- yüzyılın başlarında II. Wilhelm liderliğinde denizlere hükmedip dünya muvazenesinde yerini almaya hazırlanan Alman İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı’nda ağır bir yenilgi almış ve tarih sahnesine veda etmişti. Savaş mağlubiyetinin meydana getirdiği siyasi, ekonomik ve manevî buhran, 1918 yılında ilan edilen genç Alman demokrasisinin sağlam bir toplumsal zemine oturmasına mâni oluyordu. Ülkenin birçok aydını Almanya’nın geleceğiyle ilgili ümitsizliğe kapılırken Kurt Hahn adında idealist bir eğitimci, milletinin geleceği adına çıkış yolları arıyordu.
1886 yılında, Berlin’deki fabrikatör bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Kurt Hahn, Berlin, Heidelberg ve Oxford üniversitelerinde psikoloji, pedagoji ve ekonomi bölümlerinde yüksek tahsil gördü. Eğitim hayatının ardından 1914 yılında İngiltere uzmanı olarak Alman hariciyesinde görev aldı ve bu sayede önemli siyasi bağlantılar kurma imkânı buldu. Savaş yenilgisinin yurttaşları üzerinde oluşturduğu menfi tesirleri inceleyen Hahn, bu gözlemlerini, kaleme aldığı mektuplarında toplumun önde gelenleriyle paylaştı.
Alman pedagog mektuplarında gençlerde müşahede ettiği problemleri dile getiriyor, muhataplarını onlara sahip çıkmaya davet ediyordu. Gençler, şehirlerde ahlakî erozyona sürükleniyor, modernitenin getirdiği yeni akımlar ve 1920’li yıllarda yaygınlaşmaya başlayan medya vasıtasıyla bohemliğe itiliyorlardı. Radyo ve sinemanın, çocukların duygu dünyalarında meydana getirdiği zararlara dikkat çeken Hahn, özellikle ergenlik dönemindeki gençlerin bu menfi cereyanların tesirinden kendilerini korumalarının neredeyse imkânsız olduğunu belirtiyordu.
Gençler farklı hayat tarzlarının etkisi altındaydı. Bilhassa ailede verilen terbiyeden mahrum kalan gençler, sürekli yeni hayat tarzlarını taklit edecek ve kişiliksiz hâle geleceklerdi. Kurt Hahn’a göre, modern çağ ve kapitalist sistem, insanın meslekî başarısını, ulaşılması gereken en yüksek gaye hâline getirmişti ve böyle bir sistemde eğitim, ekonomik başarı ve sosyal statüye ulaştıran bir araçtan ibaretti. Bürokratik sistemde hapsolan devlet okulları, gençlik dinamizmini, yüksek ideallere yönlendirmeyi başaramıyor ve gençleri modern çağın tehlikelerinden koruyamıyordu. Okullarda bilgi aktarımı, karakter eğitiminin önündeydi. Okul idarecileri ve öğretmenler, kendilerini bu konuda yeterince sorumlu hissetmiyordu. Oysa bir okulun başlıca görevi, ahlaklı insan yetiştirmek ve insicamlı bir toplum tesis etmek suretiyle, fertlere uyum içinde yaşamayı öğretmesinde gizliydi. Terbiye, öğretimin bir adım önünde olmalıydı. Bir insan 60 yaşında da matematik formüllerini öğrenebilirdi, fakat dürüstlük gibi bir seciyeyi küçüklüğünde kazanması gerekiyordu.
