Efendimizin (aleyhissalâtü vesselâm) Müjdesi Işığında Tükürüğün Sırları

Risale-i Nur’da peygamberlerin mucizelerinden bahsedilirken, ilimlerin zaman içindeki bilgi birikimi ve gayretlerle gelebileceği seviyelere dikkat çekilir.[1] Mesela Hazreti İsa’nın (aleyhisselâm) mucize olarak ölüleri diriltmesi ve körlerin gözünü açmasından hareketle tıbbın nihaî hedefi tayin edilir. Bu misallerden anlaşıldığı kadarıyla Rabbimiz mânen, “Ey kullarım, Ben Resullerim vasıtasıyla bu harika hadiseleri mucize olarak gösterdim. Siz kâinat kitabımı iyi okuyup çok gayret gösterirseniz, bu seviyelere kadar gelişmeler sağlayabilirsiniz.” buyurarak insanları teşvik etmektedir.

Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) en büyük mucizesi Kur’ân-ı Kerim olmakla beraber, Allah’ın izniyle, diğer peygamberler gibi, gerektiğinde farklı mucizeler de göstermiştir. Mesela hastalıktan gözleri çok ağrıyan Hazreti Ali (radıyallâhu anh) efendimiz, Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm) tiryak gibi tükürüğünü gözüne sürdüğü dakikada şifa bulmuştur.[2] Diğer bir misalde, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Bedir gazvesinde Muavviz ibni Afrâ’nın (radıyallâhu anh) kopan elini mübarek tükürüğü ile yerine yapıştırmıştır.[3] Tabiî ki biz bugün tükürük sürüp kesilen eli yapıştırırız demiyoruz, ama bu mucizeden alınan ilhamla tükürük üzerinde durulabilir ve tedaviye yönelik ciddi çalışmalar yapılabilir diyoruz. Bu hükmü vermemize sebep olan gelişmeleri de son zamanlarda çıkan bazı ilmî araştırmalarda görüyoruz.

Tükürüğün Gücü

Tükürük konusunda, temeli ağız sağlığının korunması üzerine çok sayıda araştırma yapılmış ve makaleler yayımlanmıştır. Tükürükte bulanan, amilaz, lizozim ve lipaz gibi birkaç önemli enzimin, sindirimi ağızda başlattığı bilinmektedir. Ayrıca hidrojen peroksit, laktoferrin ve lizozimler gibi antimikrobiyal bileşikler açısından zengin olduğu için tükürüğün mikroplara karşı savunmada çok önemli olduğu ve gıdaların tadını almayı, çiğnemeyi ve yutmayı mümkün kıldığını söyleyebiliriz.

Tükürüğün, özellikle ağız boşluğundaki zarar vermeyen ve faydalı olan florayla birlikte, hastalık yapıcı mikroplara karşı koruyucu ve iyileştirici özelliği olduğu ortaya çıkmıştır. Maryland Üniversitesinden Prof. Mary Ann Jabra-Rizk ve meslektaşlarının yaptığı bir çalışmada, insan tükürüğünün birçok antimikrobiyal bileşik ihtiva ettiği belirtilmekte ve yara iyileştirici özelliğinden söz edilmektedir. Tükürükte bulunan çok sayıdaki antimikrobiyalden biri olan histatinler grubu, bir tür protein olup ağızdaki çok çeşitli mikroorganizmalara karşı geniş spektrumlu antimikrobiyal aktivite sergiler. Bilhassa histatin-5, Candida albicans mantarına karşı güçlü aktiviteye sahiptir.

Boston Üniversitesi Tıp Fakültesinden araştırmacıların 2018’de yayımlanan çalışmalarına göre, tükürük; ishale sebep olabilen Escherichia coli bakterilerinin ince bağırsağa bağlanma mekanizmalarını değiştirerek bağırsağı enfeksiyondan korumaktadır. Ağızdaki bu ilk “savunma hattı” sayesinde dışarıdan bulaşan az miktarda E. coli bakterisi insanı hasta etmeye yetmemektedir. Ancak dışkılama sonrası eller yıkanmazsa çok fazla E. coli bakterisi ağız yoluyla vücuda geçerek bağırsak enfeksiyonuna sebep olabilir.

