Kemal Ural’ı Unutamadık

Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince

Günler şu heyulayı da er geç silecektir.

Rahmetle anılmak… Ebediyet budur, amma,

Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir?” dedi Mehmed Âkif, ama o unutulmadığı gibi, mahviyet ve tevazu timsali Kemal Ural’ı da unutmadık. O hep yalnız yaşasa, unutulmak istese de biz onu anacağız. 1927 Erzincan doğumlu. Babası Rizeli olup Osmanlı dönemi hâkimliğinden sonra Cumhuriyet döneminde de hakimlik yapmış. Annesi Erzincanlı bir muallime ve ev hanımı.

1947’de Ziraat Fakültesinde okurken yurt mescidinde Abdullah Yeğin ve Mustafa Sungur ile tanışıp onlarla güzel bir irtibat kurar. Daktilo ile yazılmış Küçük Sözler’i Erzincan Lisesindeki kardeşi Âtıf’a gönderir. Ertesi yıl Hukuk Fakültesine kaydolur. Dershanede kalıp dikkate değer bir manevî yükseliş yaşar. 1956’da Üstad Bediüzzaman, Sözler’in yeni harflerle yayın yetkisini Âtıf Ural’a verir.

Kemal Ural, Bediüzzaman’ı ilk olarak 1952’de İstanbul’da Gençlik Rehberi kitabının mahkemesinde görür, Abdurrahman Şeref’in muhteşem savunmasını izler. Sonraki yıllarda defalarca ziyaretinden sonra, 1959’da Ankara Beyrut Palas otelinde, son olarak duasını alır. İlk resmî görev yeri Kütahya Altıntaş ilçesinde, kardeşi Âtıf Bey ile akrabalığı bahanesiyle tutuklanır. Abdurrahman Şeref’in taksi tutarak İstanbul’dan gelip savunmasıyla tahliye edilince, ücret ödeme isteği karşısında o, “Kardeşim, sen bu yola canını koymuşsun, bırak ben de mesleğim ve malımla mücahede edeyim.” der; bundan çok etkilenir.

1957’de Üstadı Emirdağ’da ziyaretini şöyle anlatır: Otobüs şehre yaklaştığında birden yolcular, “Bediüzzaman! Bediüzzaman!” diye bağrıştılar. Hemen şoföre “Dur!” deyip indim. Yol kenarında, on-on beş metre geride, Üstad yapayalnız. Beş altı adım yaklaştım, bakmadı. Bir şey söylemem lazım. “Ben Âtıf’ın ağabeyiyim.” deyince başını kaldırıp baktı. Hemen sonra şoförü geldi, onunla Üstad’ın koluna girip arabaya bindirdik. Arka koltukta, beni de yanına aldı. Bolvadin’den onu görmek için geliyordum. Sormadan beni Bolvadin’e bıraktı. Daha önceki ziyaretlerimde bana “Kâmil” derdi. İlk defa “Kemal” diye hitap edip birkaç şey söyledi; bunlar bende mahfuz kalsın.”

Üstad’ın hanım talebelerinden Şahide Yüksel’in kızı Ülker’e çok evlenme teklifi gelmiş, kendisine danışınca hiçbirine rıza göstermemişti. 17. talip Kemal Bey’i uygun bulunca 1956’da evlenirler. Nuriye ile Ali Abdürrahim’in adlarını Üstad koymuş olup daha sonraki yıllarda iki kızları daha dünyaya gelir. Mezun olduktan sonra 12 yıl boyunca iman hizmetinden ötürü dünya yönünden sıkıntı çekip yıllarca işsiz kalır. Bu dönemde ailesini baba evine bırakmaya mecbur olur. 1961’de kırk gün tutuklu kaldığında şu şiiri yazar:

Beşerin böyle zulmü
Kaderin adil hükmü

Ӏstırap ruha yük mü?
Yaşasın hapishane!

 

Dilsiz ağız, gözsüz baş
Köle ceset sanki taş

Olmaktansa ruhsuz yaş
Yaşasın hapishane!

 

Bir devirden beridir
Niyet vahşiyanedir

Yemin etsem yeridir
Yaşasın hapishane!

