Firavunların Karakteri

Kur’ân-ı Kerim’de en fazla yer alan kıssa, Hazreti Musa’nın (aleyhisselâm) ve İsrailoğullarının kıssasıdır. Tevrat’ta da bu kıssa, geniş bir yer bulur. Hazreti Musa, Firavunların kendilerini kral ve ilah (!) ilan ettikleri bir zamanda doğmuştur. Antik Mısır’ın bâtıl inancına göre, Firavun bir ilahın tecessüm etmiş hâli olarak kabul edilmiş, tapınaklardaki ayinler de onun adına yapılmıştır.[1]

Milattan önceki tarihî kayıtlara göre, Nil civarında yaşayan halklar, kendilerine çok menfaati olan inek gibi bazı hayvanları ilahlaştırmış, astronomik hadiseleri sözde ilahlarla ilişkilendirerek Mısır mitolojisinin doğmasına sebep olmuşlardır.[2]

Sosyal çevrenin ve geleneklerin, liderlerini tanrılaştırmadaki etkisi nedir? Kur’ân ve Sünnet’te, sosyal çevrenin kişi üzerinde oluşturacağı ifsat etkisi anlatılmakta ve insan bu konuda uyarılmaktadır.[3] Her toplumda belli bir gelenek vardır ve bazı gelenekler zamanla insanlarda bir körlüğe yol açabilir. Toplumların kültleri, tabuları, efsaneleri ve bağlılıkları; mitolojik bir evren kurgulama kapasitesine sahiptir. Mısır halkı, Mısır’ın kuruluşunu kâinatın yaratılmasıyla özdeşleştirmiş ve devletlerine kutsallık atfetmişlerdir. Firavunların taç giyme törenleri, bu kutsallığın yenilenmesi görevi olarak kabul edilmiştir. Kendilerine böyle bir rol biçilen Firavunlar, devleti kaostan uzak tutacak kişiler olarak görülmüştür.[4]Bu anlayış, Antik Mısır’daki savaşların ve parçalanmışlıkların ardından gelen refah döneminin sağlanması ve devam ettirilmesiyle de alâkalıdır. Bu düzeni sağlayacak olan Firavunlara da ilahî bir kimlik verilmiştir! Hazreti Musa (aleyhisselâm) bu bâtıl anlayışta kaos ve kargaşayı temsil eden şahsiyet olarak kabul edildiği için İsrailoğulları onun getirdiği dine karşılık atalarının dinini öne sürmüşlerdir:[5]Onlara: ‘Gelin Allah’ın indirdiği buyruklara tâbi olun!’ denildiğinde: ‘Hayır, biz babalarımızı ne durumda bulduysak ona uyarız.’ derler. Babaları bir şeye akıl erdirememiş ve doğruyu bulamamış olsalar da mı onlara uyacaklar?” (Bakara, 2/170).

Konunun bir başka yönü de “aşırı yüceltici” tutum ve atalar kültüdür. Yoldan çıkan bütün toplumların ileri sürdüğü “melek bir peygamber” isteği de bu tutumun sonucudur. Dinin özünü “kutsilik” oluşturur. Kutsî olanın, profan (din dışı) olana güç ve değer bakımından bir üstünlüğü vardır.[6]

İsrailoğullarının 430 yıllık kölelik dönemi olduğu kabul edilir.[7] Kâhinler ve sihirbazlar, dört koldan mevcut düzenin devam etmesi yönünde çalışmış, sürekli olarak insanlara Firavun’un çok güçlü olduğunu ve onu yenebilecek hiçbir gücün olmadığını, üstelik karınlarını Firavun’un doyurduğunu, o olmazsa aç kalacaklarını telkin etmişlerdir. Kasas sûresinde geçen, “Doğru söylüyorsun, ama biz sana tâbi olup o doğru yolu tutarsak, yerimizden yurdumuzdan olur, burada barınamayız.” (Kasas, 28/57) cümlesi, bu durumun özeti mahiyetindedir. Çeşitli psikolojik zaaflar taşıyan bu insanların bir kısmı, Mısır’dan ayrıldıktan sonra da bu ruh hâletinden kurtulamamış, Hazreti Musa (aleyhisselâm) Tur dağına çıktığı zaman atalarının inançlarına dönüvermişlerdir.