Tükürükteki lizozim enzimleri de bakterilerin hücre duvarlarına zarar verip çoğalmalarını önlemekte, bir yandan ağızda faydalı floranın tutunmasını sağlarken, diğer yandan Streptococcus ve Porphyromonas gibi bakterilerin tutunmasını zorlaştırmaktadır.

Tükürükteki antimikrobiyal peptitler, doğuştan gelen bağışıklıkta hayatî bir rol oynarlar. Pozitif yüklü bu proteinler, mikropların negatif yüklü zarlarına kolayca bağlanarak delikler açar ve hücrelerinin sıvılarının dışarı akmasını temin ederek onları öldürürler. Bu antimikrobiyal proteinlerden (defensinler, katelisidinler ve histatinler) bazısı (katelisidinler) hem kandaki nötrofillerden hem de tükürük bezlerinden üretilen geniş spektrumlu antimikrobiyal özellikte yaratıldığından yara iyileşmesinde, immün sistemini uyarmada ve yeni kan damarları oluşumunda vazife yaparlar. İşte burada Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) mucizelerinden biri olan, kopan organların yapıştırılması ve hemen iyileşmesinin küçük birer numunesi, tükürükteki bu son saydığımız maddeler vesilesiyle gerçekleşmektedir.

Dilin ve yanakların ısırılmasıyla, diş bozukluklarından kaynaklanan travma veya kaza sonucu yaralanmalar, genellikle cilt yaralanmalarından çok daha hızlı iyileşmektedir. Ağız boşluğunun bu iyileşme kapasitesi, esas olarak tükürüğün yara iyileştirici özelliklerine ve hücre büyüme faktörlerine atfedilir. Bildirilen yara iyileştirme özellikleri ile tükürükte bulunan ana büyüme faktörleri arasında; epidermal büyüme faktör, vasküler endotelyal büyüme, dönüştürücü büyüme faktörü alfa, dönüştürücü büyüme faktörü beta ve sinir büyümesine ait faktörler yer alır. Fibroblastların büyümesini teşvik eden, temel proteinlerin bozulmasını önleyen, ağız boşluğuna hücre göçünü artıran diğer ek faktörler, ağız yaralarının iyileşmesine katkıda bulunur. Histatinler epitel dokunun yenilenme sürecini güçlendirir ve kan damarlarının iç astarındaki (endotel) hücrelerin birbirine yapışmasını teşvik eder.

Tükürük örneklerinde tespit edilen 100’den fazla molekül; diş çürükleri, diş eti hastalığı, kanser, diyabet ve diğer birçok sistemik bozukluk dâhil olmak üzere, potansiyel teşhis ve ön bilgi için işaretler olarak değerlendirilmektedir. Metabolik bileşiklerin, mikroorganizmaların, kanser işaretçilerinin ve ilaçların dozlarını ölçmek ve bazı hastalıklarda teşhis koymak için tükürük çok güvenli bir malzeme durumuna gelmiştir.[4]

Ağrı Kesici Olarak Tükürük

Memelilerde bulunan ve çinko ihtiva eden ektopeptidaz enzimleri, bilhassa duyu sinyallerinin iletilmesinde fonksiyon görürler. Bu enzimler, hücre yüzeyindeki sinirler veya hormonlar vasıtasıyla gelen ağrı sinyallerini kapatıp durdurmada önemli roller oynar. İnsan tükürüğünde keşfedilen beşli bir peptit molekülü olan opiorfin enzimi, kimyevî ve mekanik kaynaklı ağrılarda güçlü bir ağrı kesici aktivite gösterir. Opiorfinin ağrı bastırıcı gücünü ölçmek için sıçanlarda akut mekanik ağrı oluşturulmuş ve test yapıldığında morfin kadar tesirli olduğu görülmüştür. Özellikle ruh hâli ile ilgili durumlara bağlı olarak artan ağrılarda, tükürükteki bu maddenin, ağrıyı durdurma potansiyeline sahip olduğu gösterilmiştir.[5]

