Benim Gözümden Fethullah Gülen

Bir Müslüman âlim ve vaiz olan M. Fethullah Gülen’in İngilizce ilk biyografisini yazarken, taslağı bitirene kadar kendisiyle görüşmemeye bilinçli olarak karar vermiştim, ancak şimdi bu kararımdan pişmanım.

Bu pişmanlığım, akademik sebeplere dayanmıyor. Onun yaklaşık 60 kitabını, tefsir, ilahiyat, kültür ve maneviyat konularını kapsayan eserlerini okudum. Gülen ve onun ilham verdiği Hizmet hakkında yazılmış birçok kaynağı da inceledim. Onu sevenler ve eleştirenlerle düzinelerce röportaj yaptım. Ardından, Fethullah Gülen: Bir Hizmet Hayatı—Pensilvanya’da Yaşayan Bir İslam Âlimi Neden Bütün Dünya İçin Büyük Önem Taşıyor başlığıyla ve bugün 12 dile çevrilmiş olan kitabı yazdım. Pişmanlığım, onun anlayışlı, cana yakın, cömert, şefkatli ve zarafetle dolu varlığıyla bu dünyada bir araya gelemeyeceğimden kaynaklanıyor.

2018’de 90 dakikalık iki röportaj için onunla buluşmadan önceki gece iyi uyuyamadım. Araştırmamda keşfettiğim şey, Gülen’in derin bir maneviyatı, bilimsel bilgiyle şuurlu bir şekilde birleştiren bir âlim olduğuydu. Hem İslam’a hem modern dünyaya bağlı Müslümanlardan oluşan küresel bir hareket başlatmıştı. Dua ve çoğulculuk, hac ve eğitim, oruç ve insanlığın refahı, geleneksel bilgelik ve kadın hakları gibi konular bu harekette ele alınıyordu.

Ona ailesi, eğitim felsefesi, Hizmet Hareketi, siyaset ve ilahiyat hakkında sorular sordum. Hepsine dikkatli ve ayrıntılı cevaplar verdi.

Küçükken kız kardeşi Nurhayat ile söylediği, yemeklere dair bir şarkıyı benim için söyledi ve kardeşi Sıbgatullah’ın “pek de uyum içinde söyleyemediği” anı hatırlarken gülümsedi.

Türkiye’deki bölücü politikalar sebebiyle bir günah keçisi olarak iftiraya uğradığı için ağladı. Gözyaşları, kendisi için değil, öğrencileri ve dostları içindi. Onu sevenler, çeşitli suçlamalarla tutuklanmış, hapse atılmış ve sürgüne gönderilmişlerdi. Onlar onun arkadaşları ve kardeşleriydi. Bu empati, onun en dikkat çekici ve asil özelliklerinden biriydi. Onunla birlikte ben de ağladım.

Onun harika bir mizah anlayışı da vardı. Türkiye’de futbol maçları dâhil her kötü şeyden nasıl sorumlu tutulduğunu, çılgın komplo teorilerini hatırladık.

Farklılıklarımızın ötesinde bir araya gelen bir Hristiyan ve Müslüman olarak ortak bir zeminde buluştuk. Yahudi, Ortodoks, Katolik, Protestan, Kürt ve Ermeni fertler ve topluluklarla iyi ilişkiler kurmayı arzulamış ve bunu gerçekleştirmişti.

Ona motivasyonunu sordum. Bu zor süreçte nasıl ayakta kalmıştı? Kendinden bahsetmedi, ancak dünyayı iyileştirmek için müspet hareketten, yani olumlu tavırlar sergilemekten bahsetti. Bencil olmayan eylemler, tıpkı Gandhi’nin Satyagraha (hakikatin gücü; şiddete tevessül etmeden sosyal adalet arayışı) tarzı gibi, onun asıl gayesiydi. O, Allah rızası için yaşıyordu.

Sık sık “Kuvvet haktadır.” derdi. O mütevazı ve sadık bir Allah adamıydı. Artık Yâr-ı Bâkî’nin rahmetine vâsıl oldu.

Son olarak yaklaşık bir yıl önce buluştuğumuzda, epey hâlsizdi, ama zihni hâlâ çok zindeydi. Biyografisinin Arnavutça çevirisini benimle paylaştı ve bana asla unutmayacağım bir iltifatta bulundu: “Jon, bin Müslümandan fazlasını yaptın.”

Ayrılırken sarıldık. Onu bir daha göremeyeceğimi hissettim ve bu his şimdi pişmanlık ve kalıcı bir boşluğa dönüştü.

İslam’ın özündeki huzura, bereketli ömrü boyunca ulaşmayı hedefledi. Hak ettiği bu huzura kavuşmuş bir hâlde, nur içinde yatsın.

Prof. Dr. Jon Pahl, United Lutheran İlahiyat Fakültesine bağlı Peter Paul ve Elizabeth Hagan Kürsüsünde Hristiyanlık Tarihi profesörüdür.

Bu yazıyı paylaş