Saîd b. Müseyyeb, tabiîn devrinde Medine’de yetişen yedi büyük âlimden biridir. Babası Müseyyeb ile dedesi Hazn, ashab-ı kiramdandır. Cahiliye Dönemi’nde Kureyş’in ileri gelenlerinden biri olan dedesi Hazn, Kâbe’nin tamiri sonrasında Hacerü’l-Esved’i tek başına kaldırıp yerine koyacak kadar bir güce ve otoriteye sahipti.[1] Babası Meseyyeb, Rıdvan Biatı’na katılanlar arasındaydı. Saîd b. Müseyyeb’in, Efendimiz’den rivayet ettiği hadisler Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî’de yer almaktadır.
Saîd, hicrî 15 (M. 636) yılında Hazreti Ömer’in hilafetinden iki veya dört sene sonra doğdu.[2] Hazreti Osman’ın hilafeti gençlik yıllarıydı. Büyük sahâbîlerin yaşadığı devirde Medine’de büyüdü. Hicrî 94’te (M. 712) Medine’de vefat etti.
İlmi Yönü
Saîd b. Müseyyeb, “fukahâ-yi seb‘a”[3] olarak bilinen Medine’nin yedi meşhur fakîhinin en önde gelenidir. Tâbiîn âlimlerinden Kadı Meymûn b. Mihrân, Medine’ye geldiğinde fıkhı en iyi kimin bildiğini sorduğunda Ebû Hüreyre ve Abdullah b. Abbas’ın hayatta olmasına rağmen kendisine Saîd b. Müseyyeb’in gösterildiğini söylemiştir. Nitekim Medineli meşhur yedi tâbiîn fakihinden biri olan Kâsım b. Muhammed b. Ebû Bekir, onun kendilerinin efendisi ve en âlimi olduğunu belirtmiştir. Ömer b. Abdülazîz, Medine valisiyken “fakîhü’l-fukahâ/ fıkıhçıların en iyisi” diye anılan Saîd’e danışmadan hiçbir konuda hüküm vermezdi. Abdullah b. Ömer babasının verdiği fetva ve hükümleri Saîd’den sorup öğrenirdi. Çünkü Saîd, Hazreti Peygamber’in ve ilk üç halifenin verdiği hükümleri en iyi bilen tâbiîn âlimiydi. İmam Mâlik bunun sebebini açıklarken Saîd b. Müseyyeb’in Hazreti Ömer’e yetişmemekle birlikte onunla ilgili her şeyi öğrenmek için gayret sarfettiğini, bunda da başarılı olduğunu söylemiştir.[4] Bundan dolayı kendisine “râviyetü Umer/Ömerin râvisi” denirdi. Basra’dan Hasan-ı Basrî, dinde bir müşkülü olunca, ona mektup yazardı. Medine’de herkes, ona gelip fetva ister, haram ve helâli öğrenirlerdi.[5]
Ahlâkı
Saîd b. Müseyyeb bunca ilim tahsilinin yanında ticaret yapardı. Ticaretinde oldukça dikkatliydi. Kendisinin ve çoluk çocuğunun ihtiyacını karşılayacak, komşularına, fakirlere yardım ve ihsanda bulunacak kadar malı vardı. Zeytinyağı ticareti, kumaş ve elbise ticareti yapar, ticarette yeminden kaçınılmasını tavsiye ederdi.[6]
Hiçbir hükümdardan hediye kabul etmezdi. Alabildiğine müstağni (gözü tok) yaşar, devlet idarecilerinden elden geldiğince uzak dururdu. Halife Abdülmelik bin Mervan, Saîd bin Müseyyeb’in kızını oğlu ve veliahdı Velid’e almak istemişti. Bir türlü o aileye akraba olmayı içine sindiremeyen Saîd, alelacele kızını Ebû Veddâ isminde salih, dînine bağlı ve fakir bir öğrencisiyle evlendirmiştir.[7]
İlminin yanında takva, zühd ve verâsı ile de çok meşhur olmuştu. Az şeyle kanaat etmeye çalışır, haramdan öte şüpheli şeylere karşı da çok hassas davranırdı. İbadete çok düşkündü. Kırk defa hac yapmış, hayatı boyunca bütün namazlarını cemaatle kılmaya özen göstermiştir. Yakınları onun genelde geceleri hiç uyumayıp ibadet, ilim, zikir ve tefekkürle geçirdiğini iletirler. Onun gece hayatı sorulunca kölesi şunları anlatmıştır: “O’nun namazı yalnız mescitte kıldığıdır. Geceleri daima Kur’ân-ı Kerim okur ve onun üzerinde tefekkür ederdi.”[8] İbadete düşkünlüğünün yanında harama karşı çok dikkatli yaşardı. Yaşı yetmişi geçtiği hâlde nefsin tuzakları konusunda kendini teyakkuzda tutmaya çalışırdı. Manevi bir heybete sahipti. Tavırlarında daima Allah’ın huzurunda bulunma ciddiyeti hakimdi. Yanına varmak isteyenler, valilerin huzuruna çıkar gibi, ziyaret için izin isterlerdi.
