Aylardan temmuz, sıcak bir yaz günü, yaşanılacak hadiselerden habersiz, mutlu bir şekilde tatilimizi geçirmek üzere babamın köyüne gitmiştik. Her şey çok güzeldi. Köye gelince valizlerimizi heyecanla odalara taşıdık. Bizim için hazırlanmış leziz yemeklerden yiyip uzun süre görüşemediğimiz akrabalarımızla vakit geçirdik. Birbirimize iyi geceler dileyerek odalarımıza çekildik.
Sabahleyin annemi Kur’ân okurken ve aynı zamanda ağlarken buldum. Belliydi, bir şey olmuştu. Yavaşça gidip yanına oturdum. Korkuyordum. Yanına geldiğimi fark eden annem, Kur’ân’ı yavaşça kapatıp bana doğru döndü. Bakışlarımızdan anlardık birbirimizi. Gece “darbe” dedikleri bir şeyler olmasına ve sabah erkenden ablasından hakaret içerikli, “vatan haini” ve “terörist” olduğuna dair bir mesaj almasına rağmen hiçbir şey söylemedi annem bana, sadece sarıldı.
Günün ilerleyen saatlerinde ülkedeki hâkimler, savcılar, polisler ve öğretmenler acil olarak görev yerlerine çağırıldı. Annem ve babam, üç çocuğunu yanlarına almadan hemen yola çıktılar ve çalıştıkları şehre gittiler. Ben iki erkek kardeşimle köyde halalarım, dedem ve babaannemin yanında kaldım. Kardeşlerim daha çok küçüktü, ailesinden ayrı kalamazdı ki onlar. Ben dayanabilirdim belki, ama küçük kardeşim uyuyamazdı annesi olmadan.
Sonraki günler bizim için çok kötü geçmeye başladı. Annem ve babam yoktu yanımızda ve ne olduysa halalarım, kardeşlerime pek iyi davranmıyordu. Kardeşlerim her saat yanıma gelip ağlıyorlardı ve “Biz annemizi ve babamızı özledik. Burada bize hiç iyi davranmıyorlar.” diyorlardı. Sanki ben ne yapabilirdim? Ben de daha çocuktum. Elimden bir şey gelmiyordu. Annemi ve babamı özlüyor, halalarımın yaptıklarına üzülüp bir köşeye çekiliyor, sessizce ağlıyordum sadece. Yine halamın kardeşimi ağlattığı bir saatte dayanamadım ve aradım annemi. Ağlaya ağlaya yalvardım ve gelip bizi almasını istedim. Annem dayanamadı ve bizi almak için babamla yola çıktı. Saatler süren yolculuğun ardından gecenin geç saatlerinde köye geldiler. Annemi ve babamı görünce mutluluktan ağlayarak birbirimize sarıldık. Annem kızgın ve kırgındı, ama her zamanki gibi bir şey demedi kimseye. Sabah olunca birlikte eve dönmek için tekrar yola koyulduk. Ben çok mutluydum, eve geldiğimizde hepimiz çok rahatlamıştık. Günler bu şekilde geçiyordu, olanları pek anlamasak da annemizin ve babamızın yanında olduğumuz için mutluyduk.
29 Ekim 2016 tarihinde çok sevdiği işinden ihraç edilen babam, bir anda vatan haini ilan edildi. O sadece işini severek yapan bir öğretmendi, ama artık günleri evde geçiyordu. Çok üzgündü, sanki canının yarısını almışlardı. Küçük kardeşim, “Sen artık neden işe gitmiyorsun?” diye sordu bir gün. Babam hafif bir tebessümle artık ona vakit ayıracağını, onu bakıcıya götürmeyeceklerini ve evde onunla kalmak için işinden ayrıldığını söyledi. Bunu duyan kardeşimin bir anda mutluluktan gözleri parıldadı. Ben ve büyük kardeşim biliyorduk neden gitmediğini. Olanlardan sonra sanki bir anda olgunlaşmıştık ve annemizi, babamızı üzmemeye çalışıyorduk.
Bir gün okula gitmek istemedim. Annem, babam ve küçük kardeşim kahvaltı yapıyorlardı. Aniden kapı çaldı. Babam kalkıp kapıyı açtı. Kaçınılmaz gün gelmişti galiba. Polisler evi arayacaklarını söyleyerek içeri girdiler. Küçük kardeşimi de alarak çocuk odasına geçtim. Küçük kardeşim bile anlamıştı kötü şeylerin olduğunu. Ne yaptıysam durmadı odada ve annemin yanına gitmek istedi. Polisler annemi alarak evden çıktılar. Ardından babam da ona refakat etmeye gitti. Ben ve küçük kardeşim evde kaldık, ama bizim için bu bekleyiş çok uzun olmuştu. Çok şükür ki annemi tutuklamamışlardı, babamla birlikte eve dönmüştü.
