Harikulade Özellikleriyle Dişlerimiz

Başta çocuklar olmak üzere hepimizin korkulu rüyasıdır dişçiye gitmek. O zaman anlarız dişlerimizin kıymetini. Hele bir de implant veya köprü gibi masraflı şeyler yaptırmak gerekirse, maddî olarak da ne kadar değerli olduklarının farkına varırız. Çoğunlukla sert şeyleri kırmaya çalışmak, asitli içecekler ve eksik ağız temizliği gibi sebepler neticesinde dişçiye düşer yolumuz.

Temizlenmeyen bir ağızda yiyecek artıkları dişlerde birikerek bakteri plakları oluşturur. Bakteriler bu plaklardaki glikozu kullanarak asit üretir. Asit ise, diş çürümelerine ve diş eti hastalıklarına sebep olur.

Dişlerimizin Yapısı

Mikroskobik olarak incelediğimizde dişlerin üzerinde zikzaklı virajlar, girinti ve çıkıntılar görürüz. Çiğneme ve estetik için varlığı elzem olan ve “tüberkül” adı verilen bu çıkıntılar, her yaş ve dişe göre milimetrik hassasiyette yaratılmışlardır. Alt ve üst çene dişleri, girinti ve çıkıntıları anahtar-kilit uyumu gibi birbirine denk gelecek tarzda dizilmiştir. Hasta ağzına tatbik edilen protezin ideal olma şartlarından biri de bu girinti ve çıkıntıların esasına uygun olarak işlenmesidir.

Koparma, çiğneme ve konuşma fiilleriyle vazifeli olan dişler; estetiği, parlaklığı, rengi ve fonksiyonel sağlam yapısıyla harikulade bir yaratılış örneğidir. El-Musavvir olan (varlıklara en güzel şekillerini veren) Rabbimiz, her dişe vazifesine uygun bir şekil vermiştir. Mesela, ön dişler keskindir, yiyeceği keserek koparır. Köpek dişleri sivridir, et gibi gıdaları yırtar, parçalar. Azı dişleri ise arasına aldığı gıdaları değirmen taşları gibi öğütebilecek yapıda var edilmiştir. Eğer ağzımızdaki dişlerin hepsi aynı tipte olsaydı, mesela 32 köpek dişi veya 32 kesici dişe sahip olsaydık, yemek yememiz hemen hemen imkânsız hâle gelirdi. Dişlerdeki bu mükemmel yapının bir başka örneği de dişlerin diziliminde görülür. Her diş olması gerektiği yerdedir. Kesiciler olmaları gerektiği gibi ön tarafta, azılar ise arka taraftadır. Mesela, ön dişlerimizle azı dişlerimiz yer değiştirseydi, bu mükemmel organ kullanışsız hâle gelirdi.

Dişlerin sert ve dayanıklı yapısında ana rol kalsiyuma (Ca) verilse de fosfor (P), magnezyum (Mg) ve potasyum (K) tuzlarının da büyük önemi vardır. Embriyo safhasında milyonlarca hücre, önce kalsiyum depolayıp ardından çene kemiklerindeki yerlerine gömülü vaziyette yan yana gelerek büyük bir blok meydana getirir. Bu bloğun şeklini de yine onu inşa eden hücreler belirler. Bu sırada alt damakta bulunan hücre grupları ile üst damaktakiler sanki birbirlerini görüyorlarmış gibi hareket ederek en uygun konumlarını bulurlar. Böylece ileride çenelerin doğru kapanma ve çiğneme hareketleri baştan ayarlanmış olur. Neticede ortaya çıkan dişlerin dizilme profili ve şekilleri hususî olup parmak izi gibi benzersizdir.

           Bölümleri

Diş; taç ve kök olmak üzere iki temel kısımdan meydana gelmektedir.[1] Ağız içinde görünen beyaz ve parlak porselen gibi olan kısmına taç, dıştan görünmeyen ve dişin çene kemiğine tutunmasına vesile olan bölümüne de kök denir. Taç, dıştan içe doğru sırasıyla; mine, dentin (diş kemiği) ve pulpa (diş özü) dediğimiz tabakalardan yapılmıştır. Dişi çene kemiğine yapıştıran özel bir malzeme olan cement (çimento gibi yapıştırıcı) maddesini de ayrı bir tabaka olarak sayabiliriz. “Diş çimentosu” diyebileceğimiz bu maddenin dağılımı ve kalınlığı, dişlerin ihtiyacına göre farklı olup %65’ini mineraller, %23’ünü organik madde ve %12’sini de su teşkil eder.

Mine tabakası, dentin ve pulpayı örterek koruyan, diş eti seviyesinden sonra inşa edilmiş, %96’sı mineral (kalsiyum tuzları), %2’si organik doku ve %2’si su olan ve bilinen en sert organik madde olup sertlik derecesi 7’dir (elmasınki 10’dur). Bir yaratılış harikası olan dişin, en çok kuvvet alan çiğneyici yüzeylerinde mine kalınlığı 2–2,5 mm iken diş etine yakın bölgelerde bu kalınlık 0,1 mm’ye kadar düşmektedir. Bu hususiyeti ile dişler, üstlerine binen kuvvete daha dayanıklı hâle getirilmiştir.

Diş minesi aslında pürüzsüz bir yapıya sahip değildir. Üzerinde küçük, ancak derin olmayan çatlaklar vardır. Mikroskobik olarak incelendiğinde; mine tabakasının yüzeyden dentine doğru uzanan, aralarında boşluk olmayan, altıgen prizma şeklinde kolonlardan meydana geldiği görülür. Sonsuz bir ilim, hikmet, irade ve kudretle yaratılan bu çatlaklar ve çubuklar şeklindeki yapı, diş minesine uygulanan basıncın dağılmasını sağlayarak dişin kırılmasını engeller.[2]

Dişin büyük kısmını teşkil eden dentin; dişin merkezinde bulunan sinir ve damar paketlerini ihtiva eden pulpa dokusunu çepeçevre saran bir tabakadır. Vücudun diğer kemiklerine benzese de yapısında farklılıklar vardır. Sert bir kemik yapıdaki dentinin %70’i mineral, %18’i organik madde, %12’si de su olup az da olsa bir esnekliğe sahiptir. Dentinin bu sertliği ile beraber esneklik özelliği sayesinde, amortisör (darbe emici) gibi vazife yapmasıyla, hem sert mine dokusundan dişe iletilen basınçlar hafifletilir hem de mine dokusunun kırılganlığı azaltılır.

Dentinin yapısı incelendiğinde, mine tabakası sınırından pulpaya ve cement maddesine doğru boru şeklinde içi kolajen liflerle dolu tüpçüklerden inşa edildiği görülür.[3] Mine tabakasına herhangi bir şeyin temasını veya sıcaklık gibi özelliklerini bu tüpler içindeki çok hassas sıvının iletimiyle anlarız. Dişlerin ince yapısında, malzeme bilimi açısından mühendislere ilham olacak harikulade bir terkip vardır: Bu üç tabakanın da (mine, dentin, cement) ana maddesi olan kalsiyumun içine katılan çok az miktardaki diğer maddelerle, dişlerimiz mine tabakasında elmas gibi sert, dentinde elastik, cementte ise yapıştırıcı bir mahiyet kazanır. Kısacası, dişin mârûz kalacağı kuvvetler ve karşılaşacağı sertlikler nazara alındığında, sonsuz bir ilim ve kudretle inşa edildiği anlaşılır.

Dişin merkezinde bulunan pulpa, içinde kan dolaşımı olan yegâne diş dokusudur. Pulpa yapısı yaşla farklılık gösterir. Yapısında damar ve sinirlerden başka odontoblast adı verilen, henüz farklılaşmamış genç diş hücreleri vardır. Pulpa tabakasındaki sinir hücreleri; sıcak, soğuk ve basınç gibi uyaranların hissedilmesinde rol alır. Pulpa dokusu, damarlar yoluyla beslenerek dişin canlı kalmasını, bunun neticesi olarak da dişin kuru bir ağaç gibi kırılmamasını, yani dayanıklılığını sağlar.

