Tıp fakültesinin dâhiliye bölümü stajında, kliniğin içindeki küçük sınıfta ders dinlerken içeriye telaşla giren yoğun bakım hemşiresinin gür ve endişeli sesi hepimizi uyandırmıştı. Hemşire, “Hocam, günlerdir komadaki Ali amca karnının acıktığını söyledi. Ali amca kendine geldi, lütfen gelin!” diyerek hasta vizitlerinde neredeyse vefatı beklenen Alzheimer hastamızın son durumu hakkında önemli ve ilgi çekici gelişmeyi haber vermişti. Ders bitiminde hep birlikte hasta vizitine gideceğimiz hâlde, hemşire güzel sayılabilecek bu gelişmeyi neden dersi bölerek haber vermişti?
Her gün hekimlik mesleğinde tecrübeler edinirken bir anda bu garip durum karşısında irkildik. Ölümünün yakın olabileceğini her gün duyduğumuz, hâlini gördüğümüz ağır bir hastanın konuşmaya başlaması, iyileşme belirtisi göstermesi ne anlama geliyordu? Ya o hemşirenin yüzündeki nahoş ifade? Bir insanın sağlık durumunun iyiye gittiği bu yüz ifadesi ile mi haber verilmeliydi? Önemli bir konuyu anlatan hocanın dersi yarıda keserek hemşirenin ardından hastanın odasına koşmasına ne demeli? Neler oluyordu? Meraklı öğrenciler olarak sıraları boşaltıp hocanın peşinden hasta odasına doluştuk.
Ali amcanın canı en sevdiği yemeği çekmiş ve çocuklarına haber verilip dileğinin yerine getirilmesini hemşirelerden yalvarırcasına rica ediyordu. Aylardır uykuda mı komada mı olduğunu o günkü tecrübesizlikle anlayamamış olan biz genç stajyerler için bu gelişme, hepimizin yüzünde bir gülümseme kondurmaya yetmişti. Hastanın vital bulgularını kontrol eden hocamız, Ali amcanın sağ omuzunu sıvazlayıp endişeli gözlerle ona derin derin bakmıştı. Epey bir süre bekledikten sonra kapıya yöneldi. Son bir kez Ali amcaya bakıp hemşirelere, “Hastamızı sakın yalnız bırakmayın, yakınlarına da vedalaşmaları için haber verin.” dedi.
“Veda mı? Ali amca başka bir yere mi gidiyor? Yoksa taburcu mu olacak?” diye düşündüm. “Hocam, neden böyle söylediniz? Ali amca ile ilgili ne düşünüyorsunuz?” diye sordum. “Ölüm iyiliği fenomeni… Meslek hayatınız boyunca kaç kere tecrübe edersiniz bilemem. Bu hastaya dikkat edin!” dedi ve kaldığımız yerden derse devam etmek üzere sınıfa döndük. Yarım saat sonra koridordan yükselen hasta yakınlarının feryatları ile az önce girdiğimiz sınıftan tekrar dışarı attık kendimizi. Yüreği yanmış görünenlerden biri, her gün hastane koridorunda karşılaştığımız Ali amcanın eşiydi.
Nasıl yani, vefat eden, az önce iyileşiyor diye sevindiğimiz Ali amca mıydı? Hislerim donmuştu; hâlim ölüm katılığından hâlliceydi. Bu hadiseyi olumlu/olumsuz tecrübeler arşivinden hangisine kaldırmalıydım?
Hocamızın “Ölüm iyiliği fenomenini araştırın. Yarın derste bu konuyu konuşacağız.” sözleri ile ders sona erdi.
Yeryüzünde sayısız canlıları dirilterek sınırsız kudreti gösteren Rabbimiz, elbette öldükten sonra dirilmeye ve sonsuz bir hayata çok muhtaç ve müştak olan insanları da yeniden diriltecek ve ebedî bir âlemde, ölümsüz bir hayata mazhar kılacaktır.