O günden sonra annem çok daha gergindi. Çoğu arkadaşını tutuklamışlardı. Artık gelsinler, götürsünler istiyordu, çünkü bu durum dayanılmaz bir hâl almıştı annem için. 14 Temmuz 2017’de annemle birlikte hava almaya çıktık. Ben çok mutluydum, çünkü annemle yalnız kalmayı, onunla yürüyüş yapmayı çok seviyordum. Babam ve kardeşlerim köye gitmişlerdi, çünkü babam kendisini meşgul etmek için birkaç tane koyun almış, Kurban Bayramı için onları beslemeye başlamıştı.
Annemle birlikte epey yürüdük ve sohbet ettik. Eve giderken babam aradı ve yeni bir KHK’nın çıktığını söyledi. Annemle birlikte eve döndük. Annem bilgisayarı açtı ve bilgileri incelemeye başladı. İsmini aradı. Onun da ismi vardı listede. Annem hiç üzülmedi, sadece “Nihayet!” dedi. Hemen beni de alarak evden çıktı annem. Yakınlarda oturan bir arkadaşının evine gittik. O gece orada kaldık. Sonraki gün babam geldi ve bir gün içinde evin eşyalarını toplayarak memlekete doğru yola koyulduk. Önceleri köyde kaldık, ama annem ve babam insanları rahatsız etmemek ve yeni bir düzen kurmak için şehre gitmeye karar verdiler. Babam birkaç arkadaşıyla küçük bir dükkân açıp orayı işletiyor, annem ise evden tercümanlık yaparak para kazanıyordu. Hayatımız bir şekilde devam ediyordu ve biz bir arada olduğumuz için çok şükrediyorduk.
Memlekete taşınmamızın üzerinden beş ay geçmişti. 2017’nin aralık ayında, bir perşembe günü, babam sabahın erken saatlerinde, hasta olan abisini doktora götürmek üzere evden çıktı. Adana’daki hastaneye giderken yolda güvenlik kontrolü yapan polisler, babamın arabasını durdurmuş. Babam polise kimliğini uzatırken gayet rahatmış, çünkü arandığını bilmiyormuş. Polis onu karakola götürürken babam ailesinden ayrılma vaktinin geldiğini anlamış.
Annem ise her zamanki gibi tercümesini yaparken bir telefon gelmiş. Karakoldan aramışlar. Annem, büyük kardeşime bir not bırakarak evden apar topar çıkmış. Kardeşim kapıdan girince annemin yazdığı notu görmüş. Notta, babamla birlikte noterde oldukları yazıyormuş. Mahkeme işlemlerinden dolayı daha önce de notere gittikleri için şüphelenmemiş kardeşim ve her zamanki gibi kıyafetlerini değiştirdikten sonra yemeğini yemiş. Küçük kardeşimi okuldan alma saati gelince hazırlanmış ve onu okuldan almak üzere evden çıkmış. Onlar eve döndükten biraz sonra ben de geldim, ama içimde büyük bir sıkıntı vardı. Annemi arıyordum, ama annem telefonu açmıyordu. Akşam olduğu hâlde gelmeyen annemi ve babamı çok merak ediyordum.
Bir müddet sonra halam aradı ve “Annenler gelmediyse bize gelin.” dedi. O anda hissettim anneme ve babama bir şey olduğunu. İçimi büyük bir korku kapladı ve sessizce kardeşlerimi alarak evden çıktım. Tam o sırada annem geldi. “Babam nerede?” diye sorduk. “Eve girince anlatacağım.” dedi annem.
Eve girdik ve salondaki koltuklara oturduk. Hepimiz hissetmiştik kötü bir şeyler olduğunu. Annem babamı tutukladıklarını söyledi, ardından küçük kardeşimi alarak yan odaya geçti. Biliyordu, biz bu durumu anlardık, ama kardeşim çok küçüktü, onu biraz sakinleştirmesi gerekecekti. Gözlerimizden boncuk boncuk yaşlar dökülüyordu. Haberi duyanlar evimize gelerek bizi teselli etmeye çalıştı. Artık ailenin yükü annemin omuzlarına yüklenmişti.
