Kâinattaki canlı-cansız her şey atomlardan, yani elementlerden meydana gelmektedir. Gök cisimlerinde ve yeryüzündeki binlerce farklı terkipteki maddenin temelinde sadece 92 tabiî element yatmaktadır. Bu elementlerin farklı sayılarda ve miktarlarda bir araya getirilmesiyle çeşitli bileşikler ve karışımlar yaratılmaktadır. Sadece canlıları ele aldığımızda yapıya katılan elementlerin sayısı çok azalmaktadır; sadece on bir çeşit element (karbon, oksijen, hidrojen, azot, sodyum, magnezyum, fosfor, kükürt, klor, potasyum ve kalsiyum) canlı organizmaların yaklaşık % 99,9’unu teşkil etmektedir.
Element atomlarının aklı ve şuuru olmamasına rağmen hem canlı vücudunda hem de cansız bir maddî form olarak bulunduğu her yapıda, hikmetli işler görmesi pek çoğumuzun dikkatini çekmemiştir. Bir demir atomunun kullandığımız bıçak veya kaşığın yapısında yer aldığı gibi, yeşil bir bitkinin yaprağında, bir insanın veya hayvanın kırmızı kan hücrelerinde de vazifesini aksatmadan ve bulunduğu sistemi bozmadan faaliyetini sürdürmesi çok enteresandır. Mesela enerji kaynağı olarak kullandığımız kömür ve petrolün ana unsuru olan karbon elementi (C); 70 kg olan bir insanın vücudunda yaklaşık 14 kg kadar bulunmaktadır. Canlılar için hayatî önem taşıyan solunum sisteminin baş aktörü olan oksijen (O); bedenimizde ortalama 44 kg kadar bulunmaktadır. Vücudumuzdaki miktarı yaklaşık olarak 7 kg olan hidrojen (H) ise günümüzde araba yakıtı olarak kullanılma durumuna kadar gelmiştir.
İnsan vücudunun maddî terkibine baktığımızda bir ‘elementler legosu’ndan meydana geldiğini görürüz. Bildiğiniz gibi legolarda bazen büyük parçaları kolayca yerleştirmenize rağmen sayısı az ve çok küçük bir parçanın eksikliği durumunda tabloyu tamamlayamazsınız. Aşağı yukarı 60 kadar elementin bir araya getirildiği insan vücudunda da yukarıda zikredilen bazı elementler nispeten daha bol bulunurken, bazıları orta derecede bazıları ise çok çok az miktarlarda (eser derecesinde) bulunabilir. Meselâ; azot (N) 2,1 kg, kalsiyum (Ca) 1 kg, fosfor (P) 700 g, potasyum (K) 170 g, kükürt (S) 140 g, klor (Cl) 70 g, sodyum (Na) 70 g ve magnezyum (Mg) 30 g kadardır.
Peki, vücudumuzda altın, gümüş hatta uranyum gibi diğer bazı elementlerin1 de eser miktarlarda yani çok az miktarlarda bulunduğunu biliyor muydunuz? Esasen bunların bazılarını istemeden besinlerle veya solunum vasıtasıyla almış olmamıza rağmen, bazılarının çok önemli işleri sebebiyle vücudumuzda bulunmaları gerekmektedir.
Evet, bedenimizde günlük ihtiyacımız eser miktarda, yani 100 mg kadar, daha açık söylersek 4 pirinç tanesi kadar olan elementler de vardır. Mesela selenyum eksikliği kas güçsüzlüğüne, krom eksikliği kansızlığa ve hâlsizliğe, lityum eksikliği ise bipolar (manik-depresif) hastalığına sebep olabilmektedir.
Eksiklikleri çok ciddi problemlere sebep olabilen bu elementlerin toplam nispeti binde sekiz kadardır. Vücudumuzdaki başlıca eser elementler; krom (Cr), kobalt (Co), bakır (Cu), iyot (I), demir (Fe), mangan (Mn), molibden (Mo), selenyum (Se) ve çinkodur (Zn).
Şimdi, vücudumuzda çok az miktarda bulunmalarına rağmen hayatî görevleri olan bu elementlerden bazılarını, görelim. Bu arada bazı eser elementlerin vücuttaki fonksiyonunun ise henüz tam olarak anlaşılmamış olduğunu belirtelim.