Diş köklerinden, kemiğe ve diş etine uzanan periodontal ligament adı verilen çok sağlam bir bağ yapısı vardır. Amortisör vazifesi gören bu yapı, çeşitli çapraz liflerden meydana gelir. Bu lifler de mikro lif demetlerinden oluşur. Dişlere sağlamlık ve esneklik kazandıran bu lifler, aynı kalınlıktaki çelik halatlardan daha sağlamdır. Lifler çiğneme esnasında dişlerin üzerine gelen 250–300 kg’lık (400 kg’a kadar çıkabilen) kuvvetin baskısını dengeler. Hem dişlerin gömülmemesine hem de üzerlerine sakız gibi bir şey yapıştığında, yani öne doğru çekilme kuvvetine mârûz kaldıklarında, esneyerek normal hâllerine dönmelerini sağlar.

Kusursuz Yaratılış Sırası

Dişlerimizin harikulade bir yaratılış serüveni vardır.[4] Genellikle altı aylık olana kadar dişimiz çıkmaz, damağa gömülü halde vaktini bekler, çünkü bu dönemde dişe ihtiyacımız yoktur. Organlarımız anne sütü haricinde bazı gıdalarla beslenmeye hazır hâle gelince, süt dişlerimiz ihsan edilir. Ancak yaklaşık altı yaşına gelince, kalıcı dişler süt dişlerinin yerini almaya başlar ve bu durum 12 yaşına kadar sürer. El-Bâri (her şeyi uyumlu ve kusursuz yaratan) Rabbimiz, çene yapımız hazır hâle gelince de yirmi yaş dişlerimizi ihsan eder.[5]

Süt Dişleri

Damakta tomurcuklar şeklinde bulunan süt dişleri, yaratılış emirlerine ittiba ederek genellikle altıncı aydan sonra çıkmaya başlar ve “Dur!” emri gelince de durur. Her altı ayda bir, bir grup dişin sürmesiyle, genellikle üç yaşında, süt dişlerinin tamamı çıkmış olur. 6–12’nci ayda kesiciler, 12–18’inci ayda ön azılar, 18–24’üncü ayda köpek dişleri, 24–30’uncu aylar arasında da arka azı dişleri çıkar. Yaklaşık üç yaşına kadar (20 tane) süt dişi tamamlanmış olan çocuklar, altı yaşına kadar bu dişleri kullanır.

Diş yapısının gelişimi için kalsiyuma ihtiyaç vardır. Bebeklerin genellikle tek gıdası olan anne sütü, kalsiyum bakımından çok zengindir. Sütten alınan kalsiyum, dişlerde minenin yapısını oluşturacak hidroksiapatit kristalleri [Ca10(PO4)6(OH)2] şeklinde birikip dişi şekillendirmeye başlar. Anne sütünün dişe dönüştürüldüğü bu süreç, rastgele ve başıboş şekilde ilerlemez. Nerede hangi dişin bulunacağı, ne kadar uzayacağı, bu uzama sürecinin ne kadar devam edeceği, yan yana gelen dişlerin birbirine engel olmadan ne şekilde dizileceği, ağzın ve kafanın büyüklüğü ile uyumu da hesaba katılarak, hepsi DNA’mızda kodlanmış bir program dahilinde gerçekleşir. Bu süreçte ihtiyaç duyulan maddelerin hepsi anne sütünden karşılanır.

