Müziğin Fizyolojik Etkileri

Ses, titreşim yapan bir kaynağın, hava basıncında yaptığı dalgalanmalar ile yaratılan ve insanda işitme duyusunu uyaran fizikî bir hadisedir. Sesi vücudumuzdaki bazı kaslar, akciğerler, ses telleri gibi organlarımızın yardımı ile üretiriz. İnsanoğlu algılayabildiği sınırlı frekanslardaki (20 Hz–20 kHz) sesleri kullanarak konuşur.

Seslerin sanat haline getirilmesi ile keşfedilen müzik ise duygu, düşünce ve sembolleri tek ya da çok sesli olarak anlatma sanatı olarak tanımlanır. Bilim insanları müziğin her şart ve ortamda insan bedeninde olumlu veya olumsuz etkilerinin olduğunu, bedenimizin farklı müzik ve ses türlerine farklı tepkiler verdiğini tespit etmişlerdir. Bu etkinin mahiyeti, insanın duygu durumu, zaman ve mekân gibi parametrelere bağlı olarak değişebilir.

Müzikle tedavi, modern tıbbın müstakil bir uzmanlık alanıdır ve antik dönemden bu yana kullanılagelmiştir. İslam Medeniyetinde Sufiler zihnî ve nörolojik rahatsızlıkların tedavisinde müzikten istifade edilebileceğinden bahsetmiş, Fârâbî (870–950) ve İbn-i Sina (980–1037) gibi âlimler, müziğin tedavideki esaslarını belirlemişlerdir.

Bilim insanlarına göre müzik, hastalıkların tedavisinde etkili biçimde kullanılabileceği gibi, seçilecek uygun ritim, ses ve müzik türleri ile stres, yoğun kaygı gibi psikolojik problemlere karşı koruyucu olarak da kullanılabilir. Son yıllarda müziğin insanda psikolojik ve fizyolojik tesirleri üzerinde yapılmış çok sayıda çalışma mevcuttur.[1] Bu çalışmalara göre müzik, insan beynini anatomik olarak ölçülebilir seviyede etkilemektedir ki üretilen müzik eserlerinin bir toplumun kültür ve sanat anlayışını değiştirmesi bu şekilde açıklanmaktadır.[2]

Müzik, insanın duygu durumunun değişimine tesir eden serotonin, dopamin, adrenalin ve testosteron gibi hormonların seviyelerini değiştirerek solunum, kalb ritmi ve vücut ısısını düşürmeye, kan basıncı ve beyin kanlanmasını dengeleyerek derin seviyede gevşeme ve rahatlamaya ve hayat kalitesini yükseltmeye vesile olabilir.[3] Hastaların dikkatlerini başka bir sahaya çekerek kaygısını ve bulantıyı azaltır, uykusuzluğu hafifletir. Bu fonksiyonu ile son dönem kanser hastalarının hayat kalitesini artırmada önemli rol oynar.[4] Müziğin özellikle ağrı ve anksiyete üzerindeki müspet tesirleri çok belirgindir.

            Müzik Beynin Hangi Alanında Algılanır?

Bazı müzik terimlerinin ne anlama geldiğini bilmek bu konuyu anlayabilmemiz için önemlidir. Tını bir cismin titreşiminden çıkan sesi, farklı bir cismin aynı yükseklikte çıkan sesinden ayırt ettiren özelliktir. Ritim bir mısrada veya bir notada; vurgu, uzunluk veya ses özelliklerinin ve durakların belli biçimde tekrarlanmasından kaynaklanan ses uyumudur. Melodi ise belli bir kurala göre oluşturulan ses dizisidir.

Bahsedilen terimleri ifade eden seslerin beyinde algılandığı alanlar farklı, ancak birbirine yakındır. Bu alanlarda travma gibi hasara sebep olan durumlar, ilgili sesin algılanamaması veya ayırt edilememesine yol açabilir. Mesela sağ temporal bölgedeki işitme korteksi hasarında, hasta düzenli tempo tutamama durumundan muzdarip olurken beyincik ve bazal gangliyon hasarları, ritim algısında bozulma ve ritim üretememe ile sonuçlanabilir. Tınının algılanması işitme alanında, ritmin algılanması ise motor alanında olmaktadır. Beynimizin sol yarım küresinin (sol hemisfer) konuşma analizinde önem arz eden, zamana bağlı çözünürlüğü daha iyi iken, işleme hassasiyeti için önemli olan frekans çözünürlüğü sağ hemisferde daha iyidir.

