Açlıkla Öldürme: Holodomor

Diktatörlerin insanları yok etmede ne denli acımasız olabileceklerinin en çarpıcı örneklerinden biridir “Holodomor”(Голодомор). Bu terim Ukraynacada “açlık” anlamına gelen “holod” (голод) ve “ölüm”, “kitlesel kıyım” anlamlarına gelen “mor” (мор) kelimelerinden oluşur. Türkçeye çevirisini dilin doğal yapısı gereği “Açlıktan Öldürme” şeklinde vermek gramatik olarak daha doğru görünse de Ukraynalılar Holodomor’u “açlığın bilinçli bir öldürme aracı olarak kullanılması” vurgusuyla, “Açlıkla Öldürme” diye ifade etmeyi tercih ederler.

Holodomor, 1932-1933 yıllarında Stalin’in aldığı bir dizi ekonomik kararın uygulamaya konulması sonucu yaşanan büyük bir felaket olarak tarihe geçmiştir. O yıllarda Stalin, Sovyetler Birliği’nin bir parçası durumundaki Ukrayna’yı daha sıkı kontrol altında tutmak istiyordu. Uygulanan kararlar arasında tarımın kolektifleştirilmesi de vardı.[1] Bir komünist rejim uygulaması olarak her şeyin devletleştirilmesi politikasıyla özel mülkiyet kaldırıldı. Halkın elinde araç-gereç, hayvan, arazi ne varsa zorla “kolhoz” adı verilen kooperatiflere devredildi. Devletleştirilen bu verimli topraklardan elde edilen ürünler ise köylülere verilmedi; tamamı ihraç edildi.

O dönemde Sovyetler Birliği’nin uyguladığı bu kooperatif sistemi -ki zamanla rejimin çöküş sebeplerinden biri de olmuştur- Ukrayna halkı için bir sömürü projesi olarak hayata geçirildi. Sonuç olarak 5 ila 8 milyon insan açlıktan öldü. Henüz kesin verilere tam olarak ulaşılamamış olsa da bu rakamın o dönemki Ukrayna nüfusunun dörtte biri, bazı tahminlere göre ise üçte biri olduğu belirtilmektedir.[2]

Stalin, bu devletleştirme politikasını zorla uygulamak için bölgeye binlerce devlet görevlisi gönderdi. Kadın, çocuk fark etmeksizin kaçmaları engellenen insanların sadece topraklarına değil, yiyecek ve içecekleri başta olmak üzere hayatlarını idame ettirmeleri için gerekli olan her şeylerine el konuldu. Ülke topraklarında ölenlerin dışında bir milyona yakın Ukraynalı da sürgün edildikleri Sibirya’da yok olup gittiler.[3] Bu süreçte ölen Ukraynalıların içinde az miktarda Rus, Yahudi ve Polonyalı da bulunmaktadır. Maalesef yoğun baskı ve kontroller sebebiyle bütün bu yaşananlara dair çok az fotoğraf çekilebilmiş ve yayımlanabilmiştir.

1934 yılında baskılar nispeten hafiflese de bölgeden ürün ihracına devam edildi. 1938’e kadar devlet baskısı kesintisiz sürdü; halktan birçok kişiyle birlikte Ukrayna’daki devlet görevlileri de hainlik ve casusluk suçlamalarıyla tutuklandı veya idam edildi. Sürgüne gönderilen ve ağır şartlar altında çalıştırılan yaklaşık 1 milyon insanın bu şekilde hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir.

Ukrayna Ulusal Hafıza Enstitüsünün resmi kayıtlarına göre, 1932-1934 yılları arasında Ukrayna’da yaklaşık 4,5 milyon insan bu sunî kıtlık sebebiyle hayatını kaybetti. Bunlar kesin tespiti yapılabilenlerdir, fakat arşivlerin incelenmesine henüz izin verilmediğinden hâlihazırda nihai rakamlara ulaşılabilmiş değildir. Bu açlık mağdurlarının gerçek sayısının 8 ila 10 milyon arasında olduğu düşünülmektedir. Ölenler arasındaki 1 milyona yakın çocuğun 10 yaşından küçük olduğu, 600 bin civarı da hamile kadın bulunduğu yapılan tahminler arasındadır.