Paris’teki Pasteur Enstitüsünden Catherine Rougeot ve meslektaşları, farelerin ayaklarına ağrı verici kimyevî bir madde enjekte ettiklerinde, vücut ağırlığının kilogramı başına 1 gram opiorfinin hâsıl ettiği tesiri, ancak 3 gram morfin ile elde edebilmişlerdir. Bu madde, ağrıyı bloke etmede o kadar başarılıydı ki zemini iğnelerle donatılmış bir deney ortamında, fareler iğnelere basınca ağrı duymamaları için opiorfinden altı kat daha fazla morfine ihtiyaç duymuşlardır. Opiorfin, klasik ağrı kesicilerin yaptığı bağımlılık ve psikolojik bozukluklardan muaf olarak, ağrıyı hafifleten yeni nesil ağrı kesicilerin üretilebileceğini müjdelemektedir.[6]Ağrı Kesici Tükürük Morfinden Üstündür” başlıklı, aynı konuya temas eden diğer bir makalede, erkeklerin tükürüğünün, morfinden üç ila altı kat daha güçlü bir ağrı kesici özelliği olduğu söylenmiştir.[7]

Anti-Depresif Tesiri

Araştırmacı Catherine Rougeot, “Ağrı kesicinin tesiri morfininkine benzer, ancak saf bir ağrı kesici olmadığı için yan tesirlerini incelemek gerekir. Bu maddenin depresyona karşı bir madde olması da muhtemel görünmektedir.”demektedir. Rougeot ve meslektaşları, ağrı kesici maddenin omurganın sinir hücrelerinde çalıştığını keşfettiler. Rougeot, “Opiorfin o kadar basit bir molekül ki onu sentezlemek ve tükürükten izole etmek zorunda kalmadan büyük miktarlarda üretmek mümkün olabilir.” diyerek, hastaların bu molekülü kendi vücutlarında daha fazla üretilmesini tetikleyen ilaçların bulunmasının da mümkün olabileceğini belirtmektedir.

Tükürüğe Karışan Akciğer Sıvısı

İsrail’de yapılan bir araştırmada, akciğer sıvısında bulunan özel proteinlerin, kanser teşhis ve tedavisinde yeni metotlar geliştirmek için kullanılabileceği iddia edilmektedir. Bu çalışmaya göre, akciğerlerden gelen sıvıda bulunan özel proteinler, tümör teşhisi için zengin bir biyoişaret kaynağı olarak hizmet edebilir. Tıpkı “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.” atasözünde olduğu gibi, bir yerde kanser tümörü gelişmeye başladıysa etrafına kendine has moleküller salgılayacaktır.

Vücudumuzun immün sistemine, bize ait olan ve olmayanı ayırt edebilecek bir özellik ihsan edilmiştir. Sınırlarda pasaport kontrolü yapan görevliler gibi, kimlik soran ve kapıya gelen yabancı maddeleri tanıyıp onlarla savaşabilecek bu mekanizmaya; HLA (Human Leucocyte Antigen, insan lökosit antijen tiplemesi) sistemi veya doku uygunluğu sertifikası denilebilir. Şayet bu sistem vücuda giren yabancıyı (virüs, bakteri vs.) tanıyamaz ve kendinden sanırsa onlarla savaşamaz. Doku tipi, kişinin kan grubundan farklıdır. HLA genleri hücrelerimize yapışan yabancı proteinleri tanır ve vücudumuzdaki savunma hücrelerinin onlara saldırması için haber verir.

