Onu ilk defa İzmir’in Çankaya semtinde bulunan Akyazılı Dershanesinde tanıdım. Takvimler, 1 Haziran 1985’i gösteriyordu. Üniversiteye giriş sınavının ikinci basamağına hazırlanmak için İzmir’e gelmiştim. İmam-hatip lisesinde okuduğum için sosyal dersleri takip ediyordum. Pazar günleri o semtte, kullanılmış eşyaların satıldığı bir pazar kuruluyordu.
İzmir’in iklimi nemli olup özellikle yaz aylarında bunaltıcı bir havası vardır. Dershanenin klimaları yoktu ve pencereler sonuna kadar açıktı. Sınıfa, yaklaşık iki metre boyunda, 130 kilo ağırlığında biri girdi.
Satıcılar yüksek sesle bağırıyorlardı. Derse giren hocamız onlardan geri kalır mı? O da gür bir sesle dersini anlatıyordu. Bir ara pencereden dışarıya eğilerek, “Biraz sessiz olsanız, burada ders anlatıyoruz.” dedi. Pazarcı ona, “Git işine be adam!” der gibi bir işaret yapmış olmalı ki o da, “Sen bu cüsseyi görseydin o hareketi yapamazdın.” demişti.
Bu satırlarla tasvirini yapmaya çalıştığım kıymetli insan, Körfez Dershaneleri eski Genel Müdürü ve Işık Sigorta eski Ege Bölge Müdürü Ahmet Talu hocamızdı.
15 Ağustos 1959’da İzmir’de dünyaya gelen Ahmet Talu, aslen Konyalıdır. İlk ve orta eğitimini İzmir’de tamamlar. 9 Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sosyal Bilimler Bölümünden mezun olan Talu, eğitimcilik hayatına dershanede coğrafya ve tarih öğretmeni olarak başlar. Ardından bir müddet aynı dershanede müdür olarak da görev yapar.
1987 yılına gelindiğinde Akyazılı Dershanesi mevcut talepleri karşılayamaz. Eğitimci kadro yeni bir dershane açılması için talepte bulunur. Ancak imkânlar elvermediği için Akyazılı mütevelli heyeti bu teklife sıcak bakmaz. Yöneticilik tecrübesiyle öğrencilerin ihtiyaçlarını iyi bilen Talu, teklifin ekonomik sebeplerden kabul görmediğini öğrenir. Bu durum karşısında inisiyatif kullanarak stratejik bir adım atar ve İzmir Altındağ’da babadan kalma iki katlı evi satarak yeni kurulacak Körfez Dershanesine sermaye yapar.[1] Bunu yaparken vicdanı rahattır. Zira babası ona, yaşadığı sürece eğitim hizmetlerinden ve Hocaefendi’nin tavsiyelerinden ayrılmamasını vasiyet etmiştir.
O, rehberim dediği Hocaefendi’nin, “Hayatlarını Allah rızasını kazanma yolunda, O’nu sevip O’nun tarafından sevilme idealine bağlamış adanmışların en çarpıcı yanları, en önemli güç kaynakları, maddî-manevî herhangi bir beklentilerinin olmamasında aranmalıdır. Onların hesap ve plânlarında, ehl-i dünyanın çok önem verdiği maliyet, kâr, emek, kazanç, servet, refah gibi hususların hiçbir kıymeti yoktur; asla değer ifade etmezler ve ölçü de kabul edilemezler.”[2] tembihini çok iyi bildiği için hiç tereddüt etmeden babadan kalma bu evi satar.
Talu, uzun yıllar öğretmenlik ve idarecilik yapar. Hayatının her döneminde hareketli, coşkulu ve yerinde duramayan bir fıtratı vardır onun. Mesela Galatasaray’ın maçı olduğu gün tezahürat yapmaktan sesi soluğu kesilirdi. Yerine göre şen şakrak, yerine göre de kaldırım taşının üzerinde oturup ağlayacak kadar hisli bir insandı. Üstlendiği vazife için hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz, eğitim hizmetleri denince çatlarcasına koştururdu. Bu maksatla Anadolu’da açılacak yurt ve dershaneler için danışmanlık ve rehberlik hizmetleri de vermiştir.