Ukrayna’da bu ölüm hadiseleri vuku bulurken, yine Stalin’in benzer uygulamaları sonucu diğer halk ve topluluklardan da çok sayıda insanın ölüme sürüklendiğini görüyoruz. Bu cümleden olarak kıyıma uğrayan Kırım Tatarlarının sayıları tam tespit edilememiş olsa da gerek halktan gerek Sovyet ordusunda görevli Tatar askerlerden binlercesi öldürülmüş yahut sürgüne tâbi tutulmuştur. Türkî dünyada “kızıl kıtlık” tabir edilen süreçte 1932-33 yıllarında sadece Kazakistan’da hayvancılığın yok edilmesi ve çiftçinin tohumluk tahıllarına kadar el konulması sonucu 3 milyon kadar Kazak açlıktan ölmüş, 2 milyona yakın insan da göç yahut sürgünle darmadağın edilmiştir. O yıllarda 18 milyon nüfusa sahip olan Kazak halkı şayet kıyıma uğramamış olsaydı günümüzde 50-60 milyonu bulmaları gerekirdi. Her yıl 31 Mayıs tarihinde Kazakistan’da, “Açlık Kurbanlarını Anma Günü” yapılır. Yine 1944 yılında Ahıska Türklerinden 120 bin insan, birkaç saat içinde trenlere doldurularak sürgüne gönderilmiş, bunların çoğu ağır yol şartlarında hayatlarını kaybetmiştir. Diğer ülkeler de dahil edildiğinde Türkî halkların toplam kayıplarının 10 milyonu bulduğu tahmin edilmektedir.

Polonya’da 1940 yılında “Katyn Katliamı”nda, bir defada 22.000 subay ve sivil, başlarından birer kurşunla infaz edilmiştir. 1945’teki “Drau Katliamı” kurbanlarından 7.000 Kuzey Kafkasyalının dramı da yine tarihin kaydettiği kahreden kıyımlardan biridir. Ayrıca muhtelif çalışma kamplarında çeşitli milletlere mensup 14-15 milyon civarı insanın ölümüne sebebiyet verilmiştir. Cengiz Han’ın 40 milyona yakın insan öldürdüğünde hemfikir olan tarihçiler, bugün tam araştırılsa Stalin’in onu geçeceği kanaatinde birleşmektedirler.

Stalin ve sonrasında bu alandaki medya yayınlarına da yasak getirilmiş olduğundan Ukrayna’nın ancak 1991’den itibaren gündeme getirebildiği Holodomor, Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından 2003 yılında bir “trajedi” olarak kabul edilmiştir. Günümüze kadar da 33 devlet ve bir uluslararası kuruluş (Avrupa Birliği) bunu bir “soykırım” olarak kabul etti. Yakın zamanda ise en son Almanya aynı kararı aldı.

Ukrayna’da 2005 yılında Devlet Başkanı Viktor Yuşçenko döneminde her yılın kasım ayının son cumartesi günü, “Holodomor Kurbanlarını Anma Günü” olarak kabul edildi. 2006 yılında da Ukrayna Parlamentosu Holodomor’u “soykırım” olarak kınayan bir kanun tasarısı çıkardı.

Nihayet 15 Şubat 2023’te, Ukrayna Güvenlik Servisi’nin yaptığı tarihî ve adlî incelemelere göre; 1932-33 yıllarında Ukrayna’nın uğradığı nüfus kaybının 9 milyon 108 bin kişi olduğu, Kuzey Kafkasya’daki Ukraynalı kurbanlarla birlikte bunun toplam 10,5 milyona ulaştığı, bunların 4 milyon 168 bininin çocuk olduğu “Ukrayna’nın Sesi-Kiev” (Golos Ukraine-Kyiv) gazetesinde yayımlandı. 1932 yılı ocak ayında Ukrayna nüfusunun 32 milyon 680 bin olduğu göz önünde bulundurulduğunda[4] 2023 yılına kadar Ukraynalı kayıplara dair yapılan tahminlerin doğru olduğu görülür.