 

Süt dişleri tarafından kaplanan alan, kendilerinin yerine gelecek olan kalıcı dişler için korunur ve kalıcı dişler sürerken onlara rehberlik yapılır. Ayrıca süt dişleri, bulundukları bölgedeki kemik yapıyı da yere çakılmış fore kazıklar gibi destekler. Eğer süt dişleri erken çekilir veya kaybedilirse, bu yer tutuculuk fonksiyonu ortadan kalkmakta ve kalıcı dişler çenede çapraşık olarak yer alabilmektedir. Hatta ilgili bölgedeki kemiğin erimesine, diş eti yapısının değişmesine sebep olabilmektedir.[6]

Yirmi Yaş Dişleri

Evrimcilerin üzerinde çok polemik yaptıkları ve körelmeye yüz tutmuş organlar gibi takdim ettikleri yirmi yaş dişleri, genellikle 15–25 yaşlarında çıkar. Sağlıklı ve yetişkin bir insanda 28 adet (8 kesici diş, 4 köpek dişi, 8 küçük azı dişi ve 8 azı dişi) olan dişlerin sayısı, yirmi yaş dişlerinin çıkmasıyla 32 olur.[7]

Yirmi yaş dişlerimiz ancak mekanik açıdan uygun durum oluştuktan sonra çıkmaktadır. Bu dişler, çene eklemi bağlantısına en yakın yerde bulunduğu için çok önemli ve hassas bir yerde belirmektedir. Yiyecekleri öğütürken dişlerimizin yanı sıra bütün çene yapımız da çok büyük bir mekanik basınç altına girmektedir. Bu yüzden yirmi yaş dişlerimiz daha önce çıksaydı, çene yapımız henüz bu basınca hazır olmadığı için zarar görebilecekti.

Yirmi yaş dişlerinin körelmekte olduğu iddiası ise birçok makalede çürütülmüştür. Bu durum, yanlış beslenmeye bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Çiğneme faaliyetinin giderek azalması, meyveleri ısırarak yemek yerine meyve suyu içmek, yumuşak hazır gıdalar yemek gibi yanlış davranışlar, damak ve çene yapısının gelişimini yavaşlatmaktadır. Bu yüzden, sonradan gelen bu dişler, dışarı çıkmak üzere büyürken komşu oldukları ikinci azı dişine baskı yapmaya başlar ve bu esnada ağrılara sebebiyet verebilirler. Çocukluktan itibaren elma ve ayva gibi sert meyveleri ve etleri ısırarak yiyenlerde çeneler iyi geliştiği için dişler çeneye rahatça sığabilmektedir. Çiğneme faaliyeti azalınca çeneler gelişmediği için yirmi yaş dişlerine yer kalmadığından sıkıntı çıkmaktadır.

Neticede, vücudumuzun başka bir yerinde olmayan, diş gibi çok sert fakat canlı yapıların; olması gerektiği şekil ve sırada, simetrik bir yapıda, alt ve üst çenede birbirleriyle tam uyumlu olacak şekilde ve estetik bir biçimde yaratılmalarının tesadüfen olabileceğini düşünmek akla ve mantığa aykırıdır. Sindirim sistemimizin daha ilk adımı olan çiğneme gibi işlerle görevli olan dişlerimizin muhteşem yapısını, ancak Allah’ın (celle celâluhu) yaratmasıyla izah edebiliriz.

 

 

Dipnotlar

[1] Y. R. Zhang ve ark. “Review of research on the mechanical properties of the human tooth”, Int J Oral Sci, 2014, 6, 61–69.

[2] Orhan Eker, “Dişteki Savunma Sanatları”, Sızıntı, Şubat 2013.

[3] “Understanding Your Sensitive Teeth”, www.santamonicadentalpractice.com/blog/2018/2/7/understanding-your-sensitive-teeth

[4] “Teeth facts and figures”, www.nhs.uk/live-well/healthy-body/teeth-facts-and-figures

[5] “When will my baby’s teeth come in?”, www.healthline.com/health/deciduous-teeth#when-will-deciduous-teeth-come-in

[6] “Permanent Tooth Eruption”, discoverykidsdentistry.com/dental-topics/permanent-tooth-eruption

[7] “Yirmi Yaş Dişlerinin Sebebi Nihayet Biliniyor”, popsci.com.tr/yirmi-yas-dislerinin-sebebi-nihayet-biliniyor

Bu yazıyı paylaş