Görme Sanatı

Sanat bir lisan ve aynı zamanda iyi bir mürebbidir. Sanatın nefis ve irade terbiyesindeki tesirlerini çok iyi bilen ecdadımız, tahsil çağına gelen gençleri kötü alışkanlıklardan korumak ve onlara disiplin kazandırmak için hüsn-i hat gibi sanatları öğretirlerdi. Gençler, hocalarının dizlerinin dibinde yazı tahsiliyle beraber sabır, çalışkanlık, tertip ve temizlik gibi güzel hasletler de edinerek sağlam bir şahsiyet kazanırlardı.

Sanatın imana refakati sayesinde, Rabbimiz tarafından harikulade eserlerle donatılmış bu muhteşem dünya, şaha kalkmış mabetleri, şehadet parmakları gibi öteleri gösteren minareleri, her biri başlı başına birer mesaj sayılan mermerlerin alınlarındaki mübarek desen ve motifleri, çeşit çeşit hat sanatları, pırıl pırıl tezhipleri; solmayan işlemeleri ve kelebek kanatları kadar güzel nakışlarıyla seyrine doyulmayan bir güzellikler galerisi hâline gelmiştir.[1]

Her sanatkâr, eserinin görülüp takdir edilmesini ister. İnsan görme, işitme ve dokunma gibi duyuları ile bu eserlerin inceliklerini fark etmeye ve hikmetlerini hayretle anlamaya en müsait mahiyetteki varlıktır.

İnsanın görmesi, hayatî bir faaliyettir. Görme sırasında beynimizin yarısından fazlası aktifleştiğinden beyin tarafından harcanan enerjinin büyük bir kısmı görme faaliyeti için kullanılır.[2] Beynin görsel algılama sürecinde, gözün saniyede iki veya üç kere sıçrama ile odak noktası değiştirmesi suretiyle oluşturulan görüntüler, beynin arka tarafındaki görüntü yönlendirme merkezine giriş yapar. Ardından çizgi, renk, hareket, yüz ve nesnelerin algılanmaları için hususî bölgelere yönlendirilir. Yapılan çalışmalarda, yatay ve dikey çizgilerin algılanmasının bile beynin farklı bölgelerinde olduğu tespit edilmiştir.

Nöroestetik

Nöroestetik, sanat eserlerindeki renk, çizgi ve şekil gibi unsurların beyin tarafından nasıl algılandığı ile ilgili bir çalışma alanıdır. Zihnin görsel ve estetik algısının biyolojik temellerini konu alan çalışmalar, 19. yüzyılın sonlarında başlamışsa da beynimizdeki fizyolojik süreçleri izlemek için gerekli teknolojiler son 50 yılda geliştirilmiştir. Bu gelişmeler vasıtasıyla bir sanat eseri veya sıradan bir nesneyi incelerken beynimizin nasıl tepkiler verdiği anlaşılmaya başlanmıştır. Bu maksatla kullanılan teknolojiler arasında, fMRI (fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme), EEG (elektroenselogram: beyin dalgaları çizelgesi) ve MEG (manyetoensefalografi)[3] ve son dönemlerde de fNIRS (fonksiyonel kızılötesine yakın spektroskopi) yer almaktadır.[4]

Güzelliği fark edip algılayabilen bir varlık olarak dünyaya gelen insanoğlu, güzel sesler ve güzel yüzler karşısında heyecanlanır ve hayranlığını gizleyemez. Her fânide bu iştiyak az çok mevcuttur. Ancak herkes kendi talebi ve kameti nispetinde duyar ve anlar.

Nöroestetik çalışmalarında yol aldıkça kompleks görme sürecinin ayrıntıları ortaya çıkmaktadır. Görme sürecinde beyin, hayatî önemi olan ayrıntılara daha fazla odaklanmakta, art arda algılanan bütün detaylar birleştirilerek görüş alanının tamamı net bir şekilde algılanabilmektedir. İnsan yüzüne bakan gözün incelendiği bir çalışmada, odaklanma önceliğinin, duyguların ifade potansiyelinin ve fizikî bilgilerin yüksek olduğu yüz bölgesindeki göz, dudak ve yüzün dış hatlarına verildiği belirlenmiştir.[5] Yeni bir kimse ile tanışıldığında beynin sağ tarafı devreye girmekte, yüz hafızası beyinde derin izler bıraktığı için insan, çocukken gördüğü bir kimsenin yıllar sonraki yaşlanmış hâlini bile kolaylıkla tanıyabilmektedir.[6]Bebekler de doğumdan sonraki bir saat içinde, yüze benzeyen görüntülere odaklanırlar. Üç aylık bebeklerin ise güzel yüzlere daha uzun süre odaklandıkları tespit edilmiştir.[7]

