Kur’an-ı Kerim’de Bal Arısı

“Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: ‘Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine göz göz ev (kovan) edin. Sonra da her türlü meyveden ye de Rabbinin sana yayılman için belirlediği yolları tut.’ Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir şerbet çıkar ki onda insanlara şifa vardır. Elbette düşünen kimseler için bunda alacak ibret vardır.” (Nahl, 16/68-69)

Akıl ve irade sahibi insanların tesis ettiği bir işletmenin idaresi için çok fazla insan istihdam ediliyor ve binlerce lira masraf yapılıyor olmasına rağmen, tam randıman alınamaz. Hâlbuki bir kovan içindeki binlerce arı hiçbir insan topluluğunun başaramayacağı mükemmellikte bir organizasyon içinde çalıştırılmaktadır. Peki ama nasıl? Bütün hayvanların birer ümmet olduğunu bildiren Kur’ân-ı Kerim’de arı ve karıncanın ismi iki sûreye başlık yapılmış, enteresan şekilde zooloji bilimi de bu böcekleri (termitlerle beraber) sosyal böcekler olarak isimlendirmiş, bir akıl ve iradeleri olmayan hayvanlar ilâhî ilme ve iradeye tâbi kılınmıştır.

İnsanlara ait müesseselerde bazen şahıslar kendi menfaatini öne çıkarıp hep daha fazla kazanmak, önündeki amirinin yerine geçmek veya daha az çalışıp daha çok eğlenmek isteyebilir. Hâlbuki arıların yaptıkları işten hiçbir şahsi beklentileri yoktur. Kovandaki işçilerden kraliçesine ve erkeklerden askerlerine kadar her seviyedeki hiçbir arı şahsi bir maksat ve düşünceyle hareket etmez, sevk-i ilâhî olarak aldıkları emirlere şartsız itaat ederek kovandaki sistemin muhafazası için çalıştırılırlar.

            Bütün hayvanların davranışları dünyaya gelir gelmez ortaya konulmaya başlar. Hayatta kalması için gerekli bütün temel bilgiler verilmiş, bütün melekeleri geliştirilmiştir. Her türe has davranış özellikleri birkaç saat veya birkaç gün içinde hayvanın hayatına tam olarak yön verebilecek seviyeye ulaştırılır.

Bir insanın bu seviyeye gelmesi en az 15-20 sene gerektirir. Hayvanlar ise hayat şartlarını ve çevrelerini bilen Alîm ve Kadîr bir Zât tarafından hazırlanıp gönderilmekte olup, onların aslî vazife ve fonksiyonları, öğrenerek mükemmelleşme değildir. Onlar, hayatlarını kendilerine verilen sevk-i ilâhî davranışlarıyla sürdürmek üzere yaratılmışlardır.

Enteresan bir tevafuk veya mucize diyebiliriz; arıdan bahsedilen tek sûre olan Nahl sûresi, Kur’ân’da 16. sûredir ve bal arılarının kromozom sayısı da 16’dır. Bu konuyla ilgili iki âyet-i kerimeyi kelime kelime takip ederek hem Kur’ân’ın icâzına hem de arının mucizevî özellikleriyle olan tevafuklarına bakalım:

1– وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ (Ve evhâ rabbüke ile’n-nahli) “Rabbin bal arısına şöyle vahyetti.” şeklinde başlayan âyette Allah’ın (celle celâluhu) yarattığı mahlukatı muhatap alarak vahyetmesinin değişik dereceleri vardır. Mesela: Yeryüzüne vahyettiği zaman: “Şüphesiz Rabbin ona bunları vahyeder”. (Zilzâl, 99/5) der ve ona belirli bir şey yapmasını emreder. Arıya vahyettiği zaman ise bu, Allah’ın, onun davranış programına koyduğu bir sevk-i ilâhî’nin ilhâmı ile olur. Bazen Musa aleyhisselam’ın annesine olduğu gibi normal bir insana ilhâm şeklinde vahyeder: “Bunun içindir ki Mûsâ dünyaya gelince annesine şöyle ilham ettik: Onu bir süre emzir… (Kasas, 28/7). Peygamberlerine vahyettiği zaman da bu bir peygamberlik vahyidir.