Saîd b. Müseyyeb, güzel rüya tabiri yapardı. Rüya tabiri ilmini Hazreti Esmâ’dan (radıyallâhu anha), o da babası Hazreti Ebû Bekir’den (radıyallâhu anh) almıştır.[9] Fakat o, her zaman insanların rüyalarını hayra yorardı. Onların ümitsizliğe, karamsarlığa düşmemeleri ve Peygamberimizin de emri olduğu için rüyaları ilk önce iyi ve güzel yanlarından ele alarak yorumlardı.[10]
Saîd b. Müseyyeb (rahmetullahi aleyh), zamanı değerlendirme konusunda çok hassastı. Yolda yürürken dahi vaktini boş geçirmezdi. Bineği üzerinde nafile namaz kılar ve ibadet ederdi. Ömrü boyu üzerinde titizlikle durduğu namazını ölüm anı şiddetli hastalıklarında bile ihmal etmediğini Abdurrahman b. Harmele şöyle anlatıyor: “Ben, Saîd b. Müseyyeb’in çok şiddetli hastalığa yakalandığı bir zamanda yanına girdim. Hiçbir tarafa kıpırdayamıyordu. Sırt üstü yatmıştı. Öğle vakti olunca o zor şartlarda öğle namazını îmâ ile eda etmeye başladı. Ben yaklaşınca Şems Sûresi’ni okuduğunu duydum.”[11]Yine ölüm döşeğinde iken bir adam gelerek ona bir hadis sormuştu. Yanındakiler, kendisine hasta olduğunu ve hadisi o şekilde (yatar vaziyette iken) rivayet etmesini söylemişlerdi, fakat o, “Ben Allah Resûlü’nün hadîsini yatarak rivayet etmekten haya ederim.” demiş, yanındakilerin yardımıyla yatağından kalkmış, abdest almış, adamın sorduğu hadisi rivayet edip tekrar yatağına yatmıştı.[12]
Oruç konusunda da çok gayretliydi. Ramazan günlerinde Mescid-i Nebevî’de bulunur, orada iftar eder ve ibadete devam ederdi.[13] Medine-i Münevvere’de bayram ve teşrik günleri haricinde bütün seneyi oruçlu olarak geçirdiğini söyleyenler mevcuttur.
İnsanlara karşı çok mülayim, kimseye kızmayan ve kimse ile düşmanlığı bulunmayan bir fıtrata sahipti. Temiz ve beyaz elbiseler giyer, giyimine özenirdi. Sade ve sünnete uygun olarak yaşamayı çok severdi. İffetine çok düşkündü, kendi ifadesiyle en çok nefsinin karşı cinsle imtihan olmasından korkardı.[14]
Saîd b. Müseyyeb, yapıcı ve birleştirici bir yapıya sahipti. Düşmanlık ve anlaşmazlıklarda arabuluculuk yapardı. Hatta bir keresinde Hazreti Ali ile Hazreti Osman (radıyallâhu anhüma) arasındaki bir meselede o, sulh edici bir rol oynamıştır.[15]O, şöyle söylerdi: “Fazileti kusurundan çok olanın kusurları, fazileti dolayısıyla bağışlanmalıdır.”[16] Tabiînin bu büyük âlimi, hiç kimseye yük olmadan yaşamayı hayatının temel bir prensibi olarak kabul etmiş ve ölüm döşeğinde bile bu duygularını şu sözleriyle dillendirmiştir: “Benim için kimseye eziyet etmeyin. Beni Rabbime dört kişinin taşıması bana yeter.”[17]
Dinimizin güzelliklerini sonraki nesillere aktaran, adeta İslam’ın altın köprüsü konumundaki bu zât, ilmî mirası, yetiştirdiği talebeleri, edebi, tevazuu, istiğnası ve kullukta ciddiyetiyle kalplerde yer etmiş müstesna bir rol modeldir. İlmini ameliyle, amelini yüksek ahlâkıyla, hasılı bütün bir hayatını sünnet-i seniyye ile şekillendirmiş örnek bir şahsiyettir.
