Kendi Derinliğiyle Latîfe-i Rabbaniye-3

Kalbin celâlî ve cemâlî tecelliler arasında evrilip çevrilmesine şöyle yaklaşanlar da olmuştur: Kalb, nefis ile ruh-i insanî arasında nurani bir latîfedir; bir yandan nezd-i ulûhiyetten gelen değişik tecelli dalga boyundaki envâr-ı ilâhiye ve esrâr-ı rabbaniyeyi alarak o ziya-i rabbânî ile mahiyet-i insaniyeyi okunan muhtevalı bir kitap haline getirir; diğer yandan da lümme-i şeytaniye sisteminin tesirini kırarak, onu fonksiyonunu eda edemez duruma düşürür. Bu latîfe-i mübareke, kendi ufku itibarıyla misyonunu eda edince insanın manevi anatomisindeki ahenk de hep “Hakk”ı dillendirir. Aksine, bu latîfe-i rabbaniye nefis, şeytan ve heva şerareleriyle aritmilere girerse, mahiyet-i insaniyedeki ilâhi ahenkte de bunun negatif tesirleri görülür. Hazreti Tabib-i Kulûb bu hususta, أَلَا إِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ، وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ “Dikkat edin, cesed-i insanîde sanevberî (çam kozalağı şeklinde) bir et parçası vardır ki, o sıhhatli ve sağlıklı olduğu sürece bütün beden de salâh içinde olur; aksine o bozulduğunda da maddi-manevi insan anatomisinde fesatlar baş gösterir.”[1] buyururlar ki, kalb dediğimiz latîfe-i rabbaniyenin sıhhat ve fesadının, maddi-manevi insan anatomisinin sıhhat ve fesadıyla doğrudan doğruya ilişkili olduğunu anlatır.

Bu latîfe-i rabbaniyenin maddi yapısı ve manevi derinliğiyle kontrol altında bulunması çok önemli ve hayatidir. Bu itibarla onun salâhı adına yapılması gerekli hususlarda fevkalâde titiz davranılmalı; şeytani, nefsani sinyal ve şerareler karşısında bir taraftan “hablü’l-metin”e harfiyen riayet, riayette devam ve temadi, bunun ötesinde de tazarru, niyaz ve yakarışlarla başlar hep Hak kapısının eşiğinde olmalıdır. Kalbi her zaman Hak’la irtibat içinde bulunan Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın her gün bilmem kaç defa tekrar ettiği يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ، ثَبِّتْ قَلْبِي عَلَى دِينِكَ “Ey kalbleri evirip çeviren Allahım, kalbimi dininde sabit kıl.”[2]reçetesi veيَا مُصَرِّفَ الْقُلُوبِ، صَرِّفْ قُلُوبَنَا عَلَى طَاعَتِكَ “Ey kalbleri şekilden şekle, halden hale döndüren Rabbim, kalbimizi daimi taat ufkuna tevcih buyur.”[3]niyazı bizim için vird-i zeban edilmesi gerekli olan konuların başında gelir.

Allah’ın inayetiyle -o inayete canlar kurban- bu yol ve yöntemlerle -inşaallah- kalb şeytani ve nefsani iğvâlarla aritmiye girmeyecek; kısmen girmişse de hâl ve kâl sistemlerini harekete geçirecek ve bütün bütün fesada düşmeyecek; sendelemişse silkinip kendine gelecektir. Aksine o hayatî sistem felç olur ki, bazılarınca bu, Kâbe’yi tahribe denk tutulmuştur. Bir hak dostu bu mülahazayı şöyle seslendirir:

دِل‌ بدست‌ آور كه‌ حج‌ اكبر است

از هزاران‌ كعبه‌ يك‌ دِل‌ بهتر است‌

کعبه بنیاد خلیلآذر است

دِل نظر گاه خداء اکبر است

“Gönül yapmak bir hacc-ı ekberdir,

Bin Kâbe bir dil yanında ne ifade eder?

Kâbe, Âzer’in oğlu Hazreti Halil’in yaptığı binadır,

İnsan kalbi ise Allah’ın binası ve nazargâhıdır.”

Esasen insan vücudu, kalbin karargâhı; kalb ise, esrar-ı ilâhiyenin meclâsı ve mazharıdır. Diğer bir ifadeyle, kalb “Hak Hak”deyip O’nu işaretleyen, aksettiren bir ayna; bu maddî kalbin güdümündeki dil de onu seslendiren bir enstrümandır. Bunların yaratılış ve var oluş gayelerine uygun muhafaza edilmeleri ise, “Teveccüh, vesile-i teveccühtür.” fehvasınca akıl, mantık, muhakