Sırlarla Dolu Hücre – Nöron –

Sinir hücrelerinin mükemmelliği ve yaptığı faaliyetler, diğer hücrelerle kıyaslandığında, aralarında bir uçurum olduğu görülmektedir. Evrim teorisyenleri, sinir hücreleri ile diğer hücreler (kemik, kas, kan, bağ dokusu, epitel) arasındaki bu büyük farkı tesadüfî evrimle kapatmanın telaşı içinde çeşitli hikâyeler üretmektedirler.

Epitel hücresi bir dokunun üzerini örterek koruma işi yapar, kemik hücresi organlara destek ve sağlamlık sağlar, kan hücresi solunum gazları taşır, kas hücreleri uzayıp kısalarak güç üretir ve hareket sağlar. Sinir hücreleri ise hepsinden farklı olarak, ışığı, sesi, sertliği, sıcağı, duyguları, sevinci, üzüntüyü, hiddeti, ruhumuzun esintilerini organlara iletme, beyinde değerlendirme ve uygun cevaplar üretme gibi akıl almaz vazifelerde istihdam edilirler. Tesadüfen, bazı öncü moleküllerden, kendi kendine oluştuğu söylenen ilk hücrenin, duyuları iletecek şekilde vazife görmesi için her biri milyonlarca atomdan yapılmış onlarca temel parçanın, sonsuz bir ilim ve kudretle düzgün bir şekilde bir araya getirilmiş ve entegre edilmiş olması gerekir.

            Evrimcilerin bakışına göre hayvanlar âlemine ait bir hücre olan nöronların muhtemelen ilk yaratılan bir hayvan grubunda bulunması gerekir. Süngerler ve Placozoa gibi basit görülen hayvanlarda bile sinir hücresi olmasa da dış dünyaya karşı bir tepki görülmektedir. Ancak ortada sinir hücresinin basit şekline benzeyen bir yapı bile yoktur. Diğer bir tabirle, kendi kendine evrimleşerek bir nöron ortaya çıkması için kısmen benzeyen bazı öncü yapıların bulunması gerekmektedir. Fakat kısmen bile olsa nörona benzeyen bir yapı bulunamamıştır. Dolayısıyla orijinal hâlinde, tam teşekküllü olarak yaratılmış olmaları akla daha yakındır.

            Nöronlar herhangi bir mesajı uyartı olarak göndermek için elektrikî ve kimyevî olmak üzere iki tip sinyal kullanırlar. Temel olarak üç tip nöron vardır: Duyu (his) nöronları, motor (hareket) nöronları ve bu iki nöron tipi arasında irtibatı sağlayan internöronlar. Örnek verecek olursak; göz, kulak, deri, dil ve burun vasıtasıyla alınan ışık, ses, tat, koku, sıcaklık, soğukluk, sertlik ve yumuşaklık gibi durumlara ait sinyalleri toplayıp işleyen ve cevap verilmesi için merkez konumundaki omurilik veya beyne iletenler duyu nöronlarıdır. Motor nöronlar ise kasların kasılması veya bezlerin salgı yapması gibi cevapların üretilmesi için ilgili organa sinyal getiren nöronlardır. İnternöronlar ise bu iki nöron arasında irtibatı sağlayan geçiş veya bağlantı nöronlarıdır.

            Nöronların Anatomisi ve Fizyolojisi

            Bir sinir hücresi, içinde çok sayıda unsur bulunan ana hücre (soma) kısmı ile buradan çıkan kısa (dendrit) ve uzun (akson) uzantılardan ibarettir. Ana hücre kısmında diğer hücre tiplerinde de çoğunlukla bulunan çekirdek ile salgı, enerji ve tamir mekanizmalarında iş görecek mekanizmalara ait organellerin bir kısmı bulunur. Nöronların çoğunda dendritler fazla sayıda, akson ise bir tanedir. Çoğu nöronda birçok dendrit ve ayrıca uzun bir tek akson bulunur. (1. Şekil). Dendritlerin boyu birkaç yüz mikrometreyi geçmezken aksonların bazısı bir metre kadar olabilir. (Belden çıkan siyatik sinirine ait aksonlar, ayak baş parmağına kadar uzanır). Sinyalin ilerlediği ince kablo olan aksonlar, demet hâline gelince bir sinir lifi teşkil ederler. Aksonların en uzak ucunda, nöronun sinyali başka bir hücreye iletebileceği sinaps adı verilen uçlar bulunur. İki ucun karşılıklı geldiği yer, sinaps boşluğu olarak bilinir ve buraya salgılanan nörotransmitter adı verilen kimyevî madde, sinyalin bir sonraki adıma geçmesini temin eder.

