adına açılan müzeye verir.[14]
Tolstoy, 1860 yılında Yasnaya Polyana dergisinin ekim sayısında Efendimizin (aleyhissalâtü vesselâm) hadislerinin derlendiği Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm) adlı bir kitapçık yayımlar; kitapçığa önsöz ve izah yazar. Eser, Tolstoy’un direktifleri doğrultusunda kız kardeşi tarafından derlenir. Kitabın amacı köy çocuklarına diğer milletlerin inançları ve kültürleri hakkında malumat vermektir. Kitapçıkta Efendimizin (aleyhissalâtü vesselâm) hayatı hakkında bilgiler verilir.[15] Bahsedilen esere, Peygamberimizin (aleyhissalâtü vesselâm) yardımlaşma, kul hakkı, kardeşlik, toplum düzeni ve insan emeği gibi konularda irat buyurduğu hadisler seçilmiştir.
Tolstoy’un sanatı ve renkli kişiliği kadar onun sürekli arayış içerisinde olması ve yaratılış gayesini sorgulaması da dikkat çekicidir. Bir eserinde dünya yolculuğuna çıkan insanın hâlini kendisine has metaforlarla ve yazarlık refleksi ile tasvir eder. O, dünya denizinde yönünü kaybeden, hakikate gönlü bağlı olanların, çoğu zaman başkalarının da yolunu sapıtmasına sebep olabileceğini, hurafelerin, yanlış inanç ve geleneklerin insanı hakikatlerden uzaklaştırmasına vurgu yapar. Vasfettiği çetrefilli ve zorlu dünya yolculuğunda güzel olan ise dünya fikir denizinde, dev dalgaların arasından kurtulup sahil-i selamete ermesidir. İtiraflarım dediği ve eserinin son kısmında kendisine has anlatı ile ele aldığı ve tasvir ettiği hâl, aslında, tefekkür ve izan sahibi her insanın ulaşabileceği; akıl, vicdan ve hissin el ele vermesiyle saadetin kapılarını aralayacak mahiyette harikulade tespitlerdir:
“Ne zamandı bilmiyorum, beni bir sahilde kayığa oturttular ve karşı sahile yönelttiler, kürekleri elime verip tek başıma bıraktılar. Şiddetli akıntıda meçhule doğru sürükleniyordum. Gemilerdeki yolculara bakarken yönümü kaybettim. Yolcular bana başka çıkış yolu yok, diye sesleniyorlardı. Akıntıya kapıldım, sürüklendim. Parçalanmış kayıklar gördüm, dehşetle irkildim. Kurtuluş yolu göremiyordum. Geri döndüm, akıntıya karşı kürek çektim. Sonunda hakikate erdim: Sahil Allah, yön gelenek, kürekler ise bana bahşedilen özgürlük ve irade idi. Aslında bütün bunlar bana, sahil-i selamete ereyim, Allah’a kavuşayım, halas bulayım diye verilmişti. Ne yazık ki geç fark ettim.”[16]
Yazar, hayatının son döneminde ailesi ile fikir ayrılığına düşer. Ailedeki geçimsizliğin sebebi, topraklarının tamamını fakir halka dağıtmak istemesindendir. Bu konuda ailesini ikna edemez. Onların ısrarı karşısında topraklarını yasal mirasçılara bırakır. Ölmeden öce bütün kitaplarının kamuya bağışlanmasını, şatafatlı cenaze merasimi yapılmamasını, basit bir tahta tabutla, sade bir mezara defnedilmesini vasiyet eder.[17] Yakın bir dostuna, “Ben bu evde ölmeyeceğim.” diyen Tolstoy, 1910 yılında doktoru ile birlikte gizlice, yayımladığı dergiyle aynı ismi taşıyan evi Yasnaya Polyana’yı terk eder. Seyahati sırasında daha sonra Lev Tolstoy adı verilen Astopova istasyonunda zatürreden vefat eder. Ölümü sevenlerini yasa boğar.[18]
