Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)
Ecelinin yakın olduğu içine doğmuştu
Metindi, kimseyi kınamıyor, incitmiyordu
Yolda gördüğü kimselerle selamlaşıyordu
Her gün sanki biraz daha yaşlanıyordu
Oysa sadece yirmi ak vardı siyah sakalında
Durup su içen develeri izliyordu arada sırada
Böylece, deve güttüğü zamanları hatırlıyordu
Sanki Cenneti görmüş, İlahî aşkı bulmuştu
Sanki kâinatın yaratılışına şahit olmuştu
Alnı dik, yanakları kusursuz, benzersizdi
Kaşları ince, bakışları anlamlı ve keskindi
Boynu, gümüş bir testinin boynuydu sanki
Tufanın sırlarını bilen Nuh’un hâli vardı
Ona danışmaya gelenlere adil davranırdı
Kimi itiraf eder, kimi güler ve inkâr ederdi
Sessizce dinler, en son konuşurdu kendisi
Ağzından dua ve zikir hiç eksik olmazdı
Çok az yer, karnının üzerine taş koyardı
Boş durmaz, koyunlarını sağardı
Oturur yere, elbisesini kendi dikerdi
Artık genç değildi, eski gücü de kalmamıştı
Yine de herkesten daha fazla oruç tutardı
Altmış üç yaşında, bir ateş sardı vücudunu
Kutsal Kitap Kur’ân’ı bir kez daha okudu
Sonra sancağı, Zeyd’in oğluna teslim etti
Onlara, “Artık aranızdan ayrılma vakti geldi
Allah birdir, hep O’nun yolunda mücahede et.” dedi
Mahzundu, bakışlarında yurdundan zoraki
Sürülen yaşlı bir kartalın hüznü vardı sanki
Yine her günkü vaktinde mescide geldi,
Ali’ye tâbi olanlar da arkasından geliyordu
Ve kutsal sancak rüzgârda dalgalanıyordu.
Benzi soluktu, döndü ve kalabalığa seslendi:
“Ey insanlar, ömür bitiyor, hayat gelip geçici
Biz karanlıkta birer zerreyiz, yüce olan O’dur
Ey insanlar, O’ndan başka rehberim yoktur
Onsuz bir değerim olmazdı.”
Bir zat ona, “Ey müminlerin gerçek Sultanı!
Seni dinler dinlemez herkes inandı sözüne
Sen doğduğunda, bir yıldız doğdu gökyüzünde
Kisra sarayının üç kulesi birden devrildi.” dedi
O da “Melekler ölümümü müzakere etti
Vakit tamam, dinleyin! Eğer herhangi birinize
Bir kötülük yaptıysam, çıksın herkesin önünde
Ben ölmeden, gelsin hakkını alsın şimdi
Kime vurmuşsam, o da bana vursun.” dedi
Ve uzattı usulca asâsını oradan geçenlere
Yaşlı bir kadın, bir koyunu kırpıyordu eşikte
Ona “Allah yardımcın olsun!” diye seslendi
Bakışlarında bir hüzün vardı, oldukça bitkindi
Dalgındı, birden şöyle dedi: “Herkes duysun!
Allah benim adımı andı! Bundan emin olun
Topraktan insan, nurdan bir peygamberim
İsa’nın getirdiği dini tamamlamaya geldim
Ashabım, ben sabır taşıyım, İsa tatlı dilliydi
Zira her şafak, doğacak güneşin müjdecisi
İsa benden önce, ama ne Tanrıdır ne de oğlu
O, gülü koklayan bir bakireden doğdu
Unutmayın, ben de etten kemikten bir fâniyim
Kuruyan bir balçıktan başka bir şey değilim
Şu dünyada başıma gelmeyen şey kalmadı
Çektiğim çilelere yol olsa dayanmazdı
Baskı ve işkenceden şu bedenim çok çekti
Ve eğer işlediğimiz her bir günahın bedeli
Korkunç bir haşere olsaydı, o karanlık mezarı
Bize dar eder, Cehenneme çevirirdi orayı
Tekrar tekrar bedenlenir Cehennem ehli
Ve kurtlar yeniden kemirir tüm bedenlerini
Böylece defalarca tükenir ve yeniden dirilir
Ben kutsî mücahedelerin mütevazı meydanıyım
Bazen bir efendi bazen de bir köle gibiyim
Kelamım tıpkı çöldeki kum ve kuyular gibidir
Bir sözüm korkutuyorsa, bir diğeri müjdecidir
Ey inananlar! Çektiklerimi görüyorsunuz işte!
