Akıl, nazarını yeryüzündeki hayata hizmet eden göğümüzdeki güneşe çevirmeye niyetlenmişken, ondan daha parlak bir güneşin ruh semasında parıldadığını görür. Biricik dostu kalb ile göz göze gelince, Üstadının, “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku!”[i] sedasını hatırlar. Akıl, âfâkta seyredeceği güneş, ay ve yıldızları, enfüste okumaya koyulur. Zira insanda âlemler gizlenmiştir.[ii]
Ruh semasının, güneş gibi bir kalb, ondan ışığını alan ay gibi bir akıl, göğü süsleyen yıldızlar gibi latifeler ile yazılmakta olduğunu fark eden akıl, bakteriler sayfasında avladığı tecellileri,[iii] ruh seması sayfasında avlamak üzere, ilk olarak dostu kalbe yönelir. Görür ki kalbin mülk ve melekût âlemine bakan iki yüzü var. Hâlık, Muhyi, Hay ve Kayyum gibi isimlerin tecellisi olarak bedene her an hayat ihsan edilmektedir. Hayat ile insanda görünür hâle gelen tecellilerin her kalb atışıyla tazelendiğini gören akıl, nabzına kulak verince, “Göklerde olan, yerde olan herkes, ihtiyaçları için O’na yalvarır (bütün bunları gerçekleştirmek için) O, her an yeni tecellilerle iş başındadır.” (Rahman, 55/29) hakikatini işitir.
Kalb Güneşi ve Hakiki Hayat
Kalbin mânâ âlemine bakan yüzü ise insanın manevî anatomisinde benzer bir vazifeyi eda eder. İmanın nuru ve şuuruyla İlahî isim ve sıfatların tecellilerine açılan kalb, ibadet ile bu nuranî cilveleri metafizik kılcallara pompalar. Böylece insan, kalb ve ruhun hayat derecesinde teneffüs eder. Tek bir soluk, elbette hayatın devamı için yeterli olmaz. Maddî kalbin, Kayyum isminin tecellisiyle sürekli atışının insan iradesi dışında gerçekleşmesine karşı, manevî kalbin, iman ve ibadet ile hayatiyet kazanması, tefekkür, muhasebe ve murakabe ile Kayyum isminin farklı tecellilerine hazır hâle gelmesi ve böylece devamı, insan iradesine bağlanmıştır.[iv] Bu gerçekleştiğinde kalb, ruh semasının güneşi hâline gelir ve ışığıyla karanlıkları boğar. Akıl, bu ziya ile nurlanır. Latifeler pırıl pırıl yıldızlar gibi ruh semasını süsleyen temaşa noktalarına dönüşür ve “insanca var olmanın, yaşamanın bütün hazları birden duyulur.”[v]
Ruhumuzun Heykelini Dikerken
Üstadının rehberliğinde kalbine açılan akıl, kendini idrak eder. Hay, Kayyum, Sâni ve Hakîm gibi isimlerin nuruyla ruh semasını aydınlatır ve mahiyetindeki kemal ve sanatın kusursuzluğu lisanını okumaya başlar. Sâni ve Hakîm Rabbinin, kendisini tam ve mükemmel bir donanımda yarattığına şahitlik ederek, “Biz insanı en mükemmel sûrette yarattık.” (Tîn, 95/4) âyetinin hükmünü tasdik eder ve Alvarlı Efe Hazretleri gibi haykırır: “Değildir bu bana layık bu bende / Bana bu lütf ile ihsan nedendir?”
[i] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 747.
[ii] “Avâlim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir.” Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, İstanbul: Sütun Yayınları, 2007, s. 64.
[iii] Bakınız: Fatmanur Kılıç, “Bakteriler Âleminde Bir Tefekkür”, Çağlayan, Sayı: 76, Temmuz 2023.
[iv] M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 83.
[v] A.g.e. s. 74.