Dinimizdeki önemli kavramlardan biri olan “şükür”, dilimize Arapçadan geçmiştir. “Görülen herhangi bir iyiliğe karşı gösterilen memnuniyet ve minnettarlık mânâlarına gelen şükür; ıstılahta, insana bahşedilen duygu, düşünce, âzâ ve cevarihi yaratılış gayeleri istikametinde kullanmaya denir ki kalble, lisanla ifa edilebileceği gibi bütün uzuvlarla da yerine getirilebilir.”[i]
Biyolojik yapımızdaki şükredilecek hususları da vurgulayan bir minnet hissinin yoğunluğu olan şükür, araştırmalara göre fizikî ve hissî açılardan çok çeşitli müspet tesirlere vesile olur. “Kim şükrederse kendisi için şükreder.” (Lokman, 31/12) âyet-i kerimesi de bir mânâda bu hususiyete dikkat çeker.
Tarih boyunca, dünyanın her yerinde, dinî liderler ve filozoflar, şükrün esasını teşkil eden hususlar konusunda fikir beyan etmişlerdir. Müslümanların birbirlerinin hâlini sormalarının sebeplerinin başında, Allah’a (celle celâluhu) şükretmeye fırsat hazırlamak gelir. Böylece hâl hatır soran ve şükreden, birlikte ibadet etmiş olur, maddî ve manevî füyûzat hislerinden istifadeye zemin hazırlanır.
[i] M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 170.