Münazaranın Düsturları

Birçoğumuz farklı mecralarda yapılan tartışmalara şahit olmuşuzdur. Medyada genellikle reyting maksadıyla düzenlenen bu tür programlarda, katılımcılar arasında zaman zaman sert tartışmaların yaşandığını, hakaretlere varan ithamların ve agresif tavırların hâkim olduğunu görmüşüzdür. Bu tür davranışları, bazen kitlelere hitap eden akademisyen ve düşünürlerin sergilemesi, hayretimizi bir kat daha artırmıştır.

Halbuki münazaradaki asıl gaye, hakikatin ortaya çıkarılması, gerçeğe hizmet edilmesi ve mukayeseler yaparak bir meselenin derinlemesine tahlil edilmesidir. Hakkı verilen bir münazarada, rencide edici kutuplaşmalar yoktur.

Özellikle dinî bir hususta yapılan münazarada, “Bu mesele şu nassın zahirine daha uygun düşüyor, şu âyet-i kerimeye daha muvafık.” diyerek, o konunun benzerini ortaya koyma ve ona göre bir çözüm bulma demektir.[1] Hakikatin, fikirlerin çarpışması ve akılların ihtilafı neticesinde ortaya çıktığı da ifade edilir.[2]

“Münazara” kelimesi, “iyice düşünüp hükmetmek” anlamına gelen “nazar”dan türetilmiştir. Bu metotla herhangi bir dinî mesele daha engin, rengin ve derin boyutlara taşınır. Bundan dolayı münazarayı, “İki tarafın doğrunun ortaya çıkması için iki şey arasındaki nispete basiretle nazarda bulunmasıdır.” [3] şeklinde tarif edenler de olmuştur.

“Nazar” ile aklederek bakma, fikir yürütme de kastedilir. Kalbe nispet edildiğinde, manevî görüş olan basiret[4] akla gelir. Üstad Bediüzzaman da bir eserinde nazarı, akıl mânâsında kullanır.[5]

O hâlde münazarada bulunanların, dile getirecekleri meselelerin farklı yönlerine hâkim olması elzemdir. Münazarayla ele alınan konular hâricî-dâhilî, kabuk-öz, zahir-bâtın gibi yönleriyle ele alınmalıdır ki hakikat berrak bir şekilde ortaya çıksın.

Bir bilim insanı, bir meselenin sadece mülk cihetine dikkat çekip metafizik boyutlarını inkâr ettiğinde hakikat tam tezahür etmeyecektir. Bir ilahiyat uzmanı, modern ilimler hakkında ansiklopedik de olsa bilgi sahibi değilse, hakikatin ilmine dair ifade edeceği hükümler yarım kalacaktır.

İlim erbabı, münazaranın esasları üzerinde itina ile durmuş ve önemli prensipler ortaya koymuşlardır. Faydalı bir münazara yapmak için insaf, tahammül, teemmül, teenni, safi kalb ve selametli hâl[6] gibi esaslara ihtiyaç vardır.

İnsaf

İlmî tartışmalarda insaf elden gittiği zaman hakperest ve edepli bir tartışma zemini de ortadan kalkmış olur. Zira insaf, çoğu zaman adalet[7] ve ahlak[8] ile birlikte ele alınmıştır.

İnsafsızlık; övünme, hakperestlik prensibini göz ardı etme ve hak adına haksızlık yapma gibi potansiyel tehlikeleri beraberinde getirebilir. Bediüzzaman Hazretleri, buna şu düstur ile ışık tutar: “Eğer bir meselenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır. Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit o münazarada bilmediği bir şeyi öğrenmiyor, belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir.”[9]

Talebeleri bir münazara sonrası Ebû Hanife Hazretlerine, “Bu mesele senin dediğin gibidir.” der. Fakat Hazret sabaha kadar kaynakları yeniden gözden geçirir, onları bir kere daha mütalaaya alır, bir kere daha kendisiyle yüzleşir, sonra sabah kalkar, talebelerinin yanına gelir ve “Akşam şu mevzuda siz bana muvafakat ettiniz. Fakat ben şu kaynakları göremediğimden yanılmışım. Bu mesele sizin dediğiniz gibiymiş.” der. Ciddi bir hakperestlik mülahazasıyla kendi görüşünden vazgeçip talebelerinin görüşünü tercih eder.