İsrail Teknoloji Enstitüsü ve Sheba Tıp Merkezinden bilim insanları, HLA moleküllerinin akciğer sıvısında mevcut olduğunu keşfettiler ve onları bulundukları sıvıdan ayırmak için bir metot buldular. Hastaların akciğerinden alınan litrelerce sıvı üzerinde çalıştılar ve bu sıvıdaki HLA proteinlerinin aslında bazı akciğer kanseri türlerini tespit etmek için yeterli bilgiyi “depoladığını” gösterdiler.[8]

Daha sonraki aşamada, çalışma ekibinden Dr. Michael Peled, akciğer sıvısındaki proteinleri kullanarak kanserin teşhis edilebileceğini, en sonunda da kanserle mücadele eden bir aşı oluşturulabileceğini gündeme getirmiştir. Bu moleküller, kanser hücrelerinden ve çevrelerinden kaynaklanan zengin bir antijen ordusuna sahip kılındığı için, kanserle savaşmak ve erken teşhis için önemli bir adım atılmıştır.

Kanserli hastaların akciğerinden tükürüklerine karışan sıvı üzerinde çalışılarak bu antijenlerin, bağışıklık sistemini uyarmak için kullanılması durumunda, tümöre saldırtılıp bir immünoterapi yolu açılmış olmaktadır. Zira zaten yaratılışımız itibarıyla bağışıklık sistemimiz bu savaşa hazırlıklıdır, ancak çeşitli faktörlerle immün sistem pasifleşir ve işlemez hâle gelirse kanser hücreleri harekete geçerler. Bu yeni metot, tembel veya işlemeyen bağışıklık hücrelerini tekrar harekete geçirme potansiyeline sahiptir.[9]

            Bütün bunlardan sonra, mübarek ağzı tertemiz olan Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) “tahnik” adı verilen dikkat çekici bir uygulamasında (ağzında yumuşattığı hurmayı, yeni doğmuş bebeğin damağına sürme) ve annelerin bazen küçük lokmaları ağızlarında yumuşatarak yavrularına vermelerinde bir hikmet olabileceğini düşünmek gerekir. Kuşların yavrularını ağızlarından çıkardığı yarı sindirilmiş gıda ile beslemeleri, yaralı hayvanların dilleriyle yalayarak yaralarına tükürük sürmeleri gibi hususlar da tükürüğün gelecekte daha farklı yönlerine ışık tutabilir.

 

Dipnotlar

[1] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 268–281.

[2] Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 155; Buhârî, Cihâd, 102, 143, Fezâilü Ashâb, 9, Meğâzî, 38; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 34.

[3] Nursî, Mektubat, s. 155–156; Kadı Iyâz, Eş-Şifâ.

[4] T. Villası ve ark. “The power of saliva: Antimicrobial and beyond”, PLoS Pathog, 2019, 15(11): e1008058. doi.org/10.1371/journal.ppat.1008058

[5] A. Wisner ve ark. “Human Opiorphin, a natural antinociceptive modulator of opioid-dependent pathways”, Proc. Natl. Acad. Sci., November 21, 2006. 103 (47) 17979–17984, doi.org/10.1073/pnas.0605865103

[6] A. Coghlan, “Natural-born painkiller found in human saliva”, New Scientist, 13 Nov. 2006

[7] “Painkilling saliva beats morphine”, New Scientist, 15 Nov. 2006.

[8] S. Khazan-Kost, “Soluble HLA peptidome of pleural effusions is a valuable source for tumor antigens”, Journal for ImmunoTherapy of Cancer, 2022, Vol. 10, Issue 5 e003733. doi: 10.1136/jitc-2021-003733

[9] N. Jeffay, “Lung fluid may provide basis for cancer-treating vaccines: Israeli research. Scientists say specific proteins found in lung fluid could theoretically be used to develop new methods for diagnosing and possibly treating cancer”, The Times of Israel, 30 August 2022.

Bu yazıyı paylaş