Arının ortaya koyduğu ürün hem Allah’ın sanatını icra etmesi açısından hem de insana kıymetli bir şey takdim ettiği için Allah ona vahyediyor. Arının ürettiği bal insanın fizyolojisine bakan yönüyle hem besin değeri açısından hem de bazı hastalıklara şifa olması yönüyle çok kıymetlidir ki; girişteki âyette onun ürettiği her şeyin şifa olduğu bizatihi ifade edilir. “Şifa” kelimesi ise Kur’ân’da müteradifleriyle beraber altı yerde geçer. Ancak insanın hem fizyolojik hem de ruhî sıkıntılarına bakan yönüyle sadece iki yerde şifa kelimesi geçmektedir. Biri arının vesile olduğu şifa olarak.. diğeri de Kur’ân’ın şifası (İsrâ, 17/82) olarak… Bu ifadelerden sanki balın bedene, Kur’ân’ın da ruha şifa olduğu îmâsını anlayabiliriz.* Zaten beden ve ruh birlikte sıhhatli olursa tam uyum olur. Allah-u Teâlâ âyette: “Rabbin bal arısına şöyle vahyetti.” derken رَبِّ (Rabb) kelimesini kullanıyor. Hâlbuki bütün Esma-i Hüsna “Allah” lafzında mündemiç olmasına rağmen, Allah insana sanki: “Seni yaratan, seni terbiye eden, seni öğretip yetiştiren Rabbin senin için arıyı yarattı.”demek istiyor. Burada Cenab-ı Hakk’ın bu isminin kullanılması meselenin temelindeki terbiye ve riayet makamı olmasıdır. O Rabbin ki senin bedenini ve ruhunu terbiye etti. O Rabbin ki seni yoktan var etti. Sana nefes, yiyecek, içecek, hava, su.. lazım olan her şeyi bahşetti. İşte arıya vahyeden de yine aynı Rabb’dır.

Arıya Vahyedilen Faaliyetler

Arılar her gün nektar toplamak üzere sadece bir çiçek türü üzerine konarlar. Böylece bir çiçeğin poleni bir başka tür çiçeğin poleniyle karışmamış ve tozlaşma da aynı çeşit çiçekler arasında gerçekleşmiş olur. Arı da çiçekten çıkan kokunun vasıtasıyla kovanını bilir. Çünkü kovandan çıkan her işçi arı her zaman diğer arıların topladığı çiçeklerin aynısından toplamak mecburiyetindedir.

Ana arı öldüğünde kovanın ahalisini bir dehşet ve hareketlilik sarar. Lakin işçi arılar yeni bir ana arı seçmek üzere yumurtalardan birini seçerek bakımıyla ilgilenirler. Sonra dünyaya geldiğinde onu özel olarak besleyip ana arı seçerler.

Arılar kovana dönerken, yorulmamak ve hızlı mesafe katetmek için düz bir istikamette yol çizerler. Kafalarında koklamayı ve işitmeyi sağlayan antenleri vardır. Bu antenler aynı zamanda kovanın içindeki karanlıkta anlaşmayı, hitap etmeyi, yönlendirmeyi veya müfettişlerin danslarında çizmiş oldukları daireleri anlamayı sağlar. Antenler aynı zamanda dil fonksiyonunu da görmektedir.

Kovanlarından yaklaşık 700-800 metre uzağa giderler ve her seferinde 7-8 km’lik uçuş yaparak nektar toplarlar. Saatte 7-8 km hızla giderler. Yarım kilo kadar bal yapabilmeleri için 130.000 km yol katetmeleri gerekir.

Vahye muhatap bu hayvanların hayatları, bal yapmaları, kendi vücudundan salgıladığı sıvı hâldeki mumu kullanarak en az malzeme ile en fazla depolama yapabilmeleri için altıgen peteklerin belli bir eğimde inşa edilmesi, kovandaki temizlik, yavru bakımı, sağlık sistemleri, düşmana karşı nöbetçilik, kovandaki nemi nasıl ayarladıkları, yön tayinlerindeki ince hesaplar, çiçekleri işaretlemeleri ve iş bölümüne ait faaliyetler sayfalar sürecek ayrı bir makale konusudur.