O, arkadaşları ve kardeşleri için son derece fedakâr biriydi. Aynı dershanede çalışan bir arkadaşı şunu anlatmıştı: “Kars Sarıkamış’ta şehit düşen binbaşı Bedri Karabıyık şehit düşmeden önce hanımına yazdığı mektupta, ‘Benim dostlarımla irtibatı kesmeyin.’[3] şeklinde üstü kapalı bir ifade kullanır. Buradaki dostlardan maksat Talu ve çevresindeki insanlardır. Bir gün bu hanımefendi, eşinin vefatından sonra aranıp sorulmadığına dair sitemkâr bir mektup göndermiş. O, bu mektubu alınca dershane öğretmenleri olarak bizleri topladı ve gözyaşlarıyla mektubu tekrar okudu. Sonra da cebindeki paranın hepsini ortaya döktü. Bunu gören öğretmen arkadaşlar da çok hislendi ve cömertçe ceplerindekileri boşalttılar.”
Kestanepazarı yıllarından itibaren Hizmet Hareketi’yle tanışan Talu, imkânların kıt olduğu o dönemlerde yapılması gereken fedakârlıklara hiç itiraz etmeden yerine getirir. Mesela yaz aylarında maaş almaz, kamyonetiyle Ayrancılar’dan sebze meyve alıp İzmir’de satar, geçimini öyle temin eder.[4] Ayrıca Hocaefendi’nin yanında ders okuyan talebelerinhafızasında o, Beşinci Kat’a her sabah simit getiren cömert biri olarak yer eder.
1990’lı yıllarda Körfez Dershanelerinin şubelerini İzmir’in her ilçesine açtıktan sonra Güven Dershaneler Birliğini kurar. Bir müddet Eskişehir’deki dershanede görev yapar. Daha sonra, annesinin ısrarıyla İzmir’e geri dönen Talu, Işık Sigorta Ege Bölge temsilciliği görevini üstlenir.
Bu dönemde “akalazya” olarak bilinen bir rahatsızlığı ortaya çıkar. Bu, tüketilen gıdaların yutulmasını zorlaştıran bir sindirim sistemi hastalığıdır. Sağlıklı bir insanın yemek borusunun kasları, yiyecekleri mideye doğru sıkıştıracak şekilde kasılırken akalazya rahatsızlığı olanlarda bu işlem çok zor olur. Bu yüzden yemek borusu zamanla itme yeteneğini kaybeder ve besinler yemek borusunda toplanır. Bazen de fermente olup ağza geri döner.
Talu, bu rahatsızlığından sonra çok hızlı kilo verir. Uzun zaman kendisini görmeyen kimseler, onu görünce çok şaşırır. Ahmet Kurucan bunlardan biri olup onu sekiz yıl sonra ilk gördüğünde şaşkınlığını gizleyemez ve şöyle der: “Abi çok zayıflamışsın.” O, onun şaşkınlığını bir kat daha arttıracak şu cevabı verir: “Bu benim 27 kilo almış hâlim.”[5]
Bediüzzaman’ın, “Hizmet-i Kur’âniye’de bulunana, ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Tâ ihlâsla, ciddiyet ile hizmet-i Kur’âniye’de bulunsun.”[6] dediği gibi, bu rahatsızlık onu dünyaya küstürmüştü. Son arzusu, dünya gözüyle rehberini bir kez daha görebilmek, onun şefkat ve merhamet dolu bakışlarında mest olup ellerini öperek “Hakkını helal et hocam!” diyebilmekti.
