Fakr u Gınâ

Fakirlik, yoksulluk, muhtaç bulunduğu şeylere sahip olamama mânâlarına gelen fakr; erbabınca, kalben bütün varlıktan vazgeçip sadece ve sadece abd ve Mâbud münasebeti içinde bulunma, yalnız Allah’a muhtaç olduğunu duyma ve varlığa karşı ihtiyaç alâkalarından kurtulma şuuruyla yaşamaya denir ki, tasavvufçuların “fakr”dan anladıkları da işte budur. O, halkın anladığı mânâda fakirlik ve yoksulluk olmadığı gibi, insanlara karşı ihtiyaçlarını izhar ederek dilencilikte bulunmak da değildir.
Fakr; varlığı kendinden olmayan her şeyden alâkayı kesip, doğrudan doğruya Hazreti “Ehad ü Samed”e teveccühten ibarettir. Bu itibarladır ki; insan bütün fâniyat ve zâilâtı kalben terk edip, sıfât ve zât-ı ilâhîde fâni olduğu ölçüde fakra ulaşmış ve اَلْفَقْرُ فَخْرِي “Fakirlik iftihar vesilemdir.”[1] fehvasınca fahre ermiş sayılır. Bir kudsî sözde de ifade edildiği gibi fakr, iman ve iz’anın bir buudu hâline gelince, bütün iradeler, bütün meşîetler ve bütün havl ü kuvvetler silinir gider de, sadece ve sadece Allah’ın (celle celâluhu) havl ve kuvveti kalır… Böyle birisinin dünyalar dolusu serveti de olsa, fâni ve zâil olması itibarıyla her şeyi vehm ü hayal farz ederek, sadece O’nu görür, O’nu bilir, O’nu düşünür.. ve acz ü fakr şuuruyla sadece ve sadece O’na güvenir, O’na dayanır ve O’ndan başka her şeye karşı bütün bütün kalben bigâne hâle gelir. Nâbi merhum ne hoş söyler:
“Eyleme fakra hakaretle nazar ey Nâbi,
Fakr, âyinesidir suret-i istiğnânın.”
Fakr ile alâkalı bir hoş söz de Hz. Mevlâna’dan:
اَلْفَقْرُ جَوْهَرٌ وَسِوَى الْفَقْرِ عَرَضُ وَالْفَقْرُ شِفَاءٌ وَسِوَى الْفَقْرِ مَرَضُ
اَلْعَالَـمُ كُلُّهُ صُـدًى وَغُـرُورُ وَالْفَقْرُ مِـنَ الْعَالَمِ سِرٌّ وَغَرَضُ
“Fakr, her şeyin özü; onun gayrısı ise suret ve şekildir. Fakr bir şifa, başkası ise marazdır. Bütün âlem bir hevâ, bir çalım ve gurur; fakr ise varlığın sırrı ve özüdür.”
Aslında insan, kendi acz, fakr ve ihtiyacını iman şuuruyla görüp sezemese bile, bir realite olarak o hep âciz, fakir ve muhtaçtır. Cenâb-ı Hak onun bu tabiî durumunu hatırlatma sadedinde şöyle buyurur: يَۤا أَيُّهَا النَّاسُ أَنْتُمُ الْفُقَرَۤاءُ إِلَى اللهِ وَاللهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ “Ey insanlar, siz hepiniz Allah’a muhtaçsınız; Allah ise, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan bir Ganiyy ü Hamîd’dir.”[2] Evet insan “mümkinü’l-vücud” iken vücuda gelebilmek için O’nun tercih, takdir ve meşîetine muhtaç olduğu gibi, varlığını devam ettirebilmek için de yine her lahza O’nun feyz-i vücuduna muhtaçtır.
İnsanın fakr ve ihtiyacı O’nun zilletine sebep değildir. Aksine, fakrının şuurunda olduğu ölçüde izzetine vesiledir. Zira “Ganî-yi Mutlak” olan Allah’a karşı fakr u ihtiyaç şuuru, gınânın ta kendisidir. Evet insan, vicdanındaki nokta-i istinad ve nokta-i istimdadı duyup hissedip O’na yöneldiği nispette “başka şeylere muhtaç olmadığı” şuur ve idrakine ulaşır ki, böyle birisi tam bir fakir olduğu hâlde, hiç kimseye ve hiçbir şeye karşı ihtiyaç hissetmez. Ve yine böyle bir fakir, kendi varlığı dahil her şeyi Cenâb-ı Hak’tan bilir ve sahip olduğu şeyleri O’nun vücudunun ziyasının bir gölgesi sayar ki, tevhid şuurunun bu seviyeye ulaşmasına “fenâ fillâh” denir.. ve iki adım ötede de “beka billâh” vardır. Bu mânâ ile alâkalı olarak Hayâlî merhum şöyle der:
“Hayâlî, fakr şalına çekenler cism-i üryânı,
Ânınla fahrederler, atlas ü dîbâyı bilmezler.”
Fakr; evliyânın şiârı, asfiyânın hâli ve Hak sevgisinin de en bariz emaresidir.
Fakr; Cenâb-ı Hakk’ın, dostlarının kalbine koyduğu öyle bir sırdır ki, onunla nurlanan gönüller mamur olur.
Fakr; insanın kalb gözünü, Hakk’ın tükenmez hazinelerine açan nurdan bir anahtardır; bu anahtara sahip olan, dünyanın en zengini sayılır.
Fakr; gınânın kapısıdır; o kapıdan geçebilenler vicdanlarında “Mâlikü’l-Mülk”ün sonsuz definelerine ulaşırlar; ulaşırlar da, fakrı ayn-ı gınâ bulurlar. Bu itibarla da, Hz. Cüneyd’in de buyurduğu gibi, diyebiliriz ki: “Gınâ, fakrın kemale erme keyfiyetinden başka bir şey değildir.”[3]
Evet, Allah’a karşı iftikar tamamlanınca, mutlak gınâya ulaşılır; gınâya ulaşılınca da, insan ruhu başka bir şeye ihtiyaç hissetmez ki, halk arasındaki: “Asıl zenginlik kalb zenginliğidir.” sözünün mânâsı da bu olsa gerek…
Evet insan, böyle bir zenginliğe erince âdeta her yerde geçerli bir kredi kartını elde etmiş gibi olur. Böyle sırlı bir sermayeye sahip olan ise ne güçsüzdür ne de fakir. Bir eski söz, bu yeni gerçeği, hiç yoktan iyidir ölçüsünde şöyle anlatır:
Kuvvet O’nun, biz güçlüyüz
O’nun namıyla ünlüyüz
Zirveler aşar yürürüz
Zorluklar âsândır bize.

