Pek çok şair ve yazara ilham kaynağı olan sonbahar, hüzün ve ayrılık mevsimi olarak bilinse de bakış açısına göre kendisine farklı anlamlar yüklenir. Belki de sonbahar, hüzün mevsimi değil de insanların ona kendi hüzünlerini yükledikleri, onların dertlerini yüklenen, fedakâr bir mevsimdir. Dert limanı gibidir o. Gelen yükünü boşaltır, giden derdini bırakır. Âdeta bu yüzden hüznün tonları ile boyanmıştır, ama bakış açısını ayarlayabilenler için ayrıntılarda ümit tonlarını görmek hiç de zor değildir.
Dalından düşen yaprağa odaklananlar için hüzün bestesidir sonbahar. Bazılarına göre, bülbülün güle karşı hissettiği aşkın feryadının duyulduğu bir mevsimdir. Aşkın en ızdıraplı mevsimidir belki.
Sonbahar, kendisinden ayrı düşünülmesi mümkün olmayan “hüzün” ile birlikte dinginliktir aslında. Baharın geçici coşkusu ve heyecanından, yaz mevsiminin getirdiği rehavet ve bazen sonu gelmeyen ihtiraslardan arınma, gerçeklerle yüzleşme, yüzleşirken de olgunlaşma demektir.
Gösterişten uzaklaşıp sadeliğin hâkim olduğu renginde, ne yeşilin göz dolduran koyu tonu ne kırmızının can alıcı tutkusu vardır. Sonbaharın rengi, hayat tecrübesi olarak da ifade edebileceğimiz yaşanmışlıkların etkisi ile son derece iddiasız, hatta yer yer soluktur, ama ressamın tuvaline vurduğu son fırça darbeleri ile tam şeklini alan muazzam bir tabloyu hatırlatır. Renkler arasındaki ihtişam yarışında, kahverenginin asaletinin galibiyetidir sonbahar. Kırmızıdan vazgeçiş, sarıya duyulan sevdadır.
Yaz sıcaklarından sonra, kış ayazına geçmeden önce yapılan hazırlıktır sonbahar. Bahar meltemlerinin fısıldadığı muştular yerine, yaklaşan kış mevsimini hatırlatan sonbaharın rüzgârı serttir, ama gerçeği açıkça söylediği için aslında dost mevsimdir sonbahar.