Aynı ana babadan dünyaya gelen veya ebeveyinden biri ortak olanlara kardeş; bunların arasındaki kan bağına dakardeşlik denir. Kur’ân-ı Kerim’de insanlar arasında Hz. Âdem’in (aleyhisselâm) neslinden geldiği için aralarında beşerî bir kardeşlik bağı oluştuğundan bahsedilir. İnsanlar arasında mahremiyet, miras ve nafaka konularının da söz konusu olduğu kardeşliğin oluşması, nesep ve evlilik gibi iki temel unsura bağlıdır.[1] Hukuki ve biyolojik anlamda aynı anneden doğmayan kişiler gerçek kardeş olamazlar. Annelerle ilgili Kur’ân’da, “Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır” buyrulmuştur.[2] Bu şekilde insanların kendi iddia ve arzularına göre annelik ve kardeşlik bağı oluşmayacağı gibi, kan bağına dayalı nesebin ve kardeşliğin de sınırları çizilmiştir.
İslâm’a göre, süt yoluyla da tıpkı kan bağında oluşan mahremiyet gibi bir yakınlık oluşmaktadır.[3] Kur’ân-ı Kerim çocukları doğuran kadınların yanı sıra, süt emziren kadınların da onların anneleri olarak kabul edileceğini söylemektedir.[4] Süt emmenin haramlığı doğurabilmesi için süt emen çocuğun yaşı, emzirmenin sayısı ve miktarı, emmenin fasılalı olup olmaması, göğüsten emmenin şart olup olmaması, anne sütünün başka bir şey ile karıştırılması halinde haram kılıp kılmayacağı gibi konularda kısmen farklı görüşler de vardır.[5] Ancak İslâm hukukçuları genel olarak süt emmenin, sürekli bir evlenme engeli oluşturduğu konusunda hemfikirdir.
Bu konu çok hassas olmayan, sütü sadece şeker ve proteinden ibaret bir gıda olarak gören bazı kişiler için önemsiz görülebilir. Fakat fıtratın ve dinin koyduğu yasakların hikmeti, ancak bu yasakların ihlâl edilmesinden sonra görülmektedir. Süt kardeşliğine de bu zaviyeden bakılmalıdır. Dolayısıyla süt sadece bir gıda olarak görülmeyip emziren kişiden emen bebeklere geçebilecek muhtemel maddeler üzerinde de düşünülmelidir.
Anne sütü ve biyolojik kardeşliğin genetik bilimi açısından nasıl tanımlandığı ve süt kardeşlerin evliliğinden meydana gelen neslin devamında nasıl riskler oluşabileceği, güncel araştırmalar ışığında araştırıldığında, ilgi çekici tespitlere rastlanır. Anne sütünden emzirilen bebeğe süt vasıtasıyla genetik açıdan etkili olabilecek mikroRNA (miRNA), RNA ve anne sütü kök hücreleri gibi önemli unsurlar aktarılmaktadır. Doğumdan önce bebeğin içerisinde bulunduğu amnion sıvısı aracılığı ile de mikroRNA’lar anneden bebeğe iletilir. MikroRNA’lar yaklaşık 20–22 nükleotidlik tek zincirli DNA dizileridir ve messengerRNA’ları (mRNA) büyük çoğunlukla baskılayarak düzenlerler. Hatta bir miRNA birkaç mRNA’yı düzenleyebilir ve aynı zamanda bir mRNA birkaç miRNA tarafından da düzenlenebilir. Bilindiği üzere mRNA’lar bundan sonra hücrelerin yapı taşları olarak adlandırdığımız ve hücrelerdeki işleyiş için gerekli proteinlere çevrilirler. Bu sebepten miRNA’ların çeşitli biyolojik ve gelişim süreçlerinin düzenleyicileri (hücre çoğalması, farklılaşması, doku kimliğinin korunması, apoptoz, bağışıklık sistemi gelişimi) olarak anahtar rol oynadıkları düşünülmektedir. Bundan dolayı miRNA’lar damar hastalıkları, diyabet ve çeşitli kanser türleri gibi patolojilerle de ilişkilendirilmiştir.