            Nöronun Evrim Çıkmazı

            Evrim inancına göre, kompleks mükemmellikte bir yapının, daha küçük, basit ve öncü konumunda malzemelerle başlaması gerekir. Böyle bakıldığında, sinir hücresinin öncüsü olarak inanmamız istenen hücreler koanositler veya “yakalı hücreler” olarak bilinen hücre tipleridir. Bunlar kamçılı hücrelerdir. Süngerlerin odacıkları ve kanalları içinden geçen küçük organizmaları yakalayarak sünger hücrelerinin beslenmesini temin ederler. Kamçının hareketi ile odacıklar içinden geçen su içindeki tek hücreli organizmalar süngere gıda olur. Koanositler, sinir hücrelerinden çok farklı bir tasarıma sahip olmakla beraber evrimciler daha iyi bir alternatif bulamadıklarından koanositlerin de kamçısını nöronların aksonuna benzeterek, bunları sinir sisteminin ilk atası olarak kabul ettirmeye çalışırlar. Hâlbuki sinir hücrelerinin bir kamçısı yoktur, akson ise sadece kamçı gibi görünür.

            Yaşayan fosiller olarak nitelendirilen Cnidaria (deniz anaları ve mercanlar) grubu, 500 milyon yıldan beri değişmeden veya çok az dış görünüş değişikliği ile günümüze kadar gelen canlılar olup bunların nöronlardan yapılmış yaygın (diffüz) bir sinir sistemleri vardır.[1] Darwinciler, nöronların çok daha eski zamanlardan evrimleşerek gelmeleri gerektiğini savunurken buna bir delil göstermezler. Bu durumu da fosillerin eksikliği ile perdelemeye çalışırlar, yani ileride fosiller bulunursa nöronların atasının da ortaya çıkacağını ümit ederler.

Nöronlara ata olarak teklif edilen diğer bir hücre grubu da mezenşim hücreleridir. Bunlar internöron ve motor nöronlara kısmen benzeyen çıkıntılara sahiptir.[2] Mezenşimal hücreler, sırasıyla bağ dokusuna, kan damarlarına ve lenfatik doku hücrelerine dönüşebilen, farklılaşmamış kök hücrelerdir. Gerçek sinir hücrelerine nasıl evrimleşmiş olabileceklerine dair bilgi ve gözleme dayalı herhangi bir delil yoktur. Kök hücreler, belirli hücre tiplerine dönüşecek şekilde programlanmıştır ve uygun program mevcut olmadıkça, tetiklenmedikçe ve etraftaki özel şifre moleküllerden bir bilgi gelmedikçe kök hücreler nöronlara dönüşmeyecektir.

            Nöronlar indirgenemez derecede sanatlı ve özel kompleks hücrelerdir, bu yüzden evrimci olmasına rağmen Bret Stetka isimli bir araştırmacı, “Nöronların bir anda gelmediğini biliyoruz. Belki daha önceki epitel gibi, derimizi teşkil eden hücrelerden, belki de koanositlerden evrimleşmiş olabilirler.” diyerek bir mânâda çaresizliğini itiraf etmektedir.[3]

                  Bir sinir hücresinin evrimleşmiş olabileceğini varsayan birinin, izah etmesi gereken bir sonraki adım; sinir hücrelerinin her birinin vazife yapacağı yeri biliyormuş gibi, bir ağ şeklinde, vücudun her tarafında, tam olması gereken noktada, ilgili doku ve organlara nasıl bağlandığıdır. Sinir ağının çalışması için dış dünyadan gelen uyartıyı (ses, ışık, koku vs.) alacak nöronun, bunu getireceği merkezî koordinasyon merkezi ile buradaki değerlendirmeden sonra çıkacak cevabı verecek kas veya salgı bezi gibi icra organına tam isabetli olarak getirilmesi için gerekli olan binlerce yolun nasıl kurulduğu sorusu cevapsızdır. Alınan duyu ile cevap veren icra organına ait sistemler tesadüfen yerini bulup düzgün bir sistem hâlini alıncaya kadar, sinir ağı işe yaramayacak, hayvanın beslenmesi veya kendini koruması gibi işlemler yerine getirilemeyecektir. Netice olarak, nöronların kendilerinin bazı sinir dışı hücrelerden evrimleşmesi bir hayal ürünüdür. Arendt’in ifade ettiği gibi, “Nöronların ve sinir sistemlerinin evrimindeki önemli soruların başında, ilk nöronun menşei gibi, cevabı verilmeyen bir soru vardır.[4]

Evrimciler İzah Edemiyor

            100 milyar hücreden yapıldığı tahmin edilen insan beyni ve sinir sistemi, bilinen kâinattaki en kompleks varlık olarak şöhret bulmuştur.[5] İşte bu yaratılmış en kompleks nesneyi meydana getiren hücrelerin her biri mükemmel bir sanat eseridir. Yüz milyar nöronun birlikte teşkil ettikleri ağın herhangi bir hücresine ait tek bir akson veya dendritin, vücudumuza ait dokularda ulaşmadığı neredeyse hiçbir nokta yoktur. Çünkü vücudumuzun herhangi bir yerine bir iğne battığında onun acısını duyuyoruz, demek ki o noktaya kadar bir sinir dalı ulaşmış, hiçbir yer boş bırakılmamıştır. Diğer bütün dokulara ait hücreler, madde alışverişi için birbirleriyle temas içinde veya çok yakın konumdadırlar. Nöronların kendi aralarındaki ve diğer dokuların hücreleri arasındaki boşluk ise çok büyüktür.[6] Bir nöronun kısa uzantısı (dendrit)ile bir sonraki nöronun uzun kısmı (akson) arasındaki temas noktasındaki boşluğa sinaps boşluğu denilir.