Beyindeki Hususî Bölgeler

Sadece yüzü algılamak için beyinde birçok hususî bölgenin yaratılması, mahlukatın ne denli sanatlı yapıldığını ve Sâni-i Zülcelâl’in nihayetsiz maharetli ve muktedir olduğunu gösterir. Beyinde “occipital yüz alanı” olarak bilinen bölge, yüz görüntüsünün ilk algılandığı yerdir. Ayrıca “fusiform yüz alanı”, yüzleri tanıma ve onları güzel veya çirkin olarak sınıflandırmada; “üst temporal sulkus”, bakış ve ifadelere anlam verilmesinde; “amigdala”, duygular ve güven ile ilgili kararlar alınmasında ve “orbitofrontal korteks”, yüzün cazibesinin değerlendirilmesinde istihdam edilmektedir.[8]

Sonsuz rahmet sahibi Rabbimiz, ihtiyaçlarımızı yaratmakla kalmaz, onları kimsenin yardımına muhtaç olmadan tanımayı kolaylaştıran işaretleri de canlıların bünyelerine yerleştirir. Önemli işaretlerden olan renklerin her biri, belki her bir tonu, beyindeki hususî bir bölgede, şekil ve hareketlerden 60 ile 80 milisaniye kadar daha önce algılanır. Nesneleri tanıma bakımından renklerin önemi hayatidir. Yaratılmış her bir sanat eserinin kendine has renginin olması, o kadar alışılmış bir durumdur ki renksiz, şeffaf bir mahluk görmek olağan dışı kabul edilir.

Dikkat çekici diğer bir nokta, sanat eserlerindeki görüntülerin beyin tarafından gerçek gibi algılanıyor olmasıdır.[9] Mesela hasret duyduğumuz kimselerin veya yerlerin fotoğraflarına bakmak, özlemimizi gidermeye yardımcı olur. Beynimizdeki ve ruhumuzdaki bu hususiyet, çoğumuz için teselli ve rehabilitasyon vesilesi olur.

Güzellik

Güzel görmek ve güzelliği algılamak, insana haz verir ve böylece hayatı cazip hâle getirir. Bir manzara resmine bakarken ve gerçek bir manzarayı seyrederken beynin aynı bölgelerinin uyarılması ilgi çekicidir.[10] Güzel bir şeyi seyrederken acıya dayanma gücü artmakta,[11] lezzetli bir yemeği yerken alınan hazza benzer bir şekilde beynimiz uyarılmaktadır.[12] Bu tespitler ışığında, beyindeki ödül süreçlerinin, güzel bulunan görüntüler ile uyarıldığını, kendimizi ödüllendirmek istediğimiz zaman güzellikleri daha fazla görmeye meyilli olduğumuzu söyleyebiliriz.

Görmeye alıştığımız bir ağaç gibi binlerce görüntü, bizi rahatsız etmemekte, aksine yokluğu içimizde boşluk hissi oluşturmaktadır. Bir eserdeki unsurların yerleştirilme tarzı, seyircinin algılamasını etkiler. Eseri yaratan ve eseri algılamaya muhtaç olanı icat eden aynı Zât olmalıdır ki bu önemli ayrıntılar göz ardı edilmemiş olsun.

Âşinalık

Devamlı görülen kişilerin yüzleri, âşinalık arttıkça daha çok beğenilmektedir. Bir nesnenin uygun bir şekilde sunulması ve ona âşinalık kazandırılması muhataplardaki beğeniyi artırabilmektedir. Varlığına alıştıklarımızı, daha az gördüklerimiz veya görmediklerimize göre daha çok beğeniriz. Aile ortamında aynı fertleri görmek, her gün aynı suyu içmek, benzer gıdaları tüketmek ve aynı gökyüzünü seyretmek, insanı usandırmamakta, hatta saadet vesilesi olmaktadır. Gökyüzünü, suyu ve leziz gıdaları yaratan Zât-ı Akdes’in, bu nimetlerden lezzet alacak şekilde canlıları yaratması ne büyük bir rahmet eseridir!