Bakır (Cu)
Yetişkin bir insan bünyesinde 100-150 mg olan bakırın yoğunlukla bulunduğu yerlerin dağılımı şöyledir: 65 mg kaslarda, 23 mg kemikte ve 18 mg karaciğerde. Bakır, emiliminden sonra kana geçerek bazı aminoasitlerin yapısında yerini alır. Günlük bakır ihtiyacımız ise çocuklarda 0,05 mg/kg iken yetişkinlerde 3,5 mg/kg’dır. Başlıca bakır kaynakları ise et, kabuklu deniz canlıları, fındık, tahıl ve bakliyat çeşitleridir. Bakır eksikliğinin sebep olduğu başlıca problemler ise; aşırı kilo kaybı, kemiklerde bozukluk, kansızlık, saçların beyazlaması, kalb kaslarında düzensizlik şeklindedir.
Demir (Fe)
Demir, oksijen ve karbondioksitin vücut içinde gerekli yerlere taşınması için vazgeçilmez bir elementtir. Demir, az miktarda kan plazmasında büyük bir oranda ise alyuvarlar içinde paketlenmiş olan hemoglobinin yapısında bulunur. Yetişkinlerdeki demir miktarı yaklaşık 4 gr, yani küçük bir çivi oluşturacak kadardır.
Vücutta demir stoklayan başlıca organlar; karaciğer, dalak ve kemik iliğidir. Vücudun demir ihtiyacı yaşa ve kişiye göre değişir. Yetişkin erkek ve kadınlarda günlük demir ihtiyacı yaklaşık 10 mg olmakla beraber, kadınlarda hamilelik ve kan kayıpları gibi bazı dönemlerde 15 mg’a kadar yükselir.
Demir; ciğer, et, kuru fasulye, yulaf, kakao gibi besinlerde bulunur. Demir yetersizliğinin en önemli belirtileri takatsizlik, nefes darlığı, sarılık, baş ağrıları, uyku düzensizliği, aşırı yorgunluk, çökük tırnak rahatsızlığı, çabuk tırnak kırılmaları ve saç dökülmesidir.
Çinko (Zn)
Bir insan vücudunda ortalama 1,8 mg kadar bulunan çinko; özellikle deri, prostat, kemik ve dişlerin yapısında bulunurken az miktarda da böbrek, dalak, kalb, beyin, pankreas ve akciğerde vardır. Başlıca çinko kaynakları; öğütülmemiş tahıl, bakliyat, ıspanak, marul, karaciğer, yumurta, süt ve süt ürünleridir. Bazı enzimlerin yapısında yer alan çinko, A vitamininin kana geçmesinde de önemli rol oynar. İnsülin salgılanmasında da görevi olan çinkonun vücudumuzun büyümesi ve gelişmesinde de önemli rolü vardır. Eksikliğinde unutkanlık, cinsî gelişmede bozukluklar, bağışıklık sisteminin zayıflaması, deride doku problemleri, hareket gücünün düşmesi, koku ve tat alma duyusunun zayıflaması gibi durumlar ortaya çıkar. Günlük çinko ihtiyacı yaklaşık 12-15 mg’dır.
İyot (I)
Vücudumuzun günlük iyot ihtiyacı yaklaşık 150 mikrogramdır. Vücutta 20–50 mg arasında bulunan iyot, bilhassa tiroit bezlerinde, deride ve iskelet sisteminde bulunur. Metabolizmanın düzgün çalışması, yapım ve yıkım reaksiyonlarının dengeli olması için çok önemli bir iç salgı bezi olan tiroit bezinin hormonlarında bulunan iyot, sinir sisteminde de kullanılır. Başlıca iyot kaynağımız balık, deniz ürünleri ıspanak ve pirinçtir. İyot eksikliği “guatr” hastalığına sebep olur. Ayrıca kalb atışlarının zayıflaması ve metabolizma hızının bozulmasına bağlı rahatsızlıklar da görülür.
Kobalt (Co)
Kaynağı hayvanî gıdalar olan kobalt elementi; B12 vitamininin yapısında yer alır ve karaciğerde depolanır. B12 vitamini de metabolizmamız için oldukça gerekli vitaminlerden biridir. Kırmızı kan hücrelerinin oluşumuna, böylelikle daha zinde ve enerjik hissetmemize vesile olan bu vitamin; merkezî sinir sisteminin sağlıklı işleyişinde de görev alır.
Bu elementlerin eksikliği kadar fazlalığı da büyük problemlere yol açabilir. Yani ne fazla ne de eksik olmalıdır. Mesela; bakır atılım bozukluğu varsa ve vücutta fazla bakır depolanıyorsa -biriktiği yere göre- siroz, karaciğer yetmezliği ve beyin hasarına sebep olabilir. Demir birikimi ise aynı şekilde karaciğer ve diğer bazı organ yetmezliklerine yol açabilmektedir. Tabii ki bahsedilen sağlık problemlerinin sebebi başka şeyler de olabilir. Teşhis için bu ihtimaller göz önünde tutularak doktora başvurulmalıdır.
