Ramazan ayı, Osmanlı Devleti’nde saraydan halka toplumun bütün katmanlarında yaşanırdı. Toplumun gündelik yaşayışı Ramazan ayına göre şekillenirdi. Sadece Müslümanlar değil gayrimüslim halkın gündelik hayatında da Ramazan ayının etkisi hissedilirdi. Bu etki zoraki değil birlikte yaşamanın oluşturduğu temel değerlerdi. Saraydaki en önemli Ramazan ayı faaliyetlerinden biri de günümüzdeki bilimsel kongrelere benzetilebilecek huzur dersleridir.
Huzur derslerinin temeli, Sultan III. Ahmed’in sarayda kendi adına yaptırdığı bir kütüphanenin Sadrazam İbrahim Paşa tarafından 1719 yılında açılışı için yaptırdığı törende atılmıştır. Bu törene padişah, öteki devlet erkânı, şeyhülislam ve bazı ulema davet edildi. Törende, Enderun-ı Hümâyundan birkaç çocuğa Fâtiha sûresi okutturulup Sadrazam tarafından sûre tefsir edilip tören duayla bitirildi. Sonrasında III. Ahmed, davetlilere bazı hediyeler vermiştir. Aşağıda ayrıntısı belirtilen resmî olarak ilk defa 1759 yılı Ramazan ayında sistematik olarak başlayıp 1924 yılında Hilafetin kaldırılmasına kadar 165 yıl boyunca devam eden huzur dersleri, geleneksel ilmî bir faaliyet hâline gelmiştir.[1]
Bu ilmî faaliyetin ilk resmî huzur dersi hâline gelmesi III. Mustafa döneminde gerçekleşmiştir. Dönemin meşhur ulemasının katıldığı derste Kâdî Beyzâvî’nin tefsirinden, “Ey iman edenler! Kendiniz, anne babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa Allah için şahitler olarak adaleti gözetin.” mealindeki âyet (Nisâ 4/135) yorumlanmıştır. Bu ders, başlangıcından itibaren tartışmalı geçmiş ve Sultan Mustafa tarafından ders sonunda her âlime 100 altın verilmiştir. Ders, (15–26 Mayıs 1759) tarihleri arasında cuma dışında her gün padişahın huzurunda yapılmıştır. Daha sonraları çoğunluğu Topkapı Sarayı olmak üzere, Dolmabahçe ve Yıldız Saraylarında da gerçekleştirilen huzur derslerinin yapılacağı mekân padişah tarafından belirlenirdi. Derslere müzakereci olarak beş altı kadar âlim katılmıştır. Derslerin yapılma zamanı belli bir sistematiğe dönüşerek, öğle ile ikindi arasında yapılırdı.[2]
Huzur derslerinin birtakım hususî özellikleri vardı. Dersler, padişahın katılımıyla ve onun huzurunda yapıldığı için “huzur” ismi verildiğinden padişahsız huzur dersi yapılmazdı. “Mukarrir” denilen dersi anlatanı, “muhatap” denilen dersi müzakere edeni ve diğer dinleyicileri şeyhülislam seçer; padişah onaylardı. Mukarrir ve muhatapların, belli özellik ve şartlarla seçilmesi zorunluydu. Ramazan ayında yapılan dersler, çoğunlukla Ramazan’ın ilk sekiz gününde ve sekiz oturum hâlinde yapılırdı. Bu ilmî toplantılar, günümüzdeki bilimsel kongreye şekil ve içerik olarak benzemektedir. Bilindiği gibi, kongre düzenlenirken her oturumda, tebliğ (sunum) verenler yanında, oturumda sunulan tebliğleri müzakere etmek için muteber bilim insanlarından değerlendirici seçilmektedir. Tebliğleri değerlendiren bu bilim insanları, bir taraftan oturumun konusu hakkında kendi bilgilerini paylaşmakta, diğer taraftan başarılı tebliğlerin ilgili bilimsel alana katkı yaptığını belirtmekte ve yetersiz tebliğleri de tenkit etmektedirler. İşte huzur derslerinin yapılışı, işleyişi ve katılımcıları; birebir olmasa bile günümüz bilimsel kongrelerine benzerlik göstermesi açısından ilginçtir.