Anne sütü 12 tür vücut sıvımız arasında en fazla toplam RNA konsantrasyonuna sahiptir ve rahimde bebeğin içinde yüzdüğü (amniyotik) sıvının 80 katından fazla RNA konsantrasyonuna sahiptir. Anne sütünde 1400’den fazla olgun miRNA bulunur. Anne sütündeki miRNA’ların emzirilen bebekte T ve B hücrelerini (bağışıklık sistemine ait hücre çeşidi) düzenleyerek immün sistemin şekillendirilmesi ile alerji gelişimini engellediği düşünülmektedir. Anne sütü, hem immün sistemle ilgili miRNA’lar, hem hücre farklılaşması ve çoğalması, hücrenin kimlik bilgilerinin kodlanması için miRNA’lar, hem de metabolizma ve gelişmenin programlanması gibi bazı fizyolojik süreçlerle ilgili miRNA’lar bakımından zengindir. Anne sütündeki bazı miRNA’ların, sinir siteminin metabolik reaksiyonlarına ait süreçlerle ilişkili olduğu ve beyin gelişiminde de rolü olabileceği düşünülürken, bir başka miRNA’nın kan hücrelerinin üretimine (hematopoez) özel olduğu düşünülmektedir. Bu özellikleri sebebiyle anne sütündeki miRNA’ların vücuttaki bazı özel organ ve dokuları hedefleyebileceği düşünülmektedir.[6] Bu bilgiler bir arada yorumlandığında, anne sütünün emzirilen bebekte uzun süre tesirli olduğu ve kalıcı değişikler yaptığı görülmektedir. Bu durumun sütannenin de emzirdiği bebek için aynı tür değişikliklere sebep olabileceği varsayılabilir.
Anne sütünde miRNA’lar dışında başka moleküller de vardır. Anne sütünde ayrıca sütün salgılanma sürecine katkıda bulunabilecek şekilde meme bezlerindeki salgı hücrelerinin mikrokeseciklerinde sentezlenen 14.000 kadar RNA transkripti mevcuttur. Süt içindeki toplam RNA’nın görevinin çoğu, sütün meydana getirilmesi ve salınması ile ilgili olsa da ayrıca hücre çoğalması, gelişmesi ve büyümesi ile ilgili genlerin aktifleştirilmesi de görevleri arasında yer almaktadır.[7]
Anne sütündeki genetik açıdan önemli diğer bir unsur ise kök hücrelerdir. Bu kök hücrelerin ektoderm, mezoderm ve endoderm olarak bilinen her üç germinal doku tabakasına da ait hücreler olduğu ve bunların farklı hücrelere dönüşebilme kabiliyetlerinin olduğu düşünülmektedir.[8] Ayrıca anne sütünden gelen az sayıda kök hücrenin veya DNA’nın bebekte bulunabileceği (mikrokimerizm) deneylerle gösterilmiştir.[9] Bu sebeple emzirilen bebeklerin annelerinden yapılan doku nakillerine daha toleranslı olmaları beklenebilir.[10] Diğer bazı çalışmalarda gebelikte anne ile fetüs arasında, karşılıklı kök hücre geçişleri olduğu da gösterilmiştir. Anne ve yavrudan birbirine geçen hücreler veya DNA molekülleri konusunda iki farklı görüş ileri sürülmüştür; bazıları bu hücrelerin alıcının kanında veya dokularında on yıllar boyunca kalarak, fizyolojik açıdan birçok farklı hastalığa sebep olabileceğini düşünürken, bazıları da otoimmün olmayan hastalıklarda ve sağlıklı fertlerdeki hücre geçişlerine dayanarak, bu durumun hastalık sebebi olmaktan ziyade, doku hasarlarını tamir etme gayesiyle hikmetli olarak yapıldığı şeklinde alternatif bir görüş ortaya koymuşlardır.