Karşıma alıp insanı aldatıp yeniden dalalete
Sürüklemek isteyen o dehşet saçan iblisleri
Engellemeye çalıştım, bağladım o pis ellerini
Çoğu zaman Yakup gibi, karanlıklar içinde
Çarpıştım durdum, görmediğim kimselerle
Fakat insanlar beni özellikle öldürmek istedi
Bana karşı sürekli kin ve kıskançlık besledi
Ben ise asla hak davamdan vazgeçmedim
Onlarla savaştım, ama kimseden incinmedim
Savaş boyunca “Bırakın yapsınlar!” diyordum
Kanlar içinde tek yaralı ben olayım istiyordum
Varsın hepsi vursun bana, zaten durmazlar ki
Zira sağ ellerine Ay’ı, sol ellerine Güneş’i
Versem de düşmanlarım vazgeçmezdi asla
Yine de saldırırlardı bana şu çileli yolculukta
Fakat ne olursa olsun geri adım atmadım
Zira bu kutsal dava uğruna tam kırk yıl savaştım
İşte böyle geçen bir ömrü nihayet tamamladım
Şimdi Allah’a gidiyorum, dünyayı geride bıraktım
Greklerin Hermès’i, Yahudilerin de Lévi’yi
Desteklediği gibi siz de hiç bırakmadınız beni
Çektiğiniz bu sıkıntılar, mutlaka son bulacak
Bu soğuk, ıssız geceye elbet güneş doğacak
Müminler asla ümidinizi kesmeyin O’ndan
Zira dağları aslan yuvası yapan,
Denizleri incilerle, karanlıkları da yıldızlarla
Donatan Allah, elbet sizleri de koymaz darda
Sonra “O’na inanıp teslim olun.” diye ekledi
İnanmayan, ancak inkâr da etmeyenlerin yeri
Cennet ile Cehennemi ayıran duvarın üzeri
Kararmıştır kalbleri, günah işlemek tek işleri
Hiç kimse tamamen günahsız değildir belki
Ama çabalayın ki Allah cezalandırmasın sizi
Namaz kılın, bütün azalarınız değsin yere
Zira o dayanılmaz Cehennem ateşi sadece
O’nun için yere kapanmayan bedenleri yakar
O, kapkaranlık dünyayı, masmavi gökle açar
Misafiri sevin, dürüst olun, adaletle hükmedin
Yüce katında türlü türlü nimetler var sizin için
Yedi semayı geçmek için altın eyerli atlar
Ve yıldırımları geride bırakan hızlı arabalar
Huriler, tertemiz, hep ter ü taze ve neşeli
İncilerden yapılmış köşklerde oturur her biri
Cehennem ateş ehlini bekler, vay hâllerine!
Ateşten ayakkabıları olacak ve giydiklerinde
Sıcaklıkları kazan gibi beyinlerini kaynatacak
Cennet ehli ise, pek neşeli ve mübarek olacak.”
Biraz durdu, hep ümitli olmalarını öğütledi
Sonra ağır adımlarla yürümeye devam etti
Ardından “Ey insanlar! Size sesleniyorum
Vakit geldi, ebedî bir âleme gidiyorum
Belki bu sizinle son görüşmemiz, acele edin
Beni tanıyan herkes gelip son kez dinlesin
Bir hatam olduysa, yüzüme söylesin.” dedi
Kalabalık sessizce sağa sola açılıp yol verdi
Gitti ve kuyuda sakalını yıkadı
Biri ondan üç dirhem istedi, çıkardı verdi
“Şimdi mezara bırakmaktan daha iyi.” dedi
Herkesin bir güvercininki gibi ışıl ışıldı gözleri
Bakıp kendilerini hep kollayan o yüce insana
Ağlıyordu halk; evine kadar eşlik ettiler ona
Birçoğu gözünü bile kırpmadan orada bekledi
Bütün geceyi dışarıda taşların üzerinde geçirdi
Ve ertesi sabah, günün ağardığını fark edince
“Ben artık kalkamıyorum, dedi Ebu Bekir’e
Kitap’ı alıp yanına, sen kıldıracaksın namazı.”
Eşi Âişe de o sırada cemaatin arkasındaydı
Ebu Bekir okuyor, Muhammed ise dinliyordu
Nihayet okuduğu âyetleri usulca bitiriyordu
O, dua ve zikrini yaparken herkes ağlıyordu
Ve Ölüm Meleği çıkageldi akşama doğru
“İçeri girebilir miyim?” diye müsaade istedi
“Gelsin.” dedi dünyaya gözlerini açtığı o ilk günkü gibi
Yine ışıl ışıl parlıyor ve gülümsüyordu gözleri
Ve Melek ona, “Allah seni bekliyor.” dedi
Memnuniyetle, dedi. Şakakları şöyle bir titredi
Bir an aralandı dudakları ve ruhunu teslim etti
Kaynak: Victor Hugo, “L’an neuf de l’hégire” (Hicrî Dokuzuncu Yıl), La Légende des siècles (Asırların Destanı), Hetzel, 1859, s. 59–65; Türkçeye çeviren: Yakup Yaşa, www.antoloji.com/muhammed-peygamber-idi-o-siiri (Not: Tercümede bazı tasarruflarda bulunulmuştur).