Huzur derslerinde okunacak sûre veya âyetler, iki üç ay öncesinden dersi verecek müderrise tebliğ edilirdi. Dersi sunacak kişilere, dersindeki diğer görevlilerin isimleri bildirilirdi. Dersi sunacak kişi ile dersi kritik edip değerlendirecekler, dersten önce kendi aralarında ders konusu hakkında herhangi bir fikir alışverişinde bulunamazlardı. Dersin sunumundan önce gizlilik önemli idi. Ders esnasındaki ilmî tartışmalar tamamen fikir hürriyeti ilkesiyle yapılırdı. Ders sorumlusu ile görevlendirilenlerin önünde rahleler bulunurdu. Dersin yapıldığı mekânda minderlere diz çökerek oturulurdu. Dersi sunan sorumlu, padişahın sağında yer alır, ders müzakerecileri ise ders sorumlusunun yanından başlayarak yarım daire şeklinde bir kavis oluştururlardı. Padişah da dersi bu vaziyette dinlerdi. Ders katılımcılara açık olmakla birlikte, kadın ve erkek diğer dinleyicilerin kim oldukları hakkında padişaha bilgi verilir; padişah da bunlardan istediklerine dersi dinlemeye izin verirdi. Derslerin her oturumu ayrı bir yerde yapılırdı. Derste gelenek olarak takip edilen kitap, Kâdî Beyzâvî tefsiriydi. Ders sorumlusu dersi bir duayla bitirirdi. Dua zamanının geldiği kendisine nazikâne ve kimsenin anlamayacağı bir şekilde iletilirdi.[3]
Huzur derslerinin sonunda hediyeler verildiği gibi ders kurallarına uymayanlar da cezalandırılırdı. Önceleri biri ders sorumlusu beşi değerlendirici olmak üzere toplam altı kişi tarafından yapılan huzur dersleri, 1775 yılına kadar aynı sayıda devam etmiş; bu yıldan itibaren kişi sayısı; biri dersi veren olmak üzere sırasıyla 8, 12, 13 ve 14’e kadar ulaşmıştır. Bu sayı, Sultan II. Abdülhamid döneminde 1877 yılında 15’e ve 1900 Ramazan’ında 16’ya kadar çıkmıştır. Halife Abdülmecid Efendi zamanında yapılan son huzur derslerine de 16 ulema katılmıştır.[4] Öte yandan Sultan II. Abdülhamid devrinin (1876–1909) ortalarına kadar ilim dili Arapça ile icra edilen bu dersler, 1897 Ramazan’ından itibaren, derslerden daha çok kimsenin faydalanması için bazı ders sorumluları tarafından Türkçe olarak yapılmıştır.
Derslerde ilgili sûre ve âyetlerin farklı bakış açıları ile ayrıntılı açıklamalarının yapıldığı dikkat çekmektedir. 1757–1785 yılları arasında yapılan derslerde hangi sûre ve âyetin niçin sunumlarının yapıldığı hakkında net bir bilgi bulunmamaktadır. Bu yüzden yapılan sunumlarda belirli bir sıranın takip edilmediği, içinde bulunulan zaman ve şartlara göre belirlenen âyetlerin tercih edildiği tespit edilmiştir. 1759’deki ilk huzur dersinde Nisâ sûresinin 135. âyetinin, 1766 yılında Bakara sûresinin başlarından bazı âyetlerin, 1766–1778 yılları arasında İsrâ sûresinin tefsiri yapılmıştır. 1779 yılında Fetih sûresinin tefsirine başlanmış, 1779–1783 seneleri arasında bu sûre ile ilgili sunumlar tamamlanmıştır. 1784 yılında Saf sûresinin 13. âyetinden itibaren derslere devam edilmiştir. 1785 tarihinden itibaren derslere Fâtiha sûresinden başlanıp Kur’ân-ı Kerim’deki sûre sıralamasının takip edilmesi kararlaştırılmış ve son huzur dersine kadar bu karara uyulmuştur. Derslerde bazen kelimelerin semantik yapıları uzun uzun tartışıldığından ulemanın kendilerinin dil bilimi alanındaki bilgilerini sergilediklerine de rastlanılmaktadır.[5] Günümüzde ise, bu ilmî gelenek 1963 yılından beri Fas Sultanı II. Hasan’ın huzurunda, Ramazan aylarında, usul ve muhteva bakımından Osmanlı huzur derslerine benzeyen dersler yapılmakta ve bunlar “Ed-Dürûsü’l-Ḥaseniyye” adıyla Arapça ve İngilizce olarak yayımlanmaktadır.[6]
Eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in dedesi Mustafa Şükrü Efendi (1851 – 23 Ekim 1924) Hırka-i Saadet Dairesinde Buhari-i Şerif Okuyan Bayezid Dersiamı iken Padişah II. Abdülhamid döneminde huzur derslerine 1895 yılında muhatap, Sultan Reşad zamanında 1912 yılında mukarrir olarak atanmıştır.[7]
Bilimsel Kongre diye tanımlanabilen huzur derslerini, devletin kuruluş dinamiklerine uygun bir ilmî organizasyon olarak değerlendirmek mümkündür. Bu bağlamda devletin üst yönetiminin değerler algısı da tespit edilebilir. Dolayısıyla padişahların huzurunda, dönemin en muteber ulemasının katılımıyla gerçekleştirilen bu bilimsel faaliyet, Ramazan ayının Kur’ân-ı Kerim ayı olmasından dolayı kendine özgü bir değere sahiptir. Böyle bir ilmî faaliyetin hem aslen hem de faslen değerlendirilmesi gerekir. Devlet eliyle yapılan bu tür faaliyetler, İstanbul’daki Müslüman halkın yöneticilere karşı önemli bir saygı unsuru olduğundan Müslüman halk üzerinde pozitif etki oluşturmuştur. Öte yandan bu derslere katılan ulema hem meslektaşları hem de yöneticiler karşısında önemli bir statü elde etmişlerdir. Huzur dersleri, normal bir tefsirin genel özelliklerini taşımasının yanında, devletin ve medrese teşkilatının halk üzerindeki etkisini devam ettirmesi, ulema sınıfının devletin en üst seviyede denetiminin sağlanması, ulemanın padişah karşısında bilimsel özgürlüğünün olması, bilimin ülke içindeki hareketliliği, derslerin işleniş şeklindeki soru-cevap yöntemiyle bazen ileri derecede dil bilimi tahlillerinin bile yapılması ve kimi ulemanın kendisinin varlığını göstermesi açısından ilginç özelliklere sahiptir. Sarayda Ramazan ayında padişahın bizzat katıldığı, devletin en seçkin bilim insanlarının Kur’ân-ı Kerim’in akademik olarak yorumlanması çalışmalarının 165 yıl boyunca yapılması, aynı zamanda Padişahlık makamının İslam ve Kur’ân-ı Kerim karşısındaki sorumluluğunu göstermesi açısından da önemlidir.
Görevleri ve hayatları padişahın iki dudağı arasında olan dönemin uleması, günümüzden yaklaşık 250 sene önce ilk resmî huzur dersinde bilimin ve bilim insanının saygı ve şerefinden taviz vermeden padişahın huzurunda, hiç korkmadan, şiddetli bir bilimsel tartışma yapmışlardır. Ne hazindir ki medeniyetimizin bu ve benzeri ahlakî cesaret ve değerlere kendilerinin de sahip olduğunu iddia eden kimi muhafazakâr bilim insanlarının katıldıkları bir toplantıda, evrensel değerleri modern dünya ile paylaşan bir toplumsal harekete yönelik, İslam ahlakına aykırı olarak, nefret dilini kullanarak gayr-i ahlakî sözlerle hakaretler savrulmasına karşılık, konuşmacıya “Senden büyük Allah var.” demek şöyle dursun, pasif savunma olarak toplantıyı terk eden bir kişiye dahi rastlanılmadı. Bu durum, muhafazakâr bir kısım bilim insanlarının özgürlükçü ilmî etik değerler ile maddî çıkarlar arasındaki tercihlerinin ne olduğunu göstermesi açısından önemli bir örnek teşkil etmektedir.
Dipnotlar
[1] Ebü’l-Ulâ Mardin, Huzur Dersleri, İstanbul, 1951, c. I. s. 62; İpşirli, “Huzur Dersleri “, DİA, c. 18, s. 441; Ömer Kara, “Osmanlıda Huzur Dersleri Geleneği ve Literatürü”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 9, Sayı 18, 2011, 519–539.
[2] Mardin, a.g.e., c. I, s. 69.; İpşirli, a.g.m.
[3] Aydın Temizer, “Osmanlıda Huzur Dersleri Örnekleri Tahlil ve Tenkitli Tefsir Metni Neşirleri”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XV, Sayı: 28 (2013/2).
[4] Başbakanlı Osmanlı Arşivinde bol sayıda Huzur Derslerinde mukarrir ve muhatap ulema listeleri bulunmaktadır. Mardin, Huzur Dersleri, c. I, s. 84, 88; İpşirli, “Huzur Dersleri”, DİA., XVIII, 442. Kara, a.g.m., s. 318–319.
[5] Mardin, Huzur Dersleri, c. I, s. 67–72, 83, 606.
[6] İpşirli, a.g.m.
[7] Topkapı Sarayı Arşivi, TS. MA.e. 1089; Osmanlı Arşivi BOA., Y.MTV., 223/63; BOA., MV 217/109.