            Evrimin izah edemediği diğer bir problem de bütün nöronların aynı temel parçalara sahip olmasına rağmen aralarında birçok farklılıkların olmasıdır. Bazı aksonlar, bakır elektrik tellerinin plastik kaplanarak yalıtılmasına benzer şekilde, protein ve lipitlerden oluşan bir miyelin kılıfı ile kaplanmıştır. Miyelin kılıfının vazifesi hem sinyal iletimini hızlandırmak hem de bu sinyallerin birbirine karışmasına engel olmaktır. Böyle olmasaydı, işaret parmağımızı kaldıracakken, uyartı sinyali komşu sinir aksonuna atlardı ve istemeden yüzük parmağımızı kaldırırdık. Otoimmün bir hastalık olan, multipl sklerozda (MS) bu kılıf eridiği için sinir uyartıları birbirine karışmaktadır. Nöronların farklı özelliklere sahip tiplerinin olması, bütün nöronların tek bir atadan evrimleşerek meydana geldiği kanaatini zayıflatmış, dolayısıyla her bir nöron tipinin özel olarak yaratıldığı fikrini güçlendirmiştir.[7]

            Mesela hayvanlar âleminin evrimciler tarafından kardeş olarak nitelenen Ctenophorlar (tarak hayvanları) ve Cnidarianların (deniz anaları ve mercanlar) her ikisinde de nöronlar bulunmakta, fakat bazı Cnidarian nöronları, epidermal hücrelerden değil, endodermal hücrelerden yaratılmıştır. Aynı gruptan Hydra’daki kas-epitel hücreleri (epiteliomusküler), sinir hücresine dönüştürülmektedir. Genetik karşılaştırmalar, bu hücrelerin kaynağı ile ilgili problemi daha da çıkmaza sokmuştur. Bir sinir uyarısının ileriye doğru belli bir hedefe taşınması ve akson ile bir sonraki hücreye ait dendrit arasındaki sinaps bölgesinden geçmesi için üç ayrı kanalın ve her birinde özel kapıların kullanılması gerekir. Mesajların alıcıdan (reseptörden) beyne veya omurilik üzerinden bir kas lifine iletilmesi, bu kapıların sağlıklı işlemesine bağlıdır. Bu kapıların bir kısmı elektrik voltajı üreten sodyum ve potasyum kanalları şeklinde, bir kısmı zardaki gerilimin şiddetiyle çalışan kılıf ile kaplı olarak, bir kısmı da kimyevî bir haberciyle (nörotransmitter) beraber, iyon kanalından geçen bir proteine bağlı olarak işletilir.

İşte elimize bir diken battığında bu uyartının beyne taşınması, orada değerlendirilmesi ve elimizi çekmesi için kaslara emir iletilmesi sürecinde, evrim hikâyesini daha da karmaşıklaştıran şey, “bu üç çeşit özel kapıya sahip kanalların birbirinden bağımsız olarak nasıl evrimleştiği problemidir.”[8] Hâlbuki her nöronun; kudreti, ilmi ve hikmeti sonsuz bir Yaratıcı tarafından özel donanımla yaratıldığını kabul etmek daha makul bir açıklama yoludur. “İnsan beyni gibi kompleks ve mükemmel bir organ nasıl evrimleşti?” sorusuna, Darwin’den bu yana, 150 yıldan fazla bir süredir, hiçbir makul cevap üretilememiştir. Kendi ifadeleriyle, “Nöronların ve sinir sisteminin evrimi, en büyük sırlardan biridir.”[9]

Dipnotlar

[1] W.B. Jr. Kristan, “Early evolution of neurons”, Current Biology, 2016, 26:R937–R980, R954.

[2] D. Arendt ve ark. “Evolution of neuronal types and families”, Current Opinion in Neurobiology, 2019, 56:144–152.

[3] B. Stetka, A History of the Human Brain from the Sea Sponge to CRISPER: How Our Brain Evolved, Portland, OR: Timber Press, 2021, s. 36.

[4] Arendt ve ark. a.g.e.

[5] I. Flatow, “Decoding ‘the Most Complex Object in the Universe”, NPR, 14 June 2013, npr.org/2013/06/14/191614360/decoding-the-most-complex-object-in-the-universe.

[6] A.g.e.

[7] Kristan, a.g.e.

[8] A.g.e.

[9] Arendt ve ark. a.g.e.

Bu yazıyı paylaş