Eser elementlerin en kritik görevlerinden biri de enzimlerin yapısında yer almalarıdır. Enzimler; hücre içi ve dışındaki biyokimyevî reaksiyonları hızlandıran katalizörlerdir. Hücre içinde saniyedeki onlarca reaksiyonda görev alan enzimlerin varlığı hayatîdir. Her bir özel reaksiyonun farklı enzimleri vardır. Aynı reaksiyonlar enzimler olmadan gerçekleşecek olsaydı, bu hem çok uzun zaman alacak hem de çok yüksek sıcaklıklara ihtiyaç duyulacaktı. Mesela; katalaz enziminde demir, feniloksidaz enziminde bakır, fosfataz enziminde manganez bulunur.
Yukarıda faydaları sayılan eser elementlerin gerekenden az olduğunda hastalığa sebep olmaları gibi, eser miktarlardan birazcık fazla bulunmaları da başta kanser olmak üzere birçok ağır hastalıklara sebep olabilir. Bu sebeple eser elementlerin ihtiyaç fazlasının bağırsaklar veya ter yoluyla atılması veya kana emilmemesi gerekir.
Her şeyi bilen ve her şeyi yerli yerinde yaratan Rabbimiz protein, yağ ve karbonhidrat gibi temel gıdaların hemen hemen hepsinin kana geçmesini sağlayan ve israfını önleyen mekanizmalar yerleştirirken, eser elementlerin de fazlasının atılmasını sağlayan mekanizmaları lütfetmiştir.
Kim Karar Veriyor?
Peki, hangi elemente ne kadar ihtiyaç olduğunu belirleyen nasıl bir mekanizma vardır veya böyle hassas bir mekanizma varsa bir elemente eser miktarda ihtiyaç olduğuna kim karar veriyor?
Vücudumuzdaki ihtiyaca göre, hangi maddenin ne kadar emilmesi gerektiği çok fazla detaylarını bilemediğimiz ve henüz yeni yeni çözülmeye başlayan enteresan mekanizmalar, sindirim sistemimizin genel işleyiş prensipleriyle beraber genetik olarak kodlanmıştır. Emilim işlemi genelde ince bağırsakta olur. Gıda maddeleri önce mideden, pankreastan ve karaciğerden gelen enzimler ve safra tuzlarıyla kademe kademe parçalanarak küçültülür. Daha sonra bağırsaklardaki yolculuk boyunca parçalanma işlemi sona eren moleküller emilerek kana geçer. Tabii burada hangi molekül emilimi için hangi enzimin, ne kadar salgılanması gerektiği ve hangi elementin ne kadar emileceği çok önemlidir. Bütün bunlar çok hassas ölçülerde, haberimiz olmadan her an bağırsaklarımızda meydana gelir.
Neticede zengin-fakir herkes yeterli, normal bir beslenmeyle alması gereken bütün elementleri yenilen gıdalardan ihtiyaç kadar temin eder. Zaten ihtiyaç duyulacak bütün elementler yiyeceklerin yapısına depolanmış olarak yaratılmıştır. Tükettiğimiz gıdalardaki almamız gereken maddelerin kandaki seviyelerinin ne olması gerektiğine ait bilgi de sanki her hücreye öğretilmiş gibi kodlanmıştır. Herhangi bir elementin emilerek kana geçebilmesi için gerekli yoğunluk farkları, osmotik basınçlar ve elektrik yükleri, biyokimyacıların henüz tam olarak içinden çıkamadığı bir hassasiyetle otomatik olarak ayarlanır. Daha sonra hangi organa hangi elementten ihtiyaç varsa kan vasıtasıyla oraya ulaştırılmaktadır. Atomik seviyede küçük miktarlardaki ölçülerle yapılan bu işlemlere ne müdahale edebiliriz ne de bunlardan haberimiz olur.
İşte bu kısacık elementler turunda bile yine acizliğimiz ortaya çıktı. Yüzlerce metabolik sürecin işleyişinin hiçbir kısmında sözümüz geçmez, irademiz işlemez, fakat kudreti sonsuz Rabb-i Rahim’in şefkati ve merhameti ile akılsız ve şuursuz element atomları hizmetimize koşturulur.