Dipnotlar:
[1] Ebû Amr Yûsuf b. Abdillah el-Kurtubî, el-İstiâb fî marifeti’l-ashâb, Thk: Ali Muhammed el-Bahâvî, (Beyrut: Dâru’l-Cemel, 1414/1992), c. 1 s. 401-402; İzzuddîn Ebi’l-Hasen Ali b. Ebi’l-Kerem eş-Şeybânî el-Cezerî (İbnü’l Esîr), Üsdü’l-ğâbe fî marifeti’s-sahâbe, (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, b.t.y), c. 4, s. 366.
[2] İbn Sa’d, Muhammed b. Sa’d el-Bağdâdî, et-Tabakâtü’l-kübrâ, Thk: İhsan Abbas, (Beyrut: Dâru Sadr, 1968), c. 5, s. 119-120; Ebî Bekr b. Hallikân, Vefayâtü’l-âyân ve enbâu ebnâi’z-zemân, (Beyrut: Dâru’s-Sadr, b.t.y), c. 2, s. 378.
[3] 1) Saîd bin Müseyyeb, 2) Kasım bin Muhammed bin Ebû Bekr-i Sıddık, 3) Urve bin Zübeyr, 4) Harice bin Zeyd, 5) Ebû Seleme bin Abdurrahman bin Avf, 6) Ubeydullah bin Utbe ve 7) Ebû Eyyub Süleyman bin Yesar (rahmetullahi aleyhim).
[4] Ebû’l-Fazl Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Ahmed b. Hacer el-Askalânî, Tehzîbü’t tehzîb, (Hindistan: Matbaatü Dâiratü’l-Meârif en-Nizâmiyye, 1326), c. 4, s. 184; Muhammed Cemâlüddin el-Kâsımî ed-Dımeşkî, Kavâidü’t-tahdîs min fünûn-i mustalahi’l-hadîs, Thk: Muhammed Behcetü’l-Beytar, (Beyrut: Dâru’n-Nufâs, 1407/1987), 146-345; Talat Koçyiğit, Hadis Tarihi, (Ankara: AÜİF Yayınları, 1988), 202.
[5] Şemsuddîn Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, Tezkiratü’l-huffâz, (Lübnan: Dâru’l-Kütübi’l-İlmî, b.t.y), c. 1, s. 54.
[6] İbn Sa’d, Tabakat, c. 5, s. 136.
[7] Zehebî, a.g.e., c. 4, s. 223; Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdullah el-Isfahânî, Hilyetü’l evliyâ ve tabakâtü’l-asfiyâ, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1409-1988), c. 2, s. 161; Hayruddin Ziriklî, el-A’lâm, (Beyrut: Dâru’l-İlmiyyi li’l-Mellâyîn, 1415/1994), c. 4, s. 234.
[8] Zehebî, Siyeru e‘alâmin-nübelâ, c. 4, s. 221.
[9] İbn Sa’d, a.g.e., c. 5, s. 124; Zehebî, a.g.e., c. 4, s. 235; İbn Hacer, a.g.e., c. 4, s. 87.
[10] İbn Sa’d, a.g.e., c. 5, s. 124; Zehebî, a.g.e., c. 4, s. 235.
[11] A.g.y.
[12] İsfahânî, Hilyetü’l-evliyâ, c. 2, s. 169; Cemâlüddîn Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed el-Cevzî, Sıfatü’s-safve, Thk: Ahmed b. Ali, (Mısır: Dâru’l-Hadîs, 1421/2000), c. 2, s. 80.
[13] İbn Sa’d, Tabakât, c. 5, s. 135.
[14] İbn Sa’d, a.g.e., c. 5, s. 136.
[15] İbn Hacer, Tehzîbü’t-tehzîb, c. 4, s. 85.
[16] Ebû Bekir Ahmed b. Ali b. Sabit Hatîb el-Bağdâdî, Kitâbü’l-kifâye fi ilmi’r-rivâye, (Beyrut: Dâru’l Kûtûbi’l-İlmiyye, 1409/1988), 79; Ebi’l-Fedâ İsmail Ömer b. Kesîr el-Kuraşî b. Dımeşkî (İbn Kesîr), el-Bidâye ve’n-nihâye, (b.y.y. Dâru’l-Fikri’l-Arabî, 1351/1933), c. 9, s. 118; Suphi Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Ter: M. Yaşar Kandemir, (Ankara: DİB Yayınları, 1986), s. 107.
[17] İbn Sa’d, a.g.e., c. 5, s. 142; Zehebî, a.g.e., c. 4, s. 244.