“Avukatlığımı Bekir Berk yaptı. Vefatından önce (1994), kırgınlık kalmasın, Allah hatalarımızı affetsin diye ziyaretine gittim, çok yakınlık gösterdi. Kâ’be’nin örtüsünden bir parça hediye ediverdi. Kader değerlendirmede dikkatli olmayı, gıybet sınırına girmemeyi, kimseyi kırmamayı, insanlara yanılma payı bırakmayı öğretiyordu.” Bu hazm-ı nefsine, bu özeleştirisine hayran kalmamak mümkün değil (Şûle dergisine muhalifliği sebebiyle 30 yıl öncesi kırgınlığını aşmaya çalışıyordu).

Şûle Dergisi

“Bolvadin hapsinden sonra ailemi kayın pederimin yanından İstanbul’a getirdim. Ayda bize 300 lira gönderiyordu. (Kemal Ağabey’in adı bu tarihten sonra 1962’de başlattığı Şûle dergisi ile eşleşir). Koca Mustafa Paşa’daki evden Cağaloğlu’ndaki dergi bürosuna (iktisat için bir saat yürüyerek) gidiyordum. Dergi adı olarak “Zemzem” düşünüyordum. Âtıf “Şûle” deyince onu tercih ettim. Malî hazırlığım yok. Bu sırada bir gün telefon çaldı: “Ben Bursalı Arife Teyze. Hac için üç bin lira ayırmıştım; mecmuaya vermek istiyorum.” Allah’ın hikmetinden, lütfundan gelen bu sese, cevabım sadece hıçkırıklarım oldu. Onunla dergiyi çıkardık. Daha sonra Ankara’da memuriyete geçince ona ödedim, haccını da yaptı.

Şûle idealimizi anlayıp yazı veren mahdut gönüldaşlar oldu: Nurettin Topçu, Re’fet Kavukçu, İsmail Özmel, Ömer Okçu, Ertuğrul Düzdağ. Savcı Âtıf, Prof. Feyyazoğlu müstear adıyla yer alırdı. Bir gün Süleymaniye müezzini Ziya Bey, hanımından bir zarf getirdi. Açtım ki içinde bir altın bilezik ve bir not: “Şûle için!” Hıçkırıklara boğuldum, kabul edemeyeceğimi söyledim. Bilal-i Habeşim dediğim Ahmet Şahin Hocamı da anmalıyım.”

Hayatta tanıdığım en hassas insan olan Kemal Ağabey iyilik, güzellik, doğruluk için yaratılan yeni nesillerin önlerini kesen haramîler sebebiyle heder oluşlarına kendi çocuğu gibi üzülüp, onları kurtarmak için şefkatle çırpınan bir ruh taşıyordu, ama içinde bulunduğu camia, yakın kardeşleri bile onu anlayamadılar, sahip çıkmadılar, üstelik tenkit ettiler. O zaman üniversite talebesi olup söz sahibi olmayan İbrahim Canan, İbrahim Erkul, Fikret Sönmez, Fuat Yılmaz, Oktay, “Fahrî Avukat” denilen Mehmet Kutlular gibi parmakla sayılacak kadar az kişi hâriç, “Risale-i Nur adını koymuyor. Risale’yi tahrif ediyor.” dediler. Bunu daha altı yıl önce Üstad’ın Sözler’i yayınlama yetkisini verdiği Âtıf ve Kemal Ağabey için söylediler.

Dünyanın ve insan ruhunun aradığı ışık”, “Bir neslin feryadı”, “Hakikate giden yol”, “Allah’ı arayan kâinat yolcusu”, “Yok mu bu sabah şuurumda uyanacak bir yenilik”, “Hep ışığa gideceklerdi” gibi başlıklarla, şefkat, sevgi, hikmetle yeni neslin elinden tutmak istedi. Risale-i Nur’un anlatmak istediklerini anlam olarak ulaştırmak istiyordu. Mesela Âyetü’l-Kübrâ’nın vermek istediğini resimlerle “Allah’ı arayan kâinat yolcusu” dizisinde canlandırıyordu. (Bu konuda mahir ressam Hüseyin Mumcu’ya önerdiği resimleri çizdirmek için İstanbul’dan, Ankara’ya gidiyordu. İnternette dergi sayılarına ulaşmak mümkün). Daha sonra çıkan Sızıntı gibi bazı dergilere örnek oldu. Türkiye’de dergiler kâğıt zarflara konurdu. Şeffaf naylon poşete koymayı ilk olarak Şûle başlattı. Derginin ön ve arka kapağını, yazı ve resimlerini göstermesi yönünden güzel bir yenilik oldu.