Tınılar sağ işitme korteksini, müzik provası yapmak dorsolateral ve inferior frontal korteksi aktive eder. Melodiler beyinde soyut olarak temsil edilir ve duygusal melodiler beynimizin fronto-oksipital bölgesini aktifleştirir. Enstrüman ve hız değişimleri superior temporal kortekste algılanır. Müziği hayalimizde canlandırdığımızda sekonder işitme korteksimiz, sevilen bir müzik parçası dinlendiğinde de yine farklı bir duyu alanımız aktive olur.[5]

Temporal lob rahatsızlıklarında bazı kimselerin melodileri çalabilme, tanıyabilme, şarkı söyleme ve ritim takip edebilme gibi belli müzik kabiliyetlerinin kaybolabildiği bildirilmiştir. 20. yüzyılın önemli bestekârlarından Ravel, sol hemisferi etkileyen beyin felci geçirdikten sonra, müzik parçalarını dinleyebildiği hâlde beste çalışmaları yapamamıştır.

Gürültünün İnsan Fizyolojisine Tesirleri

Gürültü, insanlar üzerinde olumsuz etki gösteren, anlamsız ve hoşa gitmeyen seslerdir. Bazı insanların müzik olarak nitelendirdiği sesler, diğerleri için gürültü olarak algılanabilir ve rahatsızlık duyma eşiği, insandan insana değişir.

Gürültünün insan fizyolojisi üzerindeki tesirleri, etki süresi bakımından gürültünün kesilmesi ile ortadan kalkan kısa süreli etkiler ve saatler hatta günlerce sürebilen uzun süreli etkiler olarak ayrılır. Gürültü çoğu kimsede stres, kalb atışı, solunum hızı ve kan dolaşımı değişimleri, kas spazmları, irkilmeler ve uykusuzluk gibi kısa süreli tesirlere sebep olur. Bahsedilen bu yan etkiler, uyku esnasında daha şiddetli hissedilmekte, âni ve yüksek seslere otomatik tepkiler verilmektedir. Ayrıca gastrit, ülser, kolesterol yüksekliği, hipertansiyon ve migren rahatsızlıkları, gürültünün sık rastlanan uzun vadeli etkilerindendir. İnsanın gürültüye alıştığını düşündüğü durumlarda bile bahsi geçen yan tesirler önlenememektedir.[6]

Müzik intoksikasyonu olarak tanımlanan, aşırı yoğun ve yüksek sesli müziğe mârûz kalma durumunda, beyin elektrik aktivitesindeki alfa dalgalarının yüksekliğinde artış meydana gelmektedir. Fertler arası farklılık gösteren bu durumda toksik dozun bile bazı fertlerde normal kabul edilebildiği bildirilmiştir. Bu durum, müziğin şahıslar arasında farklı algılandığı ve işlendiği, fakat aynı kişide, karakter ve müzik algısının paralellik gösterdiği şeklinde açıklanmaktadır.

Müzikojenik Epilepsi

Günümüzde teknolojik gelişmeler her tür müziğe erişimimizi artırmıştır. Dinlenilen müziğin türü ve ses seviyesine göre bazı rahatsızlıkların tetiklenebildiğini gösteren çalışmalar bildirilmiştir. Epilepsi bu rahatsızlıkların en başında gelir. Gün ışığı veya 16–25 Hz aralığında yanıp sönen veya titreşen ışıklara mârûz kalmanın, epileptik nöbetleri tetikleyebildiği iyi bilinmektedir. Nöbet sırasında müzik dinletilen bazı hastaların, müzikten fayda görerek nöbetleri sonlanırken bazılarının nöbetleri şiddetlenmiştir.[7] Müziğin epileptik ataklar üzerindeki bu çift yönlü tesirinin sebebi henüz tam olarak anlaşılamamıştır.

Müzikojenik Epilepsi, ilk defa 1937 yılında tanımlanan, epileptik nöbetlerin müzikle tetiklendiği, nadir bir epilepsi formudur. Modern orkestraya büyük katkıları olan Fransız bestekâr Berlioz, müzikojenik nöbet hastasıdır. Bir milyon kişide bir görülen bu nöbetler, çoğu zaman müzik, bazen müzik formundaki uyaranları dinlemekle, oynamak, düşünmek veya müzik hayal etmekle ortaya çıkmaktadır. Hatta bazı hastaların nöbetlerinin, dinledikleri müzik türüne, enstrümana ve bestekâra göre tetiklenebildiği gösterilmiştir. Kilise çanları, La Marseillaise melodisi (Fransa’nın millî marşı), bazı ilahilerin, hatta kısık, boğuk veya metalik bir sesle söylenen bazı şarkıların, bu nöbetleri tetiklediği görülmüştür.[8] Uzmanlar, bu epilepsi türünün mekanizmasının anlaşılmasıyla müziğin tedavi edici tesirinin sınırlarının çizilebileceğini ifade etmektedir.