Henüz bütün yönleriyle aydınlatılmamış olmakla beraber, anne sütü ile emzirilen bebekte, alınan süte bağlı olarak uzun süreli veya kalıcı değişiklikler olduğu muhakkaktır. Ancak anne sütünün sebep olduğu bu değişikliklerin tam olarak neler olduğu, bebeğe nasıl, ne kadar ve ne zaman tesir ettiği bilinmemektedir. Fakat her saniye yeni hücrelerin üretildiği bir organizmada, erken dönemde maruz kalınan böyle bir değişikliğin hayatın ilerleyen dönemlerinde hiçbir tesirinin olmadığını düşünmek pek mantıklı değildir.
Anne sütündeki miRNA ve diğer RNA’ların, kök hücrelerin rolü ve sebep olduğu değişiklikler hala tam olarak ortaya konamadığı için, sütanneliğin nasıl bir genetik neticeye sebep olacağını net olarak söylemek, bilimin şu anki verileriyle henüz mümkün değildir. Bu konudaki en büyük zorluk, süt kardeşlerini hayatın içinde takip etmenin pek mümkün olmamasıdır. Bu sebeple süt kardeş evliliğinin genetik açıdan kardeş evliliği kabul edilebileceğini söyleyebilecek kadar elimizde yeterli malumat mevcut değildir. Çünkü genetik açıdan kardeş kavramından aynı anne ve babadan gelen ve çoğunlukla genetik materyalinin (DNA dizisi) yaklaşık %50 si ortak olan kişiler kastedilmektedir. Bu kavramlar aslında biraz daha karmaşıktır, zira bazen farklı ihtimaller de söz konusu olabilmektedir. Bununla beraber pratikte kardeşler arasında çoğunlukla, yaklaşık %50 ortak olan bir genetik materyal oranı söz konusudur.
Başka bir konu ise, DNA dizisinin, birbiriyle hiçbir kan bağı olmayan farklı şahıslar arasında bile %99,9 oranında aynı olmasıdır. Fertler arasındaki farklılığa sebep olan bu küçük (binde birlik) dilim, kardeşler arasında çok benzer olup ya anneden veya babadan alınmıştır. Bu mantıkla bakıldığında süt kardeşler için bunu söylemek mümkün değildir. Çünkü bu küçük orandaki farklı genetik dilimin, anne sütü ile kardeşlik derecesine geldiğini belirten bir delil henüz elimizde yoktur. Fakat genetik hastalıklarda veya genetiğin baskın olduğu hastalıklarda, etki mekanizması sadece genetik şifre üzerinden çalışmamaktadır. Genlerin sahip olduğu şifrelere ait diziler ve/veya bunları düzenleyen mekanizmalar arasında yukarıda da bahsi geçtiği üzere miRNA’lar da önemli faktörler olarak görülmektedir. Bu durumda süt kardeş evliliğinde, aynı düzenleyici (regülatör) gen bozukluğunda, bebekte genetik bir arızaya sebep olabileceği neticesi çıkartılabilir. Fakat bu sonuca varabilmek için sütannelik durumunda, anne sütünün bebekte sebep olduğu değişikliğin daha net olarak ortaya konmuş olması gerekir ki henüz bu bilgilere ait kesinleşmiş ilmî neticeler bulunmamaktadır. Belki genlerde bir bozukluk değil de genlerdeki şifreye göre üretilmiş proteinlerin yapısında, hormon ve enzimlere karşı, daha farklı cevaplar da üretiliyor olabilir, fakat bu durumu açıklamak için de daha kompleks genetik mekanizmaların açıklanması gerekir.
Mevcut bilgilerle şu anda sadece bazı yorumlar yapılabilir; mesela anne sütünden geçen, yavruyu koruyucu antikorlar gibi miRNA’ların da immün sisteme tesir edebileceği, anne sütü kök hücrelerinin bebeğin gelişmekte olan sinir sisteminde bazı faktörleri tetikleyebileceği veya süt kardeş evliliğinde, bazı genetik hastalıklara eğilimi artırabileceği gibi hususlar düşünülebilir. Bu tür konuların açıklığa kavuşturulması için, süt kardeş oldukları bilinen evli insanların, kendi üzerlerinde araştırma yapılmasını kabul etmesi gerekmektedir.