Kur’ân-ı Kerim’de “âbâ” kelimesiyle belirtilen “babalar/atalar silsilesi” ifadesi geçmektedir. Atalar geleneğini kutsal sayıp ona uymayı, en iyi davranış biçimi olarak kabul edenlere göre bilgi, atalarının tecrübe ettikleri ve kendilerine miras bıraktıkları bilgidir. Çünkü onlara göre asırlardır yapılagelen dinî ayinler ve inanışlar, eğer yanlış olsaydı ataları tarafından mutlaka terk edilir veya düzeltilirdi.[8]

Cenab-ı Hak, bu şekilde düşünenlere atalarının yanlış yolda olduğunu hatırlatmış ve “Bu hususta, ne kendilerinin ne de babalarının hiçbir bilgileri yoktur. Ağızlarından çıkan o söz ne dehşetli bir söz! Ama onların iddia ettikleri, sırf yalandan ibaret!” (Kehf, 18/5) buyurarak atalarından miras aldıkları bu düşüncenin yanlışlığını ortaya koymuştur. Fakat bu insanlar atalarının yolunun doğruluğunu sınayabilecekleri bir mihenk taşına sahip olmadıkları için düştükleri hatayı anlayamamışlardır. Mihenk taşı olan vahyi getiren peygamberleri ise şiddetle reddetmişlerdir.[9]

Önemli bir diğer konu da Firavunların içinde bulundukları psikolojik durum ve diktatörlüklerini devam ettirmede izledikleri yoldur. Diktatörlük; aşağılık duygusunun bir tür tezahüründen ve gaddarlık dürtüsünden kaynaklanan psikolojik bir rahatsızlık, hatta ruhî bir hastalıktır. Diktatör, öfke mekanizması ve gaddarlık cihetinden en uç sapma noktasında olan şahıstır ki böylesi bir ruh hâleti Firavunları ve Nemrutları ortaya çıkarır. Üstad Bediüzzaman’ın “Sıgar-ı nefistir tekebbürün menbaı. Za’f-ı kalbdir gururun madeni. Olmuş acz, muhalefet menşei.”[10] (Kibrin kaynağı aşağılık kompleksidir. Gururun madeni kalbî zayıflıktır. Tahripçi tenkit ve muhalefet, acizlikten doğmaktadır.) şeklindeki tespiti manidardır. Bir diktatör, aslında zayıf ve güçsüzdür. Kıskançlık ve aşağılık kompleksinden dolayı kin doludur ve kibirlidir. Çatışma ve şiddetten beslenir; kendisini halkın efendisi olarak görür. Adaletsiz olduğundan, hakikat ve doğruluğa tahammül edemez. Amerikalı felsefeci Buckminster Fuller (1895–1983), diktatörlere diktatörlük imkânını verenin, kendileri değil, etrafındaki dalkavuklar ve şuursuz kalabalıklar olduğuna şu vecizesiyle dikkat çeker: “Diktatörler kendi fırsatlarını asla kendi başlarına oluşturmazlar.”[11]

Kur’ân’da Firavun’un halkına bakış açısı şöyle anlatılır: “O halkını küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan iyice çıkmış bir toplum idi.” (Zuhruf, 43/54). “Bir dikta yönetimi hukuku çiğner, çevresindeki menfaatçi dalkavuklarla bir oligarşi kurar, dürüst ve erdemli insanları susturursa, açıkça söylemese bile halkını hiçe saymış demektir. Halk da fâsık ise; hak, bâtıl, erdem onlar için önemsiz olduğundan sürü gibi ona uyarlar. Zulme, şahsiyetsizliğe boyun eğer, ses çıkarmazken, hakkı tutan bir ses yükselirse, onu sustururken sesleri yüksek çıkar. İşte bunlar zilleti kabul ettiklerinden, hiç sayılmaya müstahak olmuşlardır.”[12]