Annem hem çalışıyor hem bize bakıyor hem de her hafta babamı ziyarete gidiyordu. Akrabalarımız ne arıyor ne de ziyaret etmeye geliyordu. Neyse ki iki ay sonra babamın tutuksuz yargılanmak üzere cezaevinden çıkacağını öğrendik. Ertesi gün babamı beklerken yatakta uyuyakalmıştım. Duyduğum kapı sesiyle yerimden sıçradım. Koşarak babamın yanına gittim ve bir daha hiç bırakmak istemediğimi belli edercesine sıkıca sarıldım ona. Artık eskisi gibi mutluyduk ve hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyorduk.
Babamın cezaevinden çıkmasının üstünden kısa bir süre geçtikten sonra, ani bir kararla memleketimizden ayrılarak İstanbul’a gittik. Annem küçük kardeşime “macera tatili” yapacağımızı söyledi, ama İstanbul’a gelince küçücük bir evin içine tıkılıp kalmıştık. Tatilden memnun olmayan küçük kardeşim şikâyet etmeye başladı. İki haftayı bir evin içinde geçirdik.
Bir sabah apar topar yola çıkıp İstanbul’dan Edirne’ye gittik ve bir lokantada yemek yedik. Meğer bu Türkiye’de yiyeceğimiz son yemekmiş. Sonra bir adrese doğru yola koyulduk. Saatlerce bekledikten sonra gece yarısı gelen birkaç kişiyle yola çıktık. Bir tarla kenarına gelince arabadan indik. Hava sisli ve yağmurluydu. Çamurlu toprak yürümemizi çok zorlaştırıyordu. Sabah altıya kadar yürüdük ve bataklıkları, derin çukurları geçerek nehre ulaştık. Küçücük bir bota çantalarımızı koydular, sonra da biz bindik. Bot yarıya kadar su ile doluydu. Birazdan nehri geçip Yunanistan’a ayak bastık.
Bizi getirenler, geldiğimiz kıyının Yunanistan olduğunu söylüyorlardı. Küçük kardeşim hiç hoşnut olmadı duyduklarından ve kızgın bir ifadeyle, “Hani macera tatiliydi bu, niye Yunanistan’a geldik?” diye sordu. Ailenin diğer fertleri ise hem çok mutlu hem de hüzünlüydüler. Annem elindeki GPS cihazını kullanarak ormanın ortasındaki yola çıkmaya çalışıyordu. O telaşla bütün önemli evrakların bulunduğu çantayı nehir kenarında unutmuşlardı. Çantanın yanımızda olmadığını fark ettik, ama geri dönemezdik. Buzlu yollarda, üstümüz başımız çamur içerisinde, sırılsıklam ve üşümüş bir hâlde, yarım saat kadar yürüdükten sonra bir kilisenin önünde durduk. O kadar yorulmuş ve üşümüştük ki artık hareket edecek takatimiz kalmamıştı. Perişan hâlimizi gören babam, elinden bir şey gelmediği için çok çaresiz kalmıştı. Polisi arayan annem ise artık konuşmakta güçlük çekiyordu. Polisler ancak bir saat içinde geleceklerini söylediler. Babam köydeki kapıları çalmaya başladı. Kapıyı sadece bir kişi açtı ve babama üç tane battaniye verdi. Nihayet polisler gelip bizi karakola götürdüler. Karakolda bizim gibi olan birkaç Türk aile ile tanışınca küçük kardeşim çok mutlu oldu ve “Baba bak, burada Türkler var.” dedi heyecanla. Bir gün sonra bizi oradan alıp büyük bir binaya götürdüler. Orada da bizim gibi olan birçok Türk aile vardı, onların yardımıyla çamurlu kıyafetlerimizi yıkadık. Kendimi hem ruhen hem de bedenen çok yorgun hissediyordum. Bundan sonra bize ne olacaktı acaba?
Cezaevinde iki gün kaldıktan sonra bizi kampa götürdüler. Beş gün de kampta kaldıktan sonra serbest bırakıldık ve kamptan çıkan ailelerle birlikte oradan geçen bir otobüse binerek Alexandroupoli’ye (Dedeağaç) gittik. Orada da bir gün kaldık ve Atina’ya doğru yola koyulduk.
Atina’ya geldikten iki ay sonra annem Almanya’ya gitti. Atina’da kalan bizlerin de hemen yanına geleceğini umut ediyordu annem, ama bu hasretin bitmesi için bir süre daha beklemek zorunda kaldık. Sonunda ailemiz yeni bir ülkede, yeni bir hayata başladı. Kaderin hikmetli icraatlarını, zaman geçtikçe daha iyi anladığımızı fark ettik.