Alman pedagog; çözümü, çocukların şehir hayatının zararlı atmosferinden uzakta, karakter eğitimine ağırlık veren yatılı özel okullarda eğitim görmesinde bulmuştu. Bu okullarla, maddî ve manevî bir çöküş yaşayan Alman toplumunun yeniden inşasını hedeflemekteydi. Yatılı okulların, çocukları topluma yabancı hâle getirdiğine dair yöneltilen eleştirilere karşı, öğrencileri hayata kontrollü bir şekilde hazırlamanın gerekliliğine dikkat çeken Hahn şunları ifade eder: “Yatılı özel okullar köylerde olmalı ve etrafları âdeta surlarla çevrilmeli. Fakat surlarda yeterince delik olmalı ki hayatın gerçekleri (bir süzgeçten geçerek) okula girebilsin ve öğrencilerin toplum hayatına yabancı kalmaları önlenmiş olsun.”[1]
Yatılı okullar, talebeleri modern çağın tehlikelerinden korumakla birlikte, sundukları müfredat dışı aktiviteler sayesinde onları zamanın şartlarına uygun yetiştirmeli, onlara teknolojik gelişmelerin yanı sıra özellikle yaşadıkları ülkenin sosyal ve siyasi yapısını çok iyi tanıtmalıydı. Böylece gençler, mezuniyetlerinin ardından aktif fertler olarak hayata adım atacaklardı. Bir gencin topluma kolaylıkla adapte olması adına bilmesi gerekenler ne ise, dışarıdaki hayatın ona ancak o ölçüde tanıtılması gerektiğine inanan Hahn, onları savunmasız bir şekilde modern cereyanlara mârûz bırakmanın, sorumsuzluk olduğunu düşünüyordu. Siyasilere ve aydınlara yazdığı mektuplarda onları Almanya’nın her bölgesinde özel okul inşa etmeye ve bu okullarda toplumun her kesiminden çocukları okutmaya davet ediyordu. Burs imkânları sayesinde zengin ve fakir ailelerin çocuklarının aynı sırayı paylaşmaları sağlanmalıydı. Zira toplumun her kesiminde ve her katmanında kaliteli insana ihtiyaç vardı.
Kurt Hahn, bu okullarda görev alacak öğretmenlerin, aynı zamanda rehber rolü üstlenmeleri ve çocuklara rol model olma vasıfları taşımaları gerektiğine inanıyordu. Çocukların ruhlarında taşıdıkları güzel hasletleri birer embriyoya benzeten Hahn, bu embriyoların gelişiminin aksiyona bağlı olduğunu ifade ediyor, bunun ilk adımını ise sempati duyulan bir kişinin taklit edilmesine bağlıyordu. Bu yüzden çocuk, çevresinde sürekli taklit edebileceği rehberler bulabilmeliydi.
Onun terbiye modelinde sempati, terbiyenin dozunu arttıran bir faktördür. Çocuk, sempati duyduğu kişiden çok şey öğrenebilir. Fakat çocuğun zayıf dimağı, menfi tesirlere de açıktır. Çocuk, temiz vicdanında, kötü bir insana benzememesi gerektiğini hissetse de o insandaki bazı özellikleri hiç fark etmeden şuuraltına alabilir ve zamanla o kötü davranışlar, çocuğun hâl ve hareketlerine yansıyabilir. Bu yüzden Hahn, eğitim modelini tarif ederken, çocukların güvenilir muallimlere emanet edilmesine büyük bir önem verir.
Kurt Hahn’a göre, çocuğa en çok tesir eden unsurların başında, birlikte vakit geçirdiği kişiler gelmektedir. Bir çocuk, harçlığının bir kısmını fakirlere infak eden bir sınıf arkadaşını bu davranışından dolayı takdir edebilir, fakat aynı davranışta bulunmayabilir. Etrafında birçok cömert öğrenci, öğretmen ve rehberin mevcudiyeti ise, onun da cömertlik kazanmasına vesile olacaktır. Okullar, bu tür ahlakî değerleri öğretmekle birlikte onların yaşanabilir hâle gelmelerini de sağlamalıdır. Her okul, çocuğun ruh dünyasında çok güzel filizlenmelere vesile olabilir, ancak bu değerlerin aksiyona dönüştürülmeleri adına gerekli zemin sunulmazsa, bu filizler kısa sürede kuruyacaktır. Cömertliğin güzel bir haslet olduğunu öğreten bir okul, başka zaman dilimlerinde öğrencilere, yardım projeleri oluşturabilecekleri imkânlar sağlamalıdır ki bu haslet, bir ders konusu olmaktan çıkıp çocuğun fıtratına mal olabilsin. Bu açıdan yatılı özel okullar, devlet okullarına kıyasla çok daha avantajlı durumdadır.