Dergi sekiz ay sürebildi. Geniş bir ekip ve yeterli bir sermaye gerektiren ağır bir yükü, bu hassas ruh, tek başına ancak bu kadar götürebildi. Son sayısının arka kapağında: “Yeni doğuşlara hazırlanan dünyada her sabah yeni bir Şûle parlayacak!” diyerek veda etti. Vedadan sonra 60 küsur yıl, hep çıkaracakmış gibi ilginç resim ve belge toplamaya devam etti. Hassasiyeti yazım üslubuna yansıdığından, kendisini iyi tanıyan -adını koymasa bile- yazısından çıkarabilirdi. 1980 öncesi, karışık sosyal ortamda, Tercüman gazetesinde bir makale okumuş ve çarpışmadan figan eden bu satırlarda kendisinin üslubunu görmüştüm. Bir zaman sonra yanına gittiğimde, susma orucunu bozduğunu, makalenin kendisine ait olduğunu ikrar etmişti. 50 yıllık uzletten sonra toplumda görünmesi de 2010 sıralarında Sultanahmet Kitap Fuarında oldu. Kızı Nuriye Akman, oğlu Ali Ural ile mutlu, fakat mahcup bir görünümle kitaplarını imzalıyorlardı. (Kitapları: Küçük Şey Yoktur, İnançsızlığın Anatomisi, Bir’in Sırrı, Tohumların Valsi). Kendisini bir iki senede bir ziyaret etmeme rağmen: “Gelmenle benim seni aramadığımı, vefasızlığımı hatırlatıyorsun.” derdi. Bunda samimi olduğunu bildiğimden evine nadiren giderdim. 2014’te evimize ilk defa teşrif ettiler. “Veda ziyaretine geldim.” dedi. Gerçekten benim için veda oldu. 2015’te kendimi ülkemden çıkmış buldum. Gurbette iken, 2016’da dünyaya veda haberini aldım.

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin farklı zamanlarda onu takdirle andığını duymuşumdur. Kemal Ağabey’in vefatından bir hafta kadar önce, katıldığım sohbet meclisinde, söz Şûle dergisine geldi, onun ve Âtıf Ağabey’in müstesna bir yeri olduğunu, bazı yurt ve dernek gibi kurumlara isimlerini tavsiye etmiş olduğunu söyledi. Hocamızın Şûle hakkında önemli bir notu var: “Konya’da bulunuyordum. O ayın mecmuasını alayım diye bir kitapçıya girdim. İslamî konularla ilgili görünmeyen bir kız geldi. Heyecanla: “Şûle geldi mi?” dedi. Gözlerim doldu. Sızıntı dergisini çıkarmaya o gün karar verdim”[1]

Kemal Ağabey de her görüşmemizde Hocaefendi’yi sevgi ve takdirle anardı. Onun şu sevincini hiç unutamam: 1994’te Nuriye Hanım Sabah gazetesinde röportajlarıyla ön planda bir isim olup Hocaefendi’den kapsamlı bir röportaj istemişti. Kemal Ağabey çok sevinmiş, kabul etmesini çok önemli görmüştü. Yaptığı onlarca röportajı referans olarak bana getirerek Hocamızın ikna edilmesinin son derece önemli olduğunu belirtmişti. Nitekim günlerce süren röportaj, Hizmet’in ilk önemli tanıtımı olmuştu. Aynı günlerde Hürriyet de röportaj için ısrar etmişti. Hocamız Sabah’tan hemen sonra, Hürriyet’i de kabul ederek o ekibe de röportaj vermişti.

Kemal ve Âtıf Ağabeylerimizi rahmetle anıyor, ebedî Cennetinde bizi onlarla buluşturmasını Rabbimizden umuyoruz.

Dipnot

[1] Abdullah Aymaz, “Şûle Dergisi ve Kemal Ural Ağabeyimiz”; Yusuf Bayram, “Geçmiş ve Gelecek Aynaları Arasında Çağlayan”, Çağlayan, Aralık 2021, s. 19.

Bu yazıyı paylaş