Hakperest olmayan ilim insanları, gerçeklerin bir toplumda kök salmasını engeller. “Elinde ilmî gücü olanların kendi aralarında kutuplaşması; menfaat, korku, çekememezlik, makam uğruna zulme, haksızlığa ketum kalmaları, birbirlerine sahip çıkmamaları o toplumun terakkisine mâni bir sebep olmuştur.”[10]

Tahammül

Muhatabının fikirlerine tahammül etme olgunluğuna ermeyen bir kişinin sağlıklı bir münazarada bulunması neredeyse imkânsızdır. Küçük bir ihtilaf karşısında bile tahammülsüzlük gösterip rencide edici bir tavır takınmak, çirkin bir vasıftır.[11] Muhalif görüşlere sabırla mukabele etmek münazara âdâbındandır.

Teemmül

Meselelerin sağlıklı bir zemin üzerinde masaya yatırılması, o şeyler hakkında etraflıca tefekkür edilmesine bağlıdır. Bediüzzaman Hazretlerine göre etraflıca düşünme anlamına gelen “teemmül”, “evham zulümatını dağıtır.”[12] Bu yüzden münazara ehlinin şüphe ve tereddütten uzak ilmî tartışmalarda bulunmaları için, teemmül alışkanlığına sahip olmaları gerekir.

Teenni

Farklı mecralarda yapılan münazara programlarında, taraftarların aceleci davranıp karşı tarafın sözünü kestiğine, kendi sırasını beklemede sabırsızlık gösterdiğine, hatta yayını terk ettiğine şahit olmuşuzdur.

İnsan, teenni alışkanlığı ile bir adım sonrasını düşünür, ihtiyatlı davranır ve vakarlı hareket eder. Teenninin zıddı, acele etmektir. Hadis-i şerifte, “Teenni (temkin ve sükûnetle hareket etmek) Rahman’dan, acele ise şeytandandır.”[13]buyrulmuştur. “Gerçek şu ki: Siz bu peşin dünya hayatına çok düşkünsünüz. Onun için âhireti terk edip durursunuz.” (Kıyâmet, 75/20–21) âyeti ise, insanın bu menfi yönünü nazara verir.

Üstad Bediüzzaman teenniyi sabır duygusu ile birlikte ele alır: “Sabırsız adam teenni ile hareket etmediği için basamakları ya atlar, düşer veya noksan bırakır; maksud damına çıkamaz. Onun için hırs mahrumiyete sebeptir.”[14]

Teenni işleri güzelleştirir, acelecilik ise insanı zarara sürükler. Düşünerek ve sabırla yapılan işler genellikle arzu edildiği gibi sonuçlanır.[15] Bu yüzden teenni; semereli bir münazaranın mühim bir vesilesidir.

Saflaşmış Kalb

Kalb imanın yeri, hislerin merkezidir. Ayrıca şuur ve safiyet, kalbî hayatın neticesi olarak nitelendirilmiştir.[16]

Bilindiği üzere, Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir ismi, “her şeyin özü, hulasası ve usâresi” anlamına gelen “Mustafa”dır. “Safâ” ise, “kalbin, arı-duru, kedersiz-küdûretsiz ve tertemiz olması”[17] mânâlarına gelir.

Bir kutsî hadis-i şerif, “Allah sizin cisim ve suretlerinize değil kalblerinize nazar eder.”[18] buyurarak, insandaki bu Rabbanî, incelerden ince ve hassas latifeye dikkat çeker.