Ölümn mahiyetini araştırmaya başladığımda, karşıma çıkan ilk cümlenin hatırımda kalması kolay olmuştu. Her doğanın ölmesi, ölüm gerçeğinin en büyük deliliydi. Zahiren acı gibi görünen bu hadise karşısında, yeniden dirilme, başka bir âlemde yaşama inancı, bize teselli verir. Rahmeti Sonsuz tarafından hikmetle yaratılıp bu dünyaya gönderiliyoruz. Vakti gelince ebedî hayat için verilen bir terhis tezkeresi ile yeni hayatımıza doğru yola çıkacağız. Bu ne muhteşem bir nizam ki insanlığın ilk var olduğu günden beri aksamadan devam ediyor.
Zihnimden sorular gelip geçiyordu: Ölüm iyiliği hâli, ölüm hadisesinin hangi safhasında yaşanıyordu? Herkes bu aşamadan geçiyor muydu? Bu hâl yaşanıyorsa hikmeti ne olabilirdi?
Ölüm anında yaşananlar, birçok araştırmanın konusu olmuştur. Ölüm iyiliği fenomenine dair ulaşılabilen ilk kayıtlar, 1800’lü yıllarda hastalara bakım hizmeti veren aile üyeleri veya hemşirelerin gözlemlerine dayanmaktadır. Demans (bunama) ve şizofreni başta olmak üzere, psikiyatrik ve nörolojik hastalıklarda, ölümden dakikalar, saatler, günler, hatta haftalar öncesinde hastalığın şiddetinde beklenmedik şekilde azalma, belirti ve bulgularda iyileşme ile oluşan zihnî berraklık durumuna “ölüm iyiliği fenomeni” denir. Hipokrat, Plutarkos, Galen ve İbn-i Sina gibi hekim ve filozoflar tarafından fark edilen ve son 250 yıldır bu durumu açıklayan olgu örnekleri, ekseriyetle Alzheimer ve şizofreni başta olmak üzere beyin absesi, beyin tümörü, menenjit, inme ve duygudurum bozukluğu teşhisiyle takip edilen hastaların hikâyelerine dayanmaktadır.[1]
Ölüm iyiliği hakkında bugüne kadar yayımlanan en dikkat çekici vaka, 1896–1922 yılları arasında yaşayan Anna Katharina Ehmer olgusudur.[2] Klinik kayıtlara göre tüberküloz teşhisiyle takip edilen hastanın ayağı, ileri derece tüberküloz sebebi ile kesilir. Tüberküloz menenjite yol açar ve ağır beyin hasarı gelişir. Hayatının büyük kısmını bakımevinde geçiren Anna, konuşma kabiliyetini kaybeder, saatlerce bir noktaya sabit bakar, tıkınırcasına yemek yer ve anlamsız çığlıklar atarak gününü geçiririr. Hastalığı sebebiyle konuşmayı öğrenemeyen Anna, hayatı boyunca kendini kelimelerle ifade edemez. Buna rağmen ölümünden 30 dakika önce, ölüm ve huzur hakkında şarkılar söylemeye başlar ve vefat eder. Anna’yı takip eden hekim ve hemşireler bu durumu mucize olarak yorumlarlar.[3]
1975 yılında ölüm iyiliği fenomeninin tekrar gündeme gelmesinde öncü olan Turetskaia ve Romanenko tarafından yayımlanan bir makalede ise üç kronik şizofreni olgusundan bahsedilir. İlk hasta, hayatının son 17 yılını, bırakıldığı şekli değiştirmeden (katatonik postürde), hareketsiz geçiren, 27 yıllık tedaviye dirençli bir şizofreni hastasıdır. Ölümünden 45 gün önce şizofreni belirtileri gerileyen bu hasta, ruhî açıdan neredeyse normal kabul edilecek seviyedeyken ölür. Diğer iki hasta da benzer şekilde, ölümlerine yaklaşık 40 gün kala düzelir, hatta biri taburcu edilerek son günlerini evde ailesi ile geçirir. Bu üç hastanın Anna olgusundan farkı, ölüm öncesi, uzun bir mental iyilik hâli göstermiş olmalarıdır.[4]
İnme atağı geçiren 91 yaşındaki bir kadın hasta, hareket, mimik ve konuşma kabiliyetini tamamen kaybeder. Kızının müşahedesine göre ölümünden kısa süre önce gülümsemeye, yatakta kendi başına doğrularak oturmaya başlar ve neşeli bir ses tonuyla ölmüş eşinin ismini söyler. Beklenmedik ve şaşırtıcı bu iyilik hâlinin ardından vefat eder.[5]
Ölüm iyiliği fenomeni uzun yıllardır bilinmesine rağmen fizyolojik mekanizmalar ile açıklanamamış ve bu yüzden günümüze kadar yeterince ilgi görmemiştir. Birçok açıklayıcı model geliştirilmeye çalışılsa da bugüne kadar ölüm iyiliği fenomeni ile ilgili olarak tatmin edici bir model öne sürülemediği gibi olaya hasta yakınları tarafından manevî anlamlar yüklenmesi, seküler dünya görüşüne sahip hekimlerin bu konudan imtina etmesine sebep olmuştur.