Malımız yok, pek ganîyiz
O’nun ile olduk aziz
Tefekkürdür mesleğimiz
Yaş-kuru irfandır bize.[4]

اَللّٰهُمَّ تَمَّ نُورُكَ فَهَدَيْتَ فَلَكَ الْحَمْدُ
عَظُمَ حِلْمُكَ فَغَفَرْتَ فَلَكَ الْحَمْدُ
بَسَطْتَ يَدَكَ فَأَعْطَيْتَ فَلَكَ الْحَمْدُ
رَبَّنَا وَجْهُكَ أَكْرَمُ الْوُجُوهِ وَجَاهُكَ أَعْظَمُ الْجَاهِ وَعَطِيَّتُكَ أَعْظَمُ الْعَطِيَّةِ وَأَهْنَاهَا
تُطَاعُ رَبَّنَا فَتَشْكُرُ وَتُعْصٰى فَتَغْفِرُ وَتُجِيبُ الْمُضْطَرَّ وَتَكْشِفُ الضُّرَّ وَتَشْفِي السَّقِيمَ
وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا وَسَيِّدِ الْعَالَمِينَ مُحَمَّدٍ الْهَادِي إِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ وَعَلٰى اٰلِه وَأَصْحَابِهِ الْمُخْلِصِينَ الْمُخْلَصِينَ

[1] Kadı İyaz, Şifa 1/146.
[2] Fâtır sûresi, 35/15.
[3] el-Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye s.273.
[4] M.F. Gülen, Kırık Mızrap s.66.

Bu yazıyı paylaş