Her Şey Bir Sanat Eseridir

İnsanlar yemek, eş ve barınma gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasından haz duyarlar. Bu süreçlerde ulaşılan mutluluk hissinin ortaya çıkmasında vazifelendirilmiş beyin bölgesi amigdaladır.[13] Sanat eserlerini seyretmenin, temel ihtiyaçların karşılanması sırasında beyinde yaratılan uyarılara benzer şekilde bir tesiri olduğu anlaşılmıştır. Gerçek elma ile elma resmi, beyinde aynı bölgeyi uyarmakta, ayrıca sanat eserlerinin muhtevasına göre, beynin farklı bölgeleri de aktive olabilmektedir.[14] Bir elmaya bakarken ve bir elma resmini seyrederken alınan lezzet arasında fark olmaması çok hikmetlidir. Demek ki sıradan gibi görünen her şey aslında bir sanat eseridir. Biz farkında olmasak bile beynimiz bunu kabul ederek o şekilde tepki vermektedir.

Mücerret güzellik duygusunun insana verilmesi, o güzelliğin hakikatine nazarlarımızın çevrilmesi içindir. Serapa güzellikler meşheri olan kâinatın muhteşem Sanatkârı, isimlerinin tezahürü ve sıfatlarının tecellisiyle bize Zât’ını tanıttırmak ve sevdirmeyi murat etmektedir.[15] O’nu tanımaya ve sevmeye pek müsait insanoğlu daha neyi beklemektedir!

Dipnotlar

[1] M. Saraçoğlu, “Sanat ve İlâhî Güzellik”, Sızıntı, Şubat 1994.

[2] G. Mather, The Psychology of Visual Art: Eye, Brain and Art, Cambridge: Cambridge University Press, 2015.

[3] Beyindeki elektrik faaliyetleri sonucu oluşan manyetik alanı tespit edip kaydetmeye yarayan görüntüleme tekniği.

[4] U. Kreplin ve S. H. Fairclough, “Activation of the Rostromedial Prefrontal Cortex during the Experience of Positive Emotion in the Context of Esthetic Experience: An fNIRS Study”, Frontiers in Human Neuroscience, Vol. 7, 2013.

[5] R. L. Solso, Cognition and the Visual Arts, Cambridge, Massachusetts: MIT Press, 1996.

[6] E. Goldberg, The Executive Brain: Frontal Lobes and the Civilized Mind, New York: Oxford University Press 2015, s. 8.

[7] U. C. Krentz ve R. K. Earl, “The baby as beholder: Adults and infants have common preferences for original art”, Psychology of Aesthetics, Creativity, and the Art, 2013, 7(2), s. 181–190.

[8] M. Martín-Loeches ve ark. “Beauty and Ugliness in the Bodies and Faces of Others: an FMRI Study of Person Esthetic Judgement”, Neuroscience, 2014, Vol. 277, s. 486–497.

[9] A. Chatterjee, The Aesthetic Brain: How We Evolved to Desire Beauty and Enjoy Art, New York: Oxford University Press, 2015.

[10] B. R. Conway ve A. Rehding, “Neuroaesthetics and the Trouble with Beauty”, PLoS Biology, 2013, doi.org/10.1371/journal.pbio.1001504.

[11] A. Chatterjee, Neurobiology of Sensation and Reward, Boca Raton: CRC Press/Taylor & Francis, 2011, s. 391–404.

[12] L. P. Kirsch ve ark. “Shaping and reshaping the aesthetic brain: Emerging perspectives on the neurobiology of embodied aesthetics”, Neuroscience & Biobehavioral Reviews, 2016, Vol. 62, s. 56–68.

[13] A. P. Shimamura, Experiencing Art: In the Brain of the Beholder, New York: Oxford University Press, 2013.

[14] A.g.e.

[15] Dündar Denizli, “Sanat ve Güzellik”, Sızıntı, Ağustos 1982.

Bu yazıyı paylaş