“Nezaket” kelimesi, “başkalarına karşı incelikli ve saygılı davranma, incelik” anlamında kullanılmaktadır.
“Nazik insan veya nezaket insanı” denilince başkalarına karşı saygılı davranan, onları kırmamaya özen gösteren, muhataplarına karşı kibar ve ince bir üslup kullanan, onlara karşı kaba ve sert tavırlardan sakınan, olayları ve kişileri fevkalade hassas bir şekilde ele alan bir kişi akla gelir.
Nezaket insanı olmak, ifrat ve tefritten uzak kalmak kaydıyla, takdir edilen bir seciyedir, fakat bu pek kolay değildir, zira nazikliğin faziletini anlatan çok olsa da onu tabiat hâline getirebilmiş insan sayısı oldukça azdır.
Nezaket insanından hep övgü ile bahsedilir, fakat maalesef kıymetinin bilindiği söylenemez. Hele bir de bazılarının naziklikten dem vurup kaba saba davranışlar sergilemeleri yok mu? İşte bu, tam bir çelişkidir.
Nazik olmak tek başına bir özellik değildir. O pek çok güzel özelliği içselleştirmenin bir neticesidir.
Nazik insanın her sözü ölçülüdür. Karşısındaki insanı düşünür. Söyleyeceği şeyin onun duygu ve düşünce dünyasında nasıl bir dalgalanmaya sebep olacağını hesap eder. Âdeta bin düşünür, bir konuşur. Kelimelerini bir kuyumcu hassasiyetiyle seçer, tartar ve cümlelerini ona göre kurar. Maksadı her zaman iyilik, tamir ve ıslahtır. Güzel sözün kalbleri âbâd, kırıcı sözün ise berbat edeceğini bilir. Onun için çoğunlukla sükûtî bir hâli vardır nezaket insanın. Her söze söz yetiştirmez, her lafın arkasına düşüp gitmez. Düşüne düşüne konuşur, konuştuğu zaman da sözleri ruhlarda sükûnet ve huzur hâsıl eder.
Nazik insan, ilim ve irfan sahibi kâmil insandır. Hâlden anlar. Onunla muhatap olanlar kendilerini tam olarak ifade edememiş olsalar da o maksatlarını anlar, gönüllerinden geçenleri hisseder. Bazen bir duruş, bir bakış, bir göz kaçırış, yeri geldiğinde bir yüz kızarması, onun meseleyi kavraması için yeter de artar bile. “Sen onları simalarından tanırsın, insanlardan bir şey istemeye utanırlar.” (Bakara, 2/ 273) mefhumunca, muhatabın haysiyetini kendi haysiyeti bilir ve onlara söyleme, isteme hacaleti yaşatmaz.
Nezaket insanı gerçek bir tevazu kahramanıdır ve iddiasızdır. Vesile olduğu en hayırlı, en başarılı işlerden bile sanki sıradan şeylermiş gibi utana sıkıla bahseder. Kendini o işten alabildiğince uzak tutmaya çalışır. Hiçbir zaman her şeyi biliyorum iddiası içinde olmaz. Ortaya koyduğu düşünceler, pek çok probleme ışık tutmasına rağmen o, ele aldığı meseleleri “Dar bir açıdan, icmalî mânâda…” diyerek sıradanlaştırmaya çalışır. En derin konularla alâkalı sorular sorulduğunda bile, o sorulara son derece muknî cevaplar verse de hep “Estağfırullah, siz daha iyi bilirsiniz.” diyerek tevazu ve mahviyet sergiler.
Nazik insan, olan bitenleri soğukkanlılıkla, olgunlukla karşılar; telaş ve panik eseri sergilemez. Hislerine hâkimdir. En münasebetsiz davranışlar ve sözler karşısında bile akıl, his, mantık dengesi dışına çıkmaz. Çıkıp da muhatabına aynı densizlikle davranmaz. Nezaketiyle onlara öyle bir ders verir ki görenler gerçek insanlığın ne olduğunu anlama imkânı bulurlar. Onunla aynı meclisi paylaşanlar kendilerini hep pozitif bir atmosferde hissederler.
Nezaket insanı, hazm-ı nefs etmiştir. O, kendi nezaketine yakışmayan söz ve davranışlara mârûz kalır, ama bunları büyütmeyerek çevresindeki herkesin kendini rahat hissedeceği bir ortam oluşturur. Onun için karşı karşıya kaldığı kabalıklara ayniyle değil, kendine yakışan şekliyle mukabelede bulunur ve çevresine insanlık dersi verir. Bazen hadiseler o kadar üst üste gelir ki, nezaket insanı, kimseyi kırmamak için inzivaya çekilir, kendini rehabilite eder, iç dünyasında muhasebesini yapar. Sonra yeniden çıkar ve devam eder yoluna, sanki hiçbir şey olmamış gibi, içten ve samimi.
