Yürüdüğümüz yolların sonunda açılan kapılar vardır. Karşımıza çıkan kapıların bazılarını açmak çok zordur. Her zorluğun kolaylığını yüreğimizde hissetmek için dualar ederiz. Geçmişimizi yeni başlangıçlar için açtığımız kapıların ardında bırakırız.
İşte Esra’nın hikâyesi de bir kapının kapanmasıyla başlamıştı. Uzun bir yolculukla sona ermiş gibi görünse de bitmeyecekti. Bugünlerde, 13 saatlik bir uçak yolculuğunun zihninde oluşturduğu düşüncelerle meşguldü. Beş yaşındaki oğlu ve yaşanılan sıkıntıların sonrasında dünyaya gözlerini iki ay erken açan kızıyla yapılan zorlu bir yolculuktu yaşadığı.
Eşi yurt dışına gittikten sonra, arkasından çocuklarıyla havaalanındaki kapıdan geçemeyişi, saatlerce beklemeleri hep hatırındaydı. Eşinden ayrıldıktan dört ay sonraydı. Havaalanında bavulları vermiş, son kontrol noktasında sıra ona gelmişti. Dört polis memurunun ortasında kalakalmıştı. O anlar aklından hiç çıkmıyordu.
Aradan sekiz ay geçmişti. Yeniden havaalanındaydı. Bavulları vermek için sıraya girmişti. “Bu kez önündeki engeller açılsın. Eşime kavuşayım. Ne olur Allah’ım!” diye yaptığı duaları hatırlıyordu.
Kontrol noktasına geldi. Beş yaşındaki oğlunun, “Uçak arızalanmaz, değil mi anne? Bu kez polisler bizi yine geri çevirmez değil mi? Kardeşim büyüdü artık. Küçük diye uçağa almamazlık etmezler, değil mi anne?” sorularına “İnşallah oğlum, dua edelim.” diye cevap veriyordu. Bir yandan da içindeki korkunun, ümitle yarışmasına şahit oluyordu.
Önünde uzun bir kuyruk vardı. Kızı kucağında, oğlu yanı başındayken hayalen sekiz ay öncesine gitti. Kontrol sırası geldiğinde pasaportunu uzatması, görevlinin telefonla bir yerleri araması geldi gözünün önüne. Yanında beliren dört polisten birinin, “Pasaportunuza el konuldu, yurt dışı yasağınız var hanımefendi. Bizimle geleceksiniz.” sözleri kulaklarında çınlıyordu. Yanında oğlu ve kızından başka kimsesi yoktu. Oğlunun, “Lütfen polis amca, izin ver bize.” diye yalvarmaları… Onu sakinleştirmek için kurduğu cümleler… Hepsini bugün yeniden yaşıyor gibiydi. “Oğlum uçak arızalanmış, kardeşinin biraz daha büyümesi gerekiyormuş, biletimiz bu tarihte değilmiş…” aklına ne gelirse söylemişti. Eşine, “Polisler tarafından ifadeye götürülüyorum.” diye mesaj atmıştı. Görümcelerine de ulaşamamıştı. O telaşla babasının, sabah havaalanına geldiğini bile unutmuştu. Babası, Bursa otobüsüne yetişmek için havaalanından ayrılmıştı. Hemen telefonla arayıp durumu haber etmişti. Babası taksiyle yolda gelirken, dört polisin ortasında beklediler. Neler neler düşünmedi ki o esnada: “Acaba yavrularımdan ayıracaklar mı beni de? Hapse girersem nerede olurum? İstanbul, Adapazarı, Amasya, Ankara?”
Bunların hepsi zihninde canlandı. Aklının ve yüreğinin birbirine girdiği o kontrol noktasında, gözünden dökülen yaşlar, hatıralarına yağıyordu. Bu kez yalnız değildi. Görümcesi ve eşinin amcası da gelmiş, uzaktan onları izliyorlardı.
Sıra onlara geldiğinde memurun yüzünden gözünü ayırmıyordu. Memurun eli yine telefona gitmişti. “Polisler nereden çıkacaklar acaba?” deyip etrafa bakınırken içinden bir ses, “Yine olmadı.” diyordu. Yaklaşık beş dakika sonra, “Buyurun hanımefendi, geçebilirsiniz.” cümlesini nihayet duymuştu. Eline aldığı üç pasaport ve geriye dönüp onu bekleyen görümcesi ve amcasına pasaportları gösterip havalara zıplayışı nasıl güzel bir sahneydi. Bir ülkenin kapısı kapanırken böyle sevinç mi duymalıydı? Açılacak kapıların hayrını istemekten başka bir şey yapamayacağını anladı. Uçağa bininceye kadar endişesi devam etti.