İnancı, ideolojisi, fikri veya felsefesi ne olursa olsun tüm diktatörlerin ortak özelliği, imkân ve iktidarlarına güvenip kibirlenmeleri ve kendilerini halkın efendisi gibi görmeleridir. Firavun kavmine şöyle seslenerek bu kibrini yansıtır: “Ey benim halkım! Mısır’ın yönetimi benim elimde değil mi? Ayaklarımın altından akan şu nehirler, kanallar benim değil mi? Görmüyor musunuz? Yoksa ben, şu aşağılık, meramını bile neredeyse anlatamayan adamdan daha üstün değil miyim?” (Zuhruf, 43/51–52).

Firavun, ilâhlık iddiasında bulunan bir şaşkın, kendisinden başka tanrı olup olmadığını anlamak için gayet yüksek kule yaptıracak kadar da marazî ruha sahip bir sapkındır… Firavun ve hanedanı, kendilerini mülkün tek hâkimi saymışlardır. Böylece küçük bir azınlık servet içinde yüzerken, halkın büyük çoğunluğu köleleştirilmiş, açlık ve sefalet içinde bırakılmışlardır.”[13]

Âyet-i kerimelerin, Firavun’u fert olarak ele almaktan çok, Firavun ailesi (âl-i Fir’avn), avenesi (mele’), kavmi ve askerleri (cünûd) şeklinde erkânıyla birlikte zikretmesi, Firavun’u tek bir kişi olmaktan daha çok zalim bir zihniyet, karanlık bir odak ve dehşetli bir merkez olarak işaretlemektedir denilebilir.”[14]

Sonuç olarak, Firavun’a itaat eden halk, rahatlarının bozulması endişesiyle hakikatin yolundan giderek aziz olmayı değil, aciz bir insandan başka bir şey olmayan kibir ve zulüm abidesi Firavun’a tâbi olup zelil olmayı tercih etmiştir. Firavun ise kibir ve inadı sebebiyle helak olmuştur.

Dipnotlar

[1] Ömer Faruk Harman, “Firavun”, islamansiklopedisi.org.tr/firavun

[2] Amy Calvert, “Creation myths and form(s) of the gods in ancient Egypt”, smarthistory.org/creation-myths-and-forms-of-the-gods-in-ancient-egypt/

[3] Bkz.: Furkan, 25/28–29; Buharî, Kitabü’l-Edeb, 2101.

[4] İbrahim Yıldız, “Kur’ân-ı Kerîm’de Atalar Geleneği ve İnanca Etkisi”, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi,

26, 2015.

[5] Ertuğrul Döner, Savaş Menteş, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Eylül 2022, s. 173–200.

[6] Ahmet Güç, “Kur’ân’da Kutsallık Anlayışı”, T.C. Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 9, Cilt: 9, 2000.

[7] David Glatt-Gilad, “How Many Years Were the Israelites in Egypt?”, www.thetorah.com/article/how-many-years-were-the-israelites-in-egypt

[8] Yıldız, a.g.e.; Mazhar Dündar, “Kur’ân’da İnsanları Hak Yoldan Saptıran Âmiller”, Ekev Akademi Dergisi, Sayı: 83, Yaz 2020.

[9] Yıldız, a.g.e.

[10] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 793.

[11] R. Buckminster Fuller, Untitled Epic Poem on the History of Industrialization, New York: Simon and Schuster, 1962, s. 227.

[12] Suat Yıldırım, Kur’ân-ı Hakîm’in Açıklamalı Meali, İstanbul: Define Yayınları, 2007, s. 689.

[13] Musa Kâzım Gülçür, “Firavunun ve Genel Özellikleri”, Yeni Ümit, Sayı: 92, 2011.

[14] A.g.e.

Bu yazıyı paylaş