Bu dönemde görülen iyilik hâlinin, bazı hastalarda sadece hafızanın kısa süreliğine geri kazanılması ile sınırlı kaldığı, bazılarında da kaybettikleri konuşma ve motor becerilerinin de geri gelmesi şeklinde seyrettiği görülmektedir. Ayrıca iyilik hâlinin süresindeki farklılıklar, bu fenomeni aydınlatmada birden fazla, belki de her hastalık veya hastaya özgü, açıklayıcı bir model olması gerektiğini düşündürmektedir.[6] Araştırmalara göre, ölüm iyiliği hâlini tek bir mekanizmayla açıklamak mümkün görünmemektedir. Materyalist olmayan yaklaşıma göre, bu fenomenin açıklanmasında belki de bilinen beyin fizyolojisinden daha geniş bir bakış açısına ihtiyaç vardır. Hastaların ölümden önce yaşadığı bu aydınlanma ve şuur dönemi, maddî bedenimizin bir parçası olan beynin fonksiyonlarından bağımsız bir biçimde gelişiyor olabilir.[7]
Yapılan çalışmalar 2030 yılında ölümlerin %90’ının hastanelerde olacağını göstermektedir.[8] Bu da hastaların son dönemlerinin hekimler tarafından gözlenmesinde ve ölüm iyiliği fenomeninin farklı hastalıklarda değişkenlik gösterip göstermediğinin açıklığa kavuşturulmasında faydalı olacaktır.
Modern tıp, bahsi geçen sürecin hususiyetlerinin aydınlatılmasının hasta ve yakınlarının ölüm öncesi dönemlerini daha huzurlu geçirmesine ve hastalıkların tedavisinde yeni yöntemler geliştirilmesine yardımcı olacağına inanmaktadır. Peki ya ölüm sonrası hayatımız?
“Hâlbuki Allah’ın nimetlerini birer birer saymaya kalksanız, mümkün değil, sayamazsınız. Gerçekten Rabbin Gafur’dur, Rahim’dir.” (Nahl, 16/18). Hayat boyu bizleri nimetleri ile perverde eden Yüce Sultanımızın ölüm anında, “ölüm iyiliği” gibi hususî bir lütufta bulunması, gidilen yeni âlem hakkında verilen bir beşaret olabilir mi? Keyfiyetini yaşamadan tam bilemeyeceğimiz ölüm sürecinde, bahsettiğimiz bu hâl, bir şefkat göstergesi ve bir rahmet cilvesi değil midir? Hiçbir zaman başıboş değiliz. Rabbimizden burada ve ötelerde rahmetiyle muamelede bulunmasını niyaz ediyoruz.
Dipnotlar
[1] M. Nahm, “Terminal lucidity in people with mental illness and other mental disability: an overview and implications for possible explanatory models”, J Near Death Stud, 2009, 28:87–106.
[2] Fritz Happich, Das Hessische Brüderhaus und seine Anstalten Hephata, Treysa: Hessisches Brüderhaus, 1947.
[3] M. Nahm, B. Greyson, “The death of Anna Katharina Ehmer: a case study in terminal lucidity”, Omega, 2013, 68:77–87.
[4] P. Fenwick ve ark. “Comfort for dying: Five year retrospective and one year prospective studies of end life experiences”, Arc Gerontol Geriatr, 2010, 51:173–179.
[5] M. Nahm ve ark. “Terminal lucidity: a review and case collection”, Arch Gerontol Geriatr, 2012, 55:138.
[6] Nahm ve Greyson, a.g.e. (2013).
[7] Nahm, a.g.e. (2009).
[8] P. Fenwick, “End of life experiences: phenomena of dying”, J Holistic Health, 2011, 8:22–26.