Paranoya, psikiyatrik bir hadise olarak, insanda muhakeme, dengeli düşünme ve makuliyete bağlı hüküm vermeyi bozan müzmin bir ruhî hastalıktır. Böylesi psikopatlar arasında paranoya tavrı gösterenlerde daha ziyade şu dört husus göze çarpmaktadır:
- Kendine olağanüstü bir değer verme, böyle bir beklenti içinde bulunma, egoizma ve egosantrizma tavırları sergileme, herkese tepeden bakma ve beklediklerini buldukça da şişme-kabarma..
- Zulme uğrayacağı korkusuyla sürekli güvensizlik hafakanlarıyla oturup-kalkma ve her şeyden, her kıpırdanıştan şüphelenme stresleriyle tir tir titreme..
- Böylesi kahredici düşünce kaymalarıyla çevresindeki her farklı oluşumu kendi aleyhinde bir projenin parçası gibi görme ve ne olur ne olmazlara binaen vehim blokajlı stratejiler oluşturma..
- Sadece kendisinin doğru davrandığı, doğru işler yaptığı cinnet hezeyanlarıyla içtimaî uyuşmazlıklara sebebiyet verme…
Derken bu inhiraf ve fikrî çarpıklıklarını tabiatının bir derinliği haline getirerek yüzde bir, binde bir tehlike ihtimalleriyle hezeyandan hezeyana sürüklenme ve şöyle-böyle sahip olduğu şeyleri elden kaçırma, başkalarına kaptırma endişesiyle tir tir titreme.. hayalî zalimler ve asiler icat ederek, güçlü ise, muhalif kabul ettiklerini ezip bitirme; zayıf ve dayanaksız ise, bir gün evvel can alıcı hasımlar olarak dillendirip durduğu en muzır çevrelerle itilaflara girerek -be tahsis ittifak demiyorum- vehmî hasımlara karşı din ve iman düşmanlarının dahi yapmadığı şenaat ve denaetleri irtikap etme.. ervâh-ı habise ve şeytanların güdümünde daha yüzlerce mesâvînin yanında, hayır yollarını tıkama; peygamberler güzergahında yürüyenleri âsi ve eşkıya gibi göstererek itibarsızlaştırma.. çok önemli evrensel değerleri dört bir yanda temsille insanlık çapında bir “ba’s-ü ba’de’l-mevt”e zemin hazırlama aktivitelerini engelleme.. daha çok bir sürü tavrı sergileyen şuursuz yığınları -onlarca kutsal kabul edilen argümanları kullanarak- su-i emellerinin birer figürü haline getirme…
Evet, bu türlü nefis ve heva dürtüleriyle irtikâp edegeldikleri yüzünden böyle biri, toplumda huzur bırakmadığı/bırakmayacağı gibi kendi de umduklarını elde edememiştir/edemez. Aksine paranoya kaynaklı yapıp ettikleriyle kendinin de yakın çevresinin de hayatlarını cehenneme çevirmiştir/çevirir.
Paranoyak, işlerini tahrip yöntemine bağlı sürdürdüğünden, kolay elde edilen bu işte gönlünce elde ettiği sonuçları firaset ve kiyasete veren bir mecnundur. Ama o, tımarhanedeki deliler gibi başkalarını anormal gördüğünden sürekli farklı cinnet tavırları sergiler; kendi gibi düşünmeyenleri hain ve terörist sayarak, gözlerinin onun makamında olduğu ve fırsat elde edince gelip onun sahip bulunduğu şeyler üzerine konacakları paranoyasıyla oturur-kalkar.. korunma adına özel birlikler oluşturur.. sürekli villadan villaya geçerek yer değiştirir durur.. ne yığın yığın korumacı teşkiliyle yetinir ne de iç içe korunma seralarını kâfi görür; mük’ab vehimlerle kendi hayatını da, şuursuzca arkasından sürüklenenlerin hayatını da cehenneme çevirir.
Seviyesiz bir ortamda neş’et edip kaderin cilvesi önemli makamlar ve payeler elde eden paranoyaklar, biraz da aşağılık kompleksine bağlı, ‘elde ettiğim imkân, iktidar ve servetleri başkalarına kaptırırım’ paranoyasıyla akla ziyan her türlü hezeyana girer ve iç içe vehimlerle ölür ölür dirilirler. Melekleri, melek ruhlu insanları yılan gibi görür ve şeytanlara yahşi çekmeye dururlar.
Amnofis, böyle bir paranoyaktı; Hazreti Musa (aleyhisselâm) ve İsrailoğulları’nın belli bir güce ulaşacakları vehmiyle hayatı kendine ve arkasındaki akıl-zedelere zehir etmenin yanında, dünya kadar insanın da -tıpkı çağın firavunları gibi- kanına girmiş ve katmerli zulümler işlemişti; mevsimi gelince de kader onun ipini çekmişti.
Tarih, günümüze dek sayılmayacak kadar Amnofis’ten ve onların zalimane edip eylediklerinden bahseder ve erbab-ı basirete dikkatli olma güzergâhını işaretler. Zamana ait özel renk ve desen, ad ve unvanlar farklı olsa da tarihî tekerrürler devr-i daimi çerçevesinde hiçbir dönem bu insan bozması mahlûklardan hâlî kalmamıştır. Firavun’dan Hâmân’a, Buhtunnasr’dan Şâbur’a, Stalin’den Hitler’e ve onları takip eden Yezid’lere kadar bir sürü paranoyak gelmiş-geçmiş.. insanlığın yüz karası olarak aynı mesâvîyi irtikap etmiş.. aynı iğfal yollarını kullanmış.. villa ve saraylarıyla aynı şeytanî yolu takip etmiş.. sürekli vehimle oturup kalkmış.. saltanatlarının ellerinden alınacağı korkusuyla yutkunup durmuş.. her zaman “en kötü ihtimallere göre” deyip kâfirce stratejilere başvurmuş.. ve binlerce-milyonlarca vatan evladına karşı, onlara değişik karalayıcı, itibarsızlaştırıcı namlar takarak, en zalimce muamelede bulunmuşlardır.
Yakın tarih itibarıyla Almanya’da Hitler; “Saltanatım elden gider!” diye bir sürü harap ellere, yıkılmış hanümanlara ve işkenceyle ölüp giden canlara karşı aynı kompleksle hareket etmişti.. İran’da Şah, Humeynî ve taraftarları saltanat ve debdebesini elinden alırlar vehm ü hayaliyle gözünü kırpmadan on binlerce insanın canına kıymıştı.. Saddam, adı Humeynî olmasa da o karakterde biri, haramilikle elde ettiği şeylerin üzerine gelir konar diye muhalif zannettiklerini kesti-biçti-doğradı.. Kaddafi’nin durumu da bunlardan farklı değildi; o da vehmî bir Humeynî çığırtkanlığıyla etrafı yakıp yıkıyor, aynı cinnet tavırları sergiliyordu.
İslam dünyasında bir zakkum gibi türeyen çağın diğer paranoyakları da bunlardan farksız… Sudan sebeplerle insanlar zindana atılıyor.. ana-evlat birbirinden koparılıyor.. masumlar işkenceyle öldürülüyor.. hukuk, adalet ayaklar altında yolluk gibi çiğneniyor.. bütün bunlara, insan şeklindeki mahluklar aval aval bakıyor.. Süfyân muakkibi Taylasanlı Horasanlılar bu tür Firavunlara Hâmânlık yapıyor.. ölen öldüğüyle, çeken çektiğiyle kalıyor.. ve dilsiz şeytanlar film seyreder gibi bütün bu şenaatleri, denaetleri hissiz, hareketsiz seyrediyor.
Şimdi bütün mazlum ve mağdurlara, gözleri verâlarda, verâların verâsında يَا غَارَةَ اللهِ، حُثِّي السَّيْرَ مُسْرِعَةً فِي حَلِّ عُقْدَتِنَاdemek kalıyor. Keşke, her şeyden evvel bütün mağdur ve mazlum Müslümanlar olarak, “Hayır Allah’ın takdir buyurup yarattığındadır.”deyip kadere taş atma durumuna düşmesek!.. Keşke,رَضِينَا بِاللهِ رَبًّا soluklarıyla, hep
“Gelse celâlinden cefa,
Yahut cemâlinden vefa,
İkisi de câna sefa,
Lütfun da hoş, kahrın da hoş.” (Yunus Emre)
mazmunuyla nefes alıp verebilsek!.. Keşke, derin bir saygı hissiyle,
“Gelir elbet zuhûra ne ise hükm-i kader,
Hakk’a tefviz-i umûr et ne elem çek, ne keder.” (Enderûnî Vasıf)
itmi’nan-bahş inancıyla oturup kalksak!.. Keşke, maruz kalınan şeyleri hatalardan arıtma kurnaları gibi görerek,
“Arındırır belalarla Hak sevdiklerini,
Arındırdığı gibi pak suların kirleri.”
mülahazasıyla mırıldanıp teselli olabilsek!.. Keşke, “Her zulüm ve mesâvînin bir gayretullaha dokunma miadı vardır!”diyerek o vakt-i merhûna saygının ifadesi,
“Zalimlere dedirtir bir gün Kudret-i Mevlâ,
Tallâhi lekad âserekellahu aleynâ!..”(Ziya Paşa)
deyip her şeyi Sahibine havale edebilsek!.. Keşke “Küfür devam eder ama zulüm devam etmez!” hakikatine binaen, “Zulmile âbâd olanın, âhiri berbâd olur!” itikadıyla, evveli değil, âhiri görebilsek!.. Keşke her şeyi, olup bitenlere nigehbân Alîm u Habîr’e bırakarak,
“Zâlimin zulmü varsa, mazlumun da Allah’ı var,
Bugün halka cevretmek kolay, yarın Hakk’ın divanı var!”
inancıyla حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُile soluklansak ve muvakkat mesâibi dillendirmesek!..
Büyüklerin yol erkânı ve vird-i zebânı bu olmuştur; bizimki de o olmalı ve “Bu da geçer!” deyip, zift neşriyat taraftarlarının deyip-ettiklerine kulak asmadan, gönlümüzdeki gül bahçeleriyle çevreyi ıtriyat çarşısına çevirerek burcu burcu gül kokularıyla herkesi mest ve sermest etmeliyiz.
Cenâb-ı Hannân u Mennân, Rahîm u Rahmân bu yolda bize sarsılmayan irade, duruşta kararlılık ve kararlılıkta temâdî lütfeylesin!..