Sovyet yönetimi, sömürüye karşı durma, işçi-köylü haklarını savunma gibi iddialarla yola çıkmış olsa da “devletleştirme” adı altında uyguladığı tarım politikaları ile milyonlarca insanı açlığa mahkûm etti ve ölüme sürükledi.[5] Stalin döneminde, birkaç dönüm toprağı veya birkaç hayvanı olan köylüler, “kulaki” (кулаки) yahut Ukraynaca ifadesiyle “kurkuli” (куркулі) olarak damgalanarak hedef tahtasına oturtuldu. Lenin döneminde “sömürücü” olarak görülen, hatta “Semiren kan emiciler, vurguncular!” sözleriyle aşağılanan bu kesim[6] Stalin’in politikaları doğrultusunda rejim düşmanı ilan edilerek mülksüzleştirildi ve sürgüne gönderildi. Tarımsal üretimi kolektifleştirme bahanesiyle kırsaldaki mülk sahipleri sistematik şekilde ortadan kaldırılırken, Holodomor milyonlarca insanın açlıktan ölmesine yol açtı. Tarım ürünlerine el konulması, özel mülkiyetin yok edilmesi ve kaçış yollarının kapatılması, bu trajediyi tabiî bir kıtlıktan ziyade bilinçli şekilde oluşturulmuş toplumsal bir felakete dönüştürdü.

Dünden bugüne otoriter rejimlerin “hak”, “hukuk”, “adalet”, “kalkınma” gibi söylemlerle iktidara gelmiş olsalar da güçlendikçe bu vaatlerinden saparak baskıyı bir yönetim biçimine dönüştürdükleri gözlemlenmektedir. Başarısızlıklarını örtmek için toplumları kutuplaştırmış, kâh dış mihrakları kâh iç muhalifleri suçlayarak halkı kontrol altında tutmaya çalışmışlardır. Dinî ve millî değerleri ve ideolojik yaklaşımları istismar eden bu rejimler, geniş kitleleri manipüle ederek muhaliflerini şeytanlaştırmakta, zulmü meşrulaştırmaktadır. Ancak yolsuzluk, adaletsizlik ve baskı, en sadık destekçilerini bile zamanla mağdur etmekte; hukukun üstünlüğünün yok edilmesi, toplumu felce uğratan bir kısır döngüye dönüşmektedir.

Bugün Holodomor, geçmişin insanlık trajedilerinden biri olarak hatırlanırken, yaşlı dünyamızın hâlâ benzer acılara sahne olması düşündürücüdür. Zulüm, savaş ve gözyaşının son bulup adalet, barış ve huzurun hâkim olduğu bir dünya inşası, insanlığın ortak sorumluluğudur. Tarih, zulmün ebedi olmadığını, her karanlığın ardından yeni bir aydınlığın doğduğunu defalarca göstermiştir. Umut ve adalet mücadelesi, insanlığın vicdanını ayakta tutan en güçlü direniş olmaya devam edecektir.

 

Dipnotlar

[1] Moshe Levin, “Sovyet Yüzyılı”, İletişim Yayınları, 2008.

[2] Michael Ellman, “Stalin and the Soviet Famine of 1932-33 Revisited”, 2007.

[3] Stanislav Kulchytsky, “1933’te kaçımız Holodomor’da öldü”, 2002.

[4] Kiev Bölgesinde Yer Alan İlçelerin Ekonomisinin Temel İstatistiksel ve Ekonomik Göstergelerine İlişkin El Kitabı- Kharkiv, s.8, 1933.

[5] Robert Conquest, “The Harvest of Sorrow: Soviet Collectivization and the Terror”, Oxford University Press, 1986.

[6] David Rubinstein, “Culture, Structure and Agency: Toward a Truly Multidimensional Sociology”, Sage Publications, 2001.

Bu yazıyı paylaş