Oğlunun mutluluğuysa görülmeye değerdi. Nihayet saati geldiğinde uçağa bindiler. Gözyaşlarının sevinçten mi yoksa üzüntüden mi aktığını şimdi bile tam olarak bilemiyordu. Uçak havalandığında, “Teşekkür ederim Allah’ım!” dedi.
Beş saatlik uçak yolculuğundan sonra, aktarma yapılacak ülkenin havaalanına indiler. Oğlunun eli elinde, kızı kucağında, omzunda bir kol çantası, insanları takip ediyordu. Dilini bilmediği bir ülkenin havaalanında bir gece beklediler. Yalnızlığın verdiği üzüntü bir yana, içinde ayrı bir sevinç de hissediyordu. Artık uykusuz geceler olmayacak, gizlenmek zorunda kalmayacak ve sürekli adres değişikliği yapmayacaktı. “Çocuklarımdan ayrı düşerim.” düşüncesiyle sabahlara kadar uyanık beklemeyecekti.
Ertesi gün, eşinin olduğu ülkeye gitmeden bir yolculuk daha onları bekliyordu. Dil bilmeden çıktığı bu yolculuk, kim bilir hangi hikmetleri sunacaktı. Nihayet uçağa bindiler. Yolculuk Kamerun’aydı. Oradan da başka bir Afrika ülkesine gitmek için bir uçak yolculuğu daha yapacaklardı. Bir yıldır hayal ettiği yere gidiyordu, eşinin yanına… Oğlu nasıl da mutluydu. Onun sevinci, her şeye değerdi.
Uçağa biner binmez çocuklarının ikisi de uyumuştu. Anne merhameti işte, bir şey olur korkusundan gözlerini kapatmadı. Elleriyle çocukların ellerini sıkı sıkı tutuyordu. Kamerun’da bir uçak değişikliği daha yaptılar. İçinde artık son durağa yaklaşmanın sevinci vardı. Bindikleri uçak bu kez farklıydı. Eski bir uçağa binince, aklında şu sorular dönüp durdu: “Uçak düşerse ne yapacağız. Ölüp gitsek kimse bizden haberdar olmayacak. Eşim buna nasıl dayanır? Annem babam hele!” Elinde yavrularının elleri, dilinde dualar, gözünde yaşlar… Sekiz saat hiç uyumamıştı. Gökyüzünün ışıltılı dünyasında, “Sen çok büyüksün!” sözlerini fısıldayıp durdu. Uçağın her sallanışında “Allah’ım bizi muhafaza eyle.” diye dualar etti. Dışarda şimşekler çakarken gözlerini kapayıp bildiği duaları okudu.
Sabahleyin, yemyeşil ormanların olduğu Afrika topraklarına, uçağın penceresinden hayranlıkla baktı. Allah’ın büyüklüğüne bir kez daha iman etti. Uçak alçalmaya başladığında, oğlunu uyandırıp geldiklerini söyledi. Oğlu sevinçten ne yapacağını bilememiş, sürekli “Ne zaman iniyoruz?” diyordu. Uçakta 100 kadar yolcunun içinde, üç beyaz tenli yolcuya çevrilen gözlerin bazılarından ürkmüştü. Duyguları karışık bir hâl almış, korkmuştu da. Uçak, düzgün olmayan bir zemine, sarsıntılı bir iniş yapmıştı. Kapıya doğru yönelirken ülkesinde kapanan kapıları düşündü. “Allah’ım bir kapıyı kapatıp bir kapıyı açan Sen’sin.” dedi.
Uçağın merdivenlerinden inerken ayakları titriyordu. Yağmurlu bir Afrika sabahında, hayatının değişeceği bir dönem açılıyordu. Uçağın yanında eski, küçük bir minibüs bekliyordu onları. Yolcularla birlikte bindiler. Beş dakika sonra, çıkış kapısının önünde eşini görünce artık yüreğindeki bütün gözyaşları, yanaklarından aşağı dökülüverdi. Oğluna, “İşte, baban orada.” diyerek babasını gösterdi. Elini bırakıp babasına koşan oğlunun ardından sevinçle baktı Esra.
İki sahne vardı ki unutamıyordu. 43 günlükken, babasından ayrılan kızının ve beş yaşındaki oğlunun babalarıyla buluşma sahneleri. Oğlunun, “Baba!” diye haykırması hâlâ kulaklarındaydı. “Teşekkür ederim Allah’ım.” cümlesiyse her an dilinde.
Açılıp kapanan kapılarda ne hikâyeler bıraktı insanlar! Esra ve ailesi gibi binlercesi… Her kapının hikmetini, geçtikten sonra idrak ettiler, etmeye de devam ediyorlar. Bir adımla başlayan hikâyelerde, kavuşmayla biten sonlara açılsın bütün kapılar…