2– Yukarıda âyetin kaldığı yerden devam edersek, اَنِ اتَّخِذ۪ي (Enittehızî) “Edin.” kelimesiyle âyette dişi arılardan bahsedildiğini anlıyoruz. İfadenin bu kısmında kullanılan fiil, dişi için kullanılan fiil kipindedir, muhatabın dişi olduğunu göstermekte ve âyet sanki sadece dişi arılara hitap etmektedir. Gerçekten de âyette anlatılan yuva yapımı, nektar toplama, bal üretme, petek yapımı gibi işlerin hepsi bu vahye itaat ettirilmiş dişi arılar tarafından yerine getirilmektedir.

Arıya emir verir şekilde hitap edilirken “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine göz göz ev (kovan) edin.” ifadesi Arapça müennes dediğimiz dişilik fiil çekimiyle zikrediliyor.

3– Âyette zikredildiği şekliyle مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَۙ (mine’l-cibâli büyûten ve-mine’ş-şeceri ve mimmâ ya’rişûn) tabirinde arıya, ev yapması بُيُوتًا (büyûten) ve diğer davranışları için vahyedildiği bildirilirken sırasıyla önce dağlarda مِنَ الْجِبَالِ (mine’l-cibâli), sonra ağaçlarda وَمِنَ الشَّجَرِ (ve mine’ş-şeceri) ve daha sonra da insanların yaptığı çardaklardaوَمِمَّا يَعْرِشُونَۙ (vemimma ya’rişûn) evler yapması söylenmektedir. Bu sıralama en iyiden daha az iyiye doğru yapılmıştır. Bu ifadelerden, en kaliteli balların dağlarda ve yüksek yaylalardaki çok çeşitli çiçeklerin bulunduğu bölgelerde, ikinci kalitede olanların, ağaçların yoğun olduğu ormanlık alanlarda olduğu, insanların yaptığı çardakların bulunduğu ovalarda ise tek tip ziraatten dolayı tek çeşit veya birkaç tür bitkiden alınmış nektarlar sebebiyle daha az kaliteli ballar olduğu şeklinde işârî bir mânâ anlaşılabilir. Daha zayıf bir mânâ olarak; medeniyet geliştikçe insanların göçebelikten sabit mekânlara yerleşirken, önce dağlarda ve ovalarda sonra kurdukları evlerde arıcılık yapmalarına da işaret olabilir.

4– ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلًاۜ (Sümme külî min külli’s-semerâti feslükî sübüle rabbiki zülülâ) ifadesiyle kastedilmek istenen arının karnında bulunan bu farklı bezler ve sistemlerdir. Yani “Sonra bütün (min külli) her türlü meyveden (semerâti) ye de (külî) Rabbinin sana yayılman için belirlediği (zülülâ) yolları (sübüle) tut (feslükî). Bunun arının Rabbine büyüklük ve şeref bakımından nispet edilmesi bu yolun bir özelliğidir ki Allah’tan başka kimse buna güç yetiremez.

5 “Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir şerbet çıkar ki onda insanlara şifa vardır.” Âyetin bu kısmı tam olarak bir mucizedir. يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا (Yahrucü min butûnihâ) ifadesiyle karınlarından çıkan ürünlerden bahsedilmektedir. بطن (batn) Arapçada “karın” demektir; bunun çoğulu olan بُطُونِهَا (butûnihâ) “karınlar” demek olur. Bütün böcekler gibi arıların da vücudu baş, göğüs (thorax) ve karından (abdomen) ibarettir. بُطُونِهَا (Butûnihâ) kelimesindeki ها (hâ) zamiri işçi arıların dişi olanlarına aittir. Bu ifadeden çok sayıda arılar kastedilebileceği gibi bir arının karınlarını meydana getiren çok sayıdaki (sekiz adet) karın bölmelerinin nazara alınması daha makuldür. Bu durumda arının karınlarındaki çeşitli bezlerin birer fabrika gibi çalışarak şifa ürettikleri anlaşılabilir.

شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ (Şerâbun muhtelifun elvânuhu) tabirinden de “renkleri farklı farklı şerbetler” yapıldığını anlıyoruz. Bu gerçek Kur’ân-ı Kerim’in inmesinden uzun asırlar sonra anlaşılmıştır. Âyet-i kerimeki bu ifadeler çeşitli (muhtelif) renkteki (elvânu) şerbetlerden (şerâbun), arının bal, propolis, arı sütü, balmumu ve zehri de dâhil olmak üzere karnından akışkan bir hâlde çıkan her ürünü ihtiva eder. Bunların önce sıvı olduğu ve daha sonra hava ile temas ettiğinde her birinin farklı yoğunluklarda koyulaştığı anlaşılır. Müfessirler ise genelde bunu sadece bal olarak anlamışlardır. Çiçeklerden topladığı poleni de dâhil edersek, altı ayrı ürünün hepsi de şifadır ve bu ancak 19. yy. ve 20. yy.da anlaşılmaya başlanmıştır. İnsanlar için şifa olan bu farklı farklı renkteki şerbetin, bu mucizevî böceğin karınlarındaki farklı bezlerde (üretim fabrikalarında) sentezlenmesine dikkat çekilmiştir.

Şerbetin mutlak olarak zikredilmesiyle, işçilerin karnından çıkan her şey kastedilmekte olup bal da bunların en önemlilerinden biridir. Kur’ân bunları ilk çıktıklarında sıvı olduklarından şerbet (şarap, şurup, meşrubat aynı kökten) adı altında toplamıştır.

ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ (Fîhi şifâün li’n-nâs) tabirinden bütün üretilenlerin “insanlar için şifa” olduğu hususunda iki görüş vardır. Müfessirler bu şerbetin hastalıkların bütününe, bir kısmına veya birine şifa olduğu konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Umum hastalıklara şifa olduğunu savunanlara göre, şifa kelimesi türevleriyle beraber Kur’ân’da altı defa geçmekte, buradan hareketle bazı müfessirler ve arı ürünleriyle uğraşanlar, “renkleri farklı şerbetlerin”, insanın maruz kaldığı bütün hastalıkları içine aldığı üzerinde dururlar. Şifa kelimesinin Allah’ın nimet ifadelerinden önce belirsizlik takısı gelip belirlilik takısının olmaması, balın bütün hastalıklara şifa olduğunu destekler ve aynı zamanda bu anlayışı teyit eder.

Diğer bazı müfessirler ve arıcılar ise şerbetlerden sadece bal çeşitlerini anlamışlar, hastalığa, fertlere, şartlara, kovanın bulunduğu ortamın nebâtat zenginliğine ve balların kimyevî özelliklerinin farklılığına göre değişebileceğini söylemişlerdir. Çünkü her kovanın kendine has balı vardır. İki farklı kovandan toplanmış bal nadiren birbirine tam benzerlik gösterir. Üretilen altı şifa kaynağı ise başlı başına uzun bir araştırma mevzuu olduğundan netice olarak sadece arı ile ilgili Kur’ân-ı Kerim’in üslubundaki icâzın mükemmelliğini nazara vermekle iktifa etmiş olmaktayız.

Âyetin son cümlesi olan “Elbette düşünen kimseler için bunda (Allah’ın kudret ve hikmetine) delil vardır.”ifadelerini açmaya zaten gerek yoktur. Bir böcek vesilesiyle gösterilen bu kadar yoğun hikmet tablosundan elbette düşünen insanlar için bu mesele bir tefekkür vesilesidir.

* “Şifa” bahsinde, Prof. Dr. Mehmet Ateş’in “Kur’an Şifâdır” (Çağlayan, Mart, 2024, s. 40) başlıklı yazısından istifade edilmiştir.

 

Bu yazıyı paylaş