—
apoptoz: Programlı hücre ölümü.
RNA (ribonükleik asit): DNA ve proteinler gibi hayat için gerekli ana makromoleküllerden biri.
Nücleotid: DNA ve RNA gibi nükleik asitlerin yapı taşı.
Mikromerizm: Bir kişiye ait az sayıda hücre veya DNA’nın başka bir fertte bulunması hali.
Dipnotlar
[1] Furkan, 25/54. Geniş bilgi için bkz. Kurtubî, Ebu Abdillah Muhammed ibn Ahmed, El-Câmi‘u li Ahkâmi’l-Kur’ân, tahk.: Abudullah b. Abdilmuhsin et-Türkî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 2006, XV, 452–453.
[2] Mücadile, 58/2
[3] Şafak, Ali, “İslâm’da Evlenilmesi Yasaklananlar Yakın Akraba Evlilikleri ve Sakat Doğan Çocuklar”, Diyanet Dergisi, Ankara 1986, c. III, sy. IV, s. 17-19; Yaman, Ahmet, “İslam Hukukuna Özgü Bir Kurum Süt Akrabalığı”, SÜİFD, Konya 2002, s. XIII, s. 56, 58-61; Kumbasar, Murat, “Süt Akrabalığı”, AÜİFD, Erzurum 2001, s. XVI, s. 320–321, 324–325.
[4] Bakara, 2/233; Nisa, 4/23; Talak, 65/6.
[5] İbn Hazm, nesep yoluyla haram olanların süt yoluyla da haram olduğunu belirttikten sonra şu beş konuda ihtilaf edildiğini kaydeder: 1) Lebenü’l-fahl meselesi, 2) haram kılan emzirmenin niteliği, 3) haram kılan sütün adedi ve miktarı, 4) büyüğün emzirilmesi ve 5) ölmüş bir kadının sütünü emme. Bkz. El-Muhallâ, X, 2.
[6] Floris I, Kraft JD, Altosaar I. Roles of MicroRNA across Prenatal and Postnatal Periods. Int J Mol Sci. 2016;17(12):1994.
[7] Maningat PD ve ark. Gene expression in the human mammary epithelium during lactation: the milk fat globule transcriptome. Physiol Genomics. 2009;37(1):12–22.
[8] Briere CE, McGrath JM, Jensen T, Matson A, Finck C. Breast milk stem cells: current science and implications for preterm infants. Adv Neonatal Care. 2016;16(6):410–419.
[9] Moles JP ve ark. Breastfeeding-related maternal microchimerism. Nat Rev Immunol. 2017;17(11):729–721.
[10] Ninkina N ve ark. Stem cells in human breast milk. Hum Cell. 2019;32(3):223–230.
[ii] Mücadile, 58/2
[iii] Şafak, Ali, “İslâm’da Evlenilmesi Yasaklananlar Yakın Akraba Evlilikleri ve Sakat Doğan Çocuklar”, Diyanet Dergisi, Ankara 1986, c. III, sy. IV, s. 17-19; Yaman, Ahmet, “İslam Hukukuna Özgü Bir Kurum Süt Akrabalığı”, SÜİFD, Konya 2002, s. XIII, s. 56, 58-61; Kumbasar, Murat, “Süt Akrabalığı”, AÜİFD, Erzurum 2001, s. XVI, s. 320–321, 324–325.
[iv] Bakara, 2/233; Nisa, 4/23; Talak, 65/6.
[v] İbn Hazm, nesep yoluyla haram olanların süt yoluyla da haram olduğunu belirttikten sonra şu beş konuda ihtilaf edildiğini kaydeder: 1) Lebenü’l-fahl meselesi, 2) haram kılan emzirmenin niteliği, 3) haram kılan sütün adedi ve miktarı, 4) büyüğün emzirilmesi ve 5) ölmüş bir kadının sütünü emme. Bkz. El-Muhallâ, X, 2.