Nezaket insanı güngörmüş ve tecrübelidir. Hayatın hemen hemen her kesiminden insanla tanışmış ve görüşmüştür. İnsanın nasıl bir tepki ortaya koyacağını bilir. Bu ona, farklı meşrep ve meslekleri, onların farklı görüşlerini öğrenme fırsatı vermiş, dolayısıyla da insana ve hayata dair geniş bir tecrübe kazandırmıştır. Onun içindir ki kendi düşünce ve bakış açısına ters bile olsa onlara karşı anlayış ve müsamaha ile davranmasını bilir ve bunda da samimidir.
İyi zamanın olur, kötü zamanın olur. Mutlu olduğun olur, olmadığın olur. Darlıkta ve varlıkta olduğun anlar olur. İşte nezaket insanı bütün bu durumlarda senin ahvalini gözetmeye çalışır, kendinden daha çok senin için yaşar.
Nezaket insanı hayâ insanıdır. Her meseleyi bütün çıplaklığıyla ortaya koymaz. Bir ferdi hedef alarak, suçlayıcı bir tavra asla tevessül etmez. Şayet bir mesele varsa çoğu zaman onun da içinde olduğu bir toplulukta, meseleyi dolaylı olarak ele almak suretiyle, ona mesajını ulaştırmaya çalışır. Ta ki o insan bir mahcubiyet yaşamasın. Onun herhangi bir insana bağırdığını, kaba sözlerle hitap ettiğini, tartışmaya girdiğini asla göremezsiniz. En yakınlarından bazılarına, en olumsuz anlarda bile yaptığı tek şey, sadece susmak ve o meclisi terk etmektir. Bu da yine muhatabında kalıcı yaralar açmamak içindir.
Başkalarının hâlini anlamada çok önde, fakat kendi hâlini arz etmede de bir o kadar geridedir. Kendi hâlini aktarırken o kadar çok perde kullanır ki çoğu zaman neredeyse kendinden bahsettiğini anlamak mümkün olmaz. Hâlinden bahsederken edebî sanatların her çeşidini kullanır; teşbihten mecaza, kinayeden istiareye, îcazdan tevriyeye kadar. Kendine ait bir meseleyi dile getirmede o kadar dikkatli ve ince bir üslup kullanır ki onu çok yakından tanımayanlar hariç çoğu insan onun maksadını anlamakta zorlanır. Emir kiplerinden fevkalade sakınır. Sözleri tavsiye ve teşvik yörüngelidir. İkazları latife edalıdır.
Nezaket insanının en önemli vasıflarından biri de sabırdır. Sabır, nezaketine cevap alamadığı zamanlarda onun en büyük dayanağıdır. Nezaketine mukabele görmediğinde, anlaşılmadığında, yanlış anlaşıldığında, konuşması gerekirken sustuğunda, hakarete ve iftiraya maruz kaldığında veya işaretten, telmihten, hatta açık sözden anlamayanlar karşısında sabır hep ona düşer. Onun nazikliği beklentisiz ve sırf Hak rızası içindir. Onun için hâlinden anlaşılmadığı yerlerde ona buna toslayarak değil içini Rabbine açarak rahatlar.
Bu demek değildir ki nezaket insanı, vazifesi gereği söylemesi gereken şeyleri söylemez, atması gereken adımları atmaz. Bütün bunları, bıkmadan, bıktırmadan, sabır, ısrar ve nezaketle yapar.
Nezaket insanı beklentisizdir, onun için de nezaketi içselleştirmiştir. Nezaketinin bir karşılığını görsün veya görmesin o fazilet ve insanlık adına nezaketinden asla taviz vermez. Fakat o, Cenab-ı Hakk’ın nezaketine iyilik, güzellik ve hayırla mukabelede bulunacağından da emindir.
Nazik insan nezaketle iş görmenin hayır ve bereketini görür. Nezaket insanı için kalblerde bir sultanlık kurulduğunu, insanların nazik insanı kırmamak için emirber birer nefer gibi, canhıraşâne koşturacaklarını çok iyi bilir.
İnsanı terbiye eden ve yetiştiren, aslında nezaket insanının hâl ve tavrıdır. Ruhlara tesir eden, insanı hayır istikametinde adım atmaya motive eden, onda insan-ı kâmil olma arzusunu uyandıran, nazik insanın zarif davranışlarıdır.
Bu denli nazik bir insan olmak elbette kolay değildir. Fakat “Böyle bir insanı gördünüz mü?” diye soracak olursanız, hiç tereddüt etmeden “Hocaefendi” diyebilirim.