Apokaliptik çağın, insanın hayatına dört koldan hücum eden görüntüleri arasında bir yön bulma arzusu, yer yer içimi gıdıklıyor. Zihnimin duvarları, nazarımı kendimce etrafıma çevirdiğim vakit, ucu bucağı belli olmayan karmakarışık bir âleme tosluyor. İçsel bir gerilimle kendime ait cevaplardan da olduğum, yorucu ve yıkıcı adımlar silsilesine çekiliyor dünyam. Çağın dikenli teline takılan ruhum can çekişirken, bana yol ve yordam öğretecek bir öğretmenin derin ihtiyacıyla sendeliyorum. Kimi kendime rehber edinmem gerektiği sorusunun peşinde gitmeye takatimin kalmadığı bir anda, bir yaraya bin deva bulma umuduyla çevrelenmiş olmanın hayalini kuruyorum.
Aklımın çeperinde yaptığım tehlikeli yürüyüşlerden geriye kalan, su toplamış ayaklarımın acısı oluyor. Hayalimle acım arasında kalan benliğim, belirsizliğin zehirli kucağında bedbaht bir gezgine dönüşüyor. Bir yolun yolcusu olduğuma dair algımı yanlış yargılarla şekillendirdiğimi fark ettiğim zamanların beni sürekli yokladığını biliyorum. Bu gel-gitli yolculuğumda, adını koyup etiketini astığım olayların sarmalı içinde ayaklarım bir santim daha kayıyor. Hızla akan zamanın içinde, bir insanın dünyasını süngere çevirip neyin ne olduğuna bakmadan gördüklerini ve işittiklerini içine çekmesinin ne denli budalaca bir hareket olduğunu anlıyorum.
Tüm içeriği görmek için lütfen giriş yapınız ya da abone olunuz.
Abone Ol