Netice
Tolstoy bir ömür boyu birbirinden güzel edebî eserler kaleme alır. Babasından büyük bir miras kalmasına ve güzide eserleriyle edebiyat dünyasında göz kamaştırıcı prestij kazanmasına rağmen, ne yazık ki aradığı huzuru bir türlü bulamaz. İtiraflarını kaleme aldığı eserinde Hristiyanların ve farklı inançtaki insanların hayatlarının kendi hayatından farklı olmadığına, onların davranışlarının kendisini cezbedecek temsilden mahrum olmasına vurgu yapar. Diğer taraftan yazar fen bilimlerinin insanın yaratılış gayesini çözemeyeceğini, ancak kendi alanı ile ilgili bazı meselelere aydınlık getirebileceğini ve bu minvalde kaideler ortaya koyabileceğini belirtirken felsefenin de insanı buhranların anaforundan kurtaramayacağını söyler. Bahsedilen alanlarda suallerine cevap bulamayan Tolstoy, Kiliseyi eleştirmesine ve din adamlarının birçok fikrine katılmamasına rağmen, kurtuluşun ve huzurun adresini Hazreti İsa’nın (aleyhisselâm) tebliğ ettiği vahyin gölgesinde bulur ve oraya sığınır.
Dipnotlar
[1] Lev Tolstoy, İtiraflarım, çev. İpek Söylemez, İstanbul: Karbon Kitaplar, 2017, s. 10.
[2] Mücahit Bilici, “Kuyudaki Adam: Tolstoy, Bediüzzaman ve Buda”, www.risalehaber.com/kuyudaki-adam-tolstoy-bediuzzaman-ve-buda-16108yy.htm
[3] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 35 ve 845.
[4] Henri Troyat, Lev Tolstoy, çev. Z. Canan Özatalay, Işık Ergüden, İstanbul: İletişim, 2010, s. 27.
[5] www.culture.ru/persons/8211/lev-tolstoy
[6] Russkiye pisateli XIX veka biobibliografiçeskiy slovar, 1996, s. 304.
[7] licey.net/ biografiya_pisatelya_ln_tolstogo.html
[8] “Lev Tolstoy”, tr.wikipedia.org/wiki/Lev_Tolstoy#Hayat%C4%B1
[9] Ludmila Smanbekova, “Tolstoy’un Ahlak Anlayışı”, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Felsefe Anabilim Dalı, 2002, s. 2.
[10] Ayla Kaşoğlu, “L. N. Tolstoy’un ‘Diriliş’ ve R. N. Güntekin’in ‘Dudaktan Kalbe’ Romanlarının Karşılaştırılması”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Batı Dilleri ve Edebiyatları Ana Bilim Dalı, Rus Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı, 1996, s. 23–24.
[11] Gülcan İnalcık, “Tolstoy’un Romanlarında Kadın Karakterler ve Kadın Sorunsalı”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Rus Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, 2012, s. 22–23.
[12] Ludmila Smanbekova, a.g.e., s. 2.
[13] “Tolstoy Müslüman oldu mu? Neden Türkiye’ye gelmek istedi? Kaynak: Tolstoy Müslüman oldu mu? Neden Türkiye’ye gelmek istedi?”, www.risalehaber.com/tolstoy-musluman-oldu-mu-neden-turkiyeye-gelmek-istedi-351729h.htm
[14] Lev Nikolayevic Tolstoy, Hz. Muhammed, çev. Arif Aslan, İstanbul: Karakutu Yayıncılık, 2005, s. 50–54.
[15] A. İ. Şifman, “Lev Nikolayeviç Tolstoy ve Türkiye: Türk Edebiyatına Etkisi”, Rusçadan Çev.: İlyas Üstünyer, Karadeniz Araştırmaları, 2021, XVIII/69: 221.
[16] Leo Tolstoy, Confession, çev. David Patterson, New York: W. W. Norton & Company, 1983, s. 75–76.
[17] Henri Troyat, a.g.e., s. 833.
[18] Gülcan İnalcık, a.g.e., s. 25–26.