Müzik Farmakolojisi

Müzik terapisi alanında yapılan çalışmalarda müzikal farmakoloji olarak tanımlanan yöntem ile hastalık teşhis edildikten sonra, çeşitli müzik protokolleri, tablet benzeri cihazlara yüklenerek hastanın evine gönderilir. Hastanın tercihleri doğrultusunda dinlediği müzikler analiz edilerek aktif kısımlar elde edilir ve harmanlanıp dengeli tıbbî bileşiklere dönüştürülür. Bu tür tıbbî bileşiklerin sıkça kullanıldığı alanların başında psikosomatik bozukluklar, ağrı, anksiyete, depresyon, uykusuzluk ve belirli kalb aritmileri gelmektedir.[9]

Müzik terapisinin hamilelik dönemindeki tesirlerini araştıran çalışmalar, hamile bakımını yürüten hemşire ve ebelerin müziğin olumlu etkilerinden faydalanmalarının akılcı olacağını ifade etmektedir. Preeklampsili hamilelerde müzik, kan basıncını düşürerek fetüs hareketlerini ve kalb atımlarını normal seviyelerde tutmaya yardımcı olur.[10]

Yeni doğan bebekler, özellikle prematüreler, stres ve ağrı algılarının azaltılması, işitme duyularının gelişmesi bakımından müzikten en ciddi istifade eden popülasyondur.[11] Kültürümüzde yaygın olan ağlayan veya uykuya dalmada sıkıntı yaşayan bebekleri sakinleştirmek için ezan ve ninnilerin söylenmesiyle istenen neticenin çoğu zaman hâsıl olması bu tezi desteklemektedir. Bebeğe isim koyarken kulağına ezan okunmasının, yeni doğan üzerinde ne tür etkilere vesile olduğu, ilgi çekici bir araştırma konusudur.

Japonya’da yapılan bir çalışma, hamile anneler gürültüye mârûz bırakıldıklarında, annenin gürültüye verdiği tepkinin bebek tarafından hissedildiğini, gürültünün düşük doğum ağırlıklı bebek görülme sıklığında artışa sebep olduğunu göstermiştir. İşitmenin önemli bir bileşeni olan insan kohleası, gebeliğin 24. haftasına kadar gelişmesini tamamlar ve 26. haftadan itibaren fetüs, ses uyaranlarına cevap verebilir. Gebeliğin 35. haftasından itibaren fetüs, 250–500 Hz frekansındaki sesleri, “ba” ve “bi” sesleri arasındaki ayrımı yapabilmektedir. Bu bilgiler, bebeklerin işitme algılarının, doğumdan önce önemli seviyede geliştiğini göstermektedir.[12]

Görüldüğü gibi, insanın müziğe ve sese ilgisi anne karnında başlamakta ve ölünceye kadar devam etmektedir. Ruh hâlimize uygun bir müzik eseri dinlerken farkında olmadan beyin dalgalarımız, kalb ritmimiz, nefes alışverişimiz ve hissi durumumuzla ritme ayak uydururuz. Her şahsın müziğe ve sese verdiği tepki farklıdır. Bu durum müziğin çift yönlü tesirinden kaynaklanmaktadır. İnsanların hoşnut olduğu veya olmadığı müzik çeşidi, dinlenen müziğin bedenimizde vesile olacağı tesirlere göre belirlenir. Bu netice, kısmen anatomik, fizyolojik ve psikolojik fonksiyonlarımızın temelinde, kişiye özel ortaya çıkar.

Konuşma sırasında beynin sol yarım küresinde bulunan Broca ve Wernicke alanları, zihnî olarak faaliyet gösteren kısımlardır. Bu alanların his ve heyecanları temsil eden bir cephesinin daha olabileceğine inanılır. Bu cephe; melodi, tonlama ve jestler dâhil olmak üzere, konuşmanın duygusal bileşenlerini algılar. Bu hassas algılama sistemleri ile donatılmış bir insanın maddî ve manevî sağlığının muhafazası noktasında, “Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı?” (Hucurat, 49/12) gibi âyetlerde gıybet, dedikodu ve yalanın kat’î surette yasaklanması, bu bakımdan çok mühimdir. Çünkü insan ses, söz, jest ve mimiklerden etkilenen bir varlıktır.

