Fethullah Gülen ile ikinci karşılaşmam, bir grup akademisyenle birlikte oldu. Bizleri, birçok kişiyle Hizmet konularını müzakere ettiği bir odaya aldılar ve kendisi bizi selamlamak için görüşmeye ara verdi. Hemen başkanlık ettiği koltuğundan kalkarak, aramızda en yaşlı olanı sordu ve ona kendi koltuğunu verdi. Sırt ağrıları olmasına ve uzun bir toplantıya katılmasına rağmen, pek rahat olmayan bir sandalyeye oturdu ve sonraki 30 dakikayı bizi dinleyerek geçirdi. Onun bizi gerçekten dinlediğini; içten, dikkatli ve sözlerimizin anlamına karşı duyarlı yüz ifadesinden ve sorduğu sorulardan biliyorduk.
Kendisiyle diyalog ve sorumluluk üzerine konuşmak için gelmiştik, ama o bize diyaloğun ne olduğunu gösteriyordu. Diyaloğun özünde tevazu, yani gücü bir kenara bırakmak vardır. Sevgiye odaklanan bu yaklaşım, başkalarını sadece birileri olarak değil, benzersiz birer fert olarak görür ve onlara saygı duyar. Böylece, karşılıklı emniyetle büyüyen bir güven duygusu oluşur ve birlikte, Allah’a ve O’nun yaratılışına uygun mukabelede bulunan, ümidi somutlaştıran yollar bulunur. Bu erdemler sözde kalmadı, Hocaefendi tarafından yaşandı. O bize diyaloğun öncelikle kendimizi, birbirimizi, dünyamızı ve Allah’ı keşfetmekle ilgili olduğunu gösterdi.
Fethullah Gülen’in İslam’a ve diğer inançlara yaptığı kapsamlı katkı, hakikatin ancak böyle bir diyalog yoluyla bulunabileceğini göstermektir. Bu, soyut bir düşünce değil, ilişkilerimize odaklanarak, dünyayı sürekli olarak farklı bir gözle, bir intibahla görmemizi sağlar. Bu yüzden otoriter kişiler, diyalogdan korkar, farklı sesleri susturmaya çalışır ve kendi dünya görüşlerini korkuyla dayatırlar.
İşte bu sebeple Gülen, vatanından uzakta vefat etti; bu, bir anlamda bir trajedidir. Türkiye’de demokrasinin yeniden doğuşunu göremedi. Ancak diğer bir açıdan, onun özlem duyduğu demokrasi, dünyamızda hiçbir zaman tam olarak yeşermemiştir. Bu, sadece temsilî bir demokrasi değil, herkesin sorumluluğu paylaşmaya davet edildiği, sürekli öğrenen, kendini yenileyen ve yalnızca iktidarda olanları değil, sıradan insanı da sorgulayan bir diyalog demokrasisidir. Gülen, herkesi hizmet etmeye, birbirine karşı sorumluluk almaya ve paylaşmaya teşvik ederdi. Gerçek diyalog, fıtrî ilişkilerle özgürlüğü besler ve böyle bir özgürlük, barış inşasına vesile olur.
Onun kalıcı hediyesi, Hizmet Hareketi’ni başlatmasıdır. “Hizmet” terimi, dini güç elde etmek için bir araç olarak kullanma veya milliyetçilik hedefleri gütme gibi eğilimlere karşı çıkar. Güç paylaşılarak açılım yapılır, böylece Hizmet, her zaman millî sınırların ötesine taşınmaya mukadder hâle gelir. Ancak Gülen’in öğrettiği gibi, küresel açılım, yücelmeyle ilgili değildir. Bu yüzden, lider veya düşünür olarak yüceltilme gayretlerine daima karşı çıkmıştır. Bunun yerine, insanları Allah’ın kuşatıcı sevgisinin bulunacağı somut dünyaya, bulunduğumuz ana ve yere indirirdi. Bu sebeple, farklı inançlardan ve milletlerden insanlar ona minnettardır.
Simon Robinson, Birleşik Krallık’taki Leeds Beckett Üniversitesinden emekli profesör ve Leeds Üniversitesine bağlı Din ve Kamu Hayatı Merkezinin Onur Üyesidir.