Diyelim ki ayağınızı bir yere çarptınız ve kanamaya başladı. Bu durumda kanınızdaki trombosit denilen küçük hücrelerin salgıladığı pıhtılaştırıcı proteinler (serin proteazlar, pıhtılaşma faktörleri), koordineli bir şekilde çalıştırılarak pıhtılaşma sağlanır ve saniyeler içinde kanama durdurulur. Bu olaya hemostaz (pıhtılaşma, koagülasyon) denilmektedir. Hiç düşündünüz mü, pıhtılaşma süreci birkaç dakika içinde olmasaydı ne kadar kan kaybederdiniz? Kanama yerinin büyüklüğü elbette önemlidir. Eğer kanama uzun sürseydi küçük bir bıçak yarasında bile kan kaybından ölümler çok olurdu.
Peki pıhtılaşma nasıl bu kadar çabuk olmaktadır? Bir damarın kesildiğini düşünelim. Buna vücudumuz şu şekilde cevap verir:
- Damar kesildiğinde ilk olarak bir refleksle büzüşür (vazokonstrüksiyon). Bu, saniyeler içindeki ilk cevaptır.
- Yaralı bölgeye sevk edilen trombosit hücreleri üst üste, tuğla örer gibi biriktirilir ve delik tıkanır (tıkaç oluşumu) ki bu da saniyeler içinde olur (primer hemostaz).
- Trombosit tıkacı geçicidir, oluşturulan tıkaç fibrin proteini ile iyice sağlamlaştırılır (sekonder hemostaz). Bu da birkaç dakikada neticelenir.
- Damar iyileştikten sonra geçici tıkaç eritilir (fibroliz).
Bir damla kanımızda 150 bin ile 450 bin arasında trombosit bulunmaktadır. Trombosit sayısı 100 binin altına düşerse tehlike çanları çalmaya başlar. 40 veya 20 binin altına düştüğünde, çok yüksek ihtimalle beyin kanaması kapıdadır.