Bu maksatla dokuz yılda sekiz defa vize için ABD konsolosluğunun kapısını aşındırır, ama sonuç her defasında ret olur. Fakat o vazgeçmez ve konsolosluğun kapısını çalmaya devam eder. Dokuzuncu görüşmede, “Sekiz defa ret almışsın, neden hâlâ bu ısrarın?” sorusuna verdiği cevap şöyledir: “O benim 30 yıllık hocam. Son bir defa görmek, kendisi ile helalleşmek istiyorum.”[7]
Bu sözler vicdanları harekete geçirir. Vizesini alır ve yolculuğa çıkar. Çok zayıf olduğu için Hocaefendi kendisini tanıyamayınca o kendini takdim eder. Hocaefendi rahatsızlığını öğrenince şöyle söyler: “Dünyanın insana küsmesi Allah’ın bir iltifatıdır. Mümkünse bir konsültasyon heyeti kurulsun. Doktorlar ona benim gözümdeki kıymetiyle baksınlar. Aşçı kardeşimiz de yiyebileceği yemekleri yapsın.”[8]
Hocaefendi’nin gösterdiği bu iltifat, onun gönlünde ayrı bir inşirah meydana getirir ve bu kutlu mekânda görüştüğü herkesten helallik diler. Onu yakından tanıyanlar bilir; kendisine has bir üslubu vardır ve bu üslubuna karşılık, “Helal olsun ağabey, ne bu acelen!” diyenlere de ölümünden bir gün önce, “Bu hastalığın dermanı yok kardeşim. Siz tabutumu taşımaya gelin.” der.
Vefatından iki gün önce bir dostuna, “Burada ölsem ne güzel olur!” demiştir. Sanki orada öleceğini biliyormuşçasına bu kutlu mekâna adım attığı günden itibaren de ölüme hayattan daha yakın bir ruh hâleti içindedir. 30 yıllık hocasıyla özel olarak görüşmeyi arzu eder, ancak Hocaefendi’nin o günlerde dünyanın değişik coğrafyalarından misafirleri olduğu için bu görüşme talebi bir müddet ertelenir.
Yaz sıcağı altında olgunlaşmayı bekleyen meyveler misali o da bu görüşme talebinin olgunlaşmasını sabırla bekler. Ancak Kur’ân’ın; “Şüphe yok ki Allah’ın takdir ettiği ecel gelip çattığında asla ertelenmez.” (Nuh, 71/4) beyanı gerçekleşir ve o bu görüşmeyi beklerken melekü’l-mevt kapıyı çalar. 19 Şubat 2008 tarihinde ölümüne sebep olan ani kalb krizi, “Burada ölsem ne güzel olur!” duasının kabulü olur. Ani ölümü, randevu talebini âhirete bıraksa da Hocaefendi herkesin gözü önünde, yaşlı gözlerle, “Dünya ukbâ şahit olsun, talebeliğinden bu yana tanırım kendisini. Bugüne kadar olumsuz bir şeyine şahit olmadım. Olduysam bile şu an hatırlamıyorum. Hakkım varsa, helal olsun!”[9] der. Ahmet Talu’nun cenaze namazını Hocaefendi kıldırır.
Geride gözü yaşlı bir eş ve dört çocuk bırakır. Rabbim rahmetiyle muamele eylesin.
Dipnotlar
[1] “Ahmet Talu’nun Ardından”, fgulen.com/tr/basindan-tr/haberler/fgulen-com-Ahmet-Talunun-Ardindan
[2] M. Fethullah Gülen, Örnekleri Kendinden Bir Hareket (Çağ ve Nesil-8), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 35.
[3] Mehmet Yavuz Ay, “Binbaşı Bedir Karabıyık”, Her Taraf, 12.04.2020.
[4] “Ahmet Talu’nun Ardından”, fgulen.com/tr/basindan-tr/haberler/fgulen-com-Ahmet-Talunun-Ardindan
[5] Ahmet Kurucan, “Burada Ölsem Ne Güzel Olur”, Zaman, 20.02.2018.
[6] Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 54.
[7] Kurucan, a.g.e.
[8] A.g.e.
[9] A.g.e.