Zaman zaman dokunaklı bir sesle okunan ezandan ve Kur’ân-ı Kerim’den etkilenerek Müslüman olanlardan bahsedildiğini duyarız. Aynı şekilde, Kur’ân okumanın ve bilhassa Fatiha sûresinin hastalıklarda şifa niyetiyle okunması hakkındaki bilgilerin doğruluğunu, pek çoğumuz müşahede ve tecrübe etmiş olabiliriz. Dolayısıyla güzel bir sesle ve mânâsına uygun bir şekilde Kur’ân okumanın, insanın sinir ve endokrin fizyolojisinde ne gibi tesirler uyarabileceği, ayrı bir araştırma konusudur.

İnsan organizmasını, eşsiz bir sanat eserine ve akort edilebilen, hassas enstrümanlar topluluğuna benzetebiliriz.[13] Herkesin kendi bedeninin fizyolojisine uygun müzik ve ritimleri keşfetmesi, gelişigüzel müzik türleri ve seslerle bedenini akort etmemesi gerekir. Bu yönüyle bedenimizi şuurlu bir orkestra şefi edasıyla yönetmeye çalışmak akıllıca olacaktır. Fıtratımıza uygun müzik türlerini bulmak, haram olan gıybet, dedikodu ve yalandan uzak durmak, maddî ve manevî sağlığımızı korumak için çok önemlidir.

dorsolateral frontal korteks: Beynin çalışma hafızası, dikkat ve motor hareketlerin planlanması gibi fonksiyonlarla alâkalı bölgesi.

inferior frontal korteks: Beynin âhengin tanınmasında işlev gören bölgesi.

preeklampsi: Yüksek tansiyon ile seyreden önemli bir gebelik komplikasyonu.

Dipnotlar

[1] F. S. Ünal, “Müziğin ses olarak insana fizyolojik etkisi”, Kültür Evreni Dergisi, 6(22), 2014, s. 118–125, www.kulturevreni.com/22-118.pdf.

[2] S. A. Azizi, “Brain to music to brain!”, Neuroscience Letters,459, 2009, s. 1–2.

[3] N. Karamızrak, “Ses ve Müziğin Organları İyileştirici Etkisi”, Koşuyolu Heart Journal, 17(1), 2014, s. 54–57.

[4] H. Covington, “Therapeutic music for patients with psychiatric disorders”, Holist Nurs Pract, 15, 2001, s. 59–69.

[5] A. J. Blood ve R. J. Zatorre, “Intensely pleasurable responses to music correlate with activity in brain regions implicated in reward and emotion”, Proc Natl Acad Sci US, 98(20), 2001, s. 11818–11823.

[6] MEB. Gürültünün Etkileri. Ankara: Millî Eğitim Bakanlığı, Aile ve Tüketici Hizmetleri, 2012, s. 1–25.

[7] A. T. Berg ve ark. “Revised terminology and concepts for organization of seizures and epilepsies: report of the ILAE Commission on Classification and Terminology”, 2005–2009; Epilepsia, 51, 2010, s. 676–685.

[8] S. E. Brien ve T. J. Murray, “Musicogenic epilepsy”, Can Med Assoc J, 13, 1984, s. 1255–1258.

[9] İ. Ün, “Farmakoloji ile müzik arasında olası etkileşimlerin araştırılması”, Lokman Hekim Dergisi, 6(3), 2016, s. 159–164.

[10] E. Toker ve N. Kömürcü, “Effect of Turkish classical music on prenatal anxiety and satisfaction: A randomized controlled trial in pregnant women with pre-eclampsia”, Complementary Therapies in Medicine, 30, 2017, s. 1–9.

[11] J. Loewy ve ark. “Sleep/ sedation in children undergoing EEG testing: a comparison of chloral hydrate and music therapy”, Am J Electroneurodiagnostic Technol, 46(4), 2006, s. 343–355.

[12] S. E. Trehub, “The developmental origins of musicality”, Nat Neurosci, 6(7), 2003, s. 669–673.

[13] D. Campbell, Mozart Etkisi, İstanbul: Kuraldışı Yayıncılık, 2002, s. 156–343.

Bu yazıyı paylaş