Üstad Bediüzzaman’ın, “… akledip gerçeği idrak edecekleri kalblere” (Hac, 22/46) âyetine istinat ederek dile getirdiği, “Nur-u akıl kalbden gelir.”[19] tespiti, kalbin hayatî konumuna ışık tutar.

Selametli Hâl

Hakikat yolcusunun “selim” olması, onun emin ve sağlıklı bir ruh hâletine sahip olduğu anlamına gelir.

Selametli hâl, istikamete vesile olur. Nurlu bir hâl, önemli bir mazhariyettir. Böyle bir hâl, Allah’ı (celle celâluhu) zikrin, hatırlamanın safiyeti sayesinde kalbe yerleşen bir durumdur.[20]

Hakikati seslendirenlerin, muhatapları üzerinde tesirli olup olamayacakları, hâllerine bağlıdır. Nitekim temsil, “öncelikle hâl dilini kullanmak, anlatılması gereken hakikatlere göre yaşamak, onları hayata hayat kılmak ve böylece başkalarına hüsn-ü misal olmaktır.”[21]

Sonuç olarak, bahsi geçen vasıflara sahip bir hakikat yolcusu, ilmî müzakere ve münazaralarını daha insaflı, hakkaniyetli, enaniyetten uzak, zahir ve bâtın yörüngeli gerçekleştirmiş olacaktır.

Dipnotlar

[1] M. Fethullah Gülen, Mefkûre Yolculuğu (Kırık Testi 13), İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 176.

[2] Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 303.

[3] Taşköprüzâde Ahmed Efendi, Şerhu Adabi’l-Bahsi ve’l Münazara, varak: [2/ ظ]

[4] İhsan Fazlıoğlu, İbrahim Halil Üçer, Taşköprülüzade’de Bilgi, Bilim ve Varlık, Ankara: İlem Yayınları, 2020, s. 133.; Bkz. “Şemsuddin Muhammed b. Eşref es-Semerkan’ın Kıstâsu’l-Efkâr fi Tahkiki’l-Esrâr Adlı Eserinin Tahkiki, Tercümesi ve Değerlendirmesi”.

[5] Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 168.

[6] Fazlıoğlu ve Üçer, a.g.e. s. 122.

[7] Safer el-Muhibbi el-Cerrahi, Islahat-ı Sofiyye fi Vatan-ı Asliyye, İstanbul: Kırkkandil Yayınevi, 1998, s. 190.

[8] Azmî Pîr Mehmed, Ahlâk-ı Muhsinî Tercümesi, Enîsü’l-Ârifîn, İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, 2019, s. 96.

[9] Bkz. El-Gazzâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 1/79-80; Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 138.

[10] Adudüddin el-Îcî, Ahlaku Adudüddin, ter. İlyas Çelebi, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 2017.

[11] Yahya ibn Adî, Ahlâk Eğitimi, Tehzîbü’l-Ahlâk, İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, 2013, s. 40.

[12] Nursî, Mesnevî-i Nûriye, s. 133.

[13] Tirmizî, Birr, 66.

[14] Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 318.

[15] Hüseyin Vâiz-i Kâşifî, Kâşifî’nin Ahlâk Kitabı, Ahlâk-ı Muhsinî, İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2019, s. 294.

[16] M. Fethullah Gülen, Ölçü veya Yoldaki Işıklar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 62.

[17] M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri 2, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 120.

[18] Müslim, Birr, 33.

[19] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 768.

[20] Ebû Nasr Serrâc Tûsî, El-Lüma (İslam Tasavvufu), Ter. H. Kamil Yılmaz, İstanbul: Erkam Yayınları, 2019, s. 41.

[21] M. Fethullah Gülen, “Temsil Öncelikli Tebliğ”, herkul.org/bamteli/temsil-oncelikli-teblig/

Bu yazıyı paylaş