Yatılı okullarda çocuklar vatandaşlık şuurunu da daha iyi kavrarlar. Yurt hayatını ilgilendiren bir meselede fedakârlık göstermeye alışan bir genç, yetişkin bir fert olduğunda da toplumu ilgilendiren meselelerde, gerektiğinde şahsî konforundan feragat edebilecektir. Hahn’a göre, bu şuurla donatılan insanların bir araya gelip fikir teatisinde bulunmaları, dâhi seviyesinde bir idarecinin eksikliğini giderebilir. O, böyle bir eğitimin savaşları dahi engelleyebilecek keyfiyette olduğunu savunur. Zira her insanın fıtratında, kendini bir davaya adama, hatta o davada fâni olma eğilimi mevcuttur. Eğer barış zamanlarında insanlar kendilerini rehavete salar ve bu önemli duygu, müspet mânâda fiiliyata dönüşme imkânı bulmaz ise, uluslararası bir kriz durumunda, ifrat derecesinde açığa çıkabilir ve insanların radikalleşip savaş çığırtkanlığı yapmalarına sebep olabilir. Ona göre, öğrencilerin okulda gönüllü olarak başkalarının hayatlarını güzelleştirme adına görev üstlenmeleri bu açıdan çok önemlidir. Bir mektubunda konuyla ilgili şu ifadelere yer verir: “Kurtarma arzusu, insanın ruhunda, savaşın dinamiğinden çok daha güçlü bir dinamik meydana getirir.”[2]
Kurt Hahn hayalini kurduğu yatılı okulu 1919 yılında, daha önce danışmanlığını yaptığı Prens Maximilian von Baden’in desteğiyle, Almanya’nın güneyindeki bir köyde açmayı başarır. 1933 yılında Hitler’in iktidarı ele geçirmesiyle birlikte Naziler okulun idaresine el koyarlar. Yahudi kimliğinden dolayı Büyük Britanya’ya iltica etmek zorunda kalan Alman pedagog, eğitim faaliyetlerini burada da sürdürür ve yeni yatılı okulların açılmasına öncülük eder.[3]
Günümüzde dünyanın birçok ülkesinde tatbik edilen Hahn’ın tecrübelere dayalı eğitim modeli; çocukların, temellerini ahlakîdeğerlerin oluşturduğu nezih okullarda, rol modeller eşliğinde yetişmeleri gerektiğini öngörür. Onun terbiye anlayışına göre, çocuğunuzun belli değerleri benimsemesini istiyorsanız, bu değerlerin cılız bir ses olarak kalmasına müsaade etmemelisiniz. Dolayısıyla değerleriniz, çocuklarınızın gördükleri resimlerde, kulak verdikleri seslerde ve solukladıkları havada kendini hissettirmeli, sürekli ruhlarına ve zihinlerine nüfuz etmelidir.
Kurt Hahn’ın yaşadığı döneme kıyasla, bugün çocuklarımızın okul ve okul dışında mârûz kaldıkları unsurlar göz önünde bulundurulduğunda, günümüzde değerler eğitimine, zaman tanzimine ve mesuliyet şuuruna önem veren ve bu değerlerin hayata hayat kılınmalarına imkân sağlayan yatılı okullar daha da önem kazanmaktadır.
Dipnotlar
[1] Michael Knoll (Ed.), Kurt Hahn: Reform mit Augenmaß, Stuttgart: Klett-Cotta, 1998, s. 203.
[2] A.g.e. s. 303.
[3] Christine Brinck, “Als Erstes eine kalte Dusche, dann der Morgenlauf – vom Pädagogen, der Prinz Philip formte”, www.nzz.ch/feuilleton/der-paedagoge-der-prinz-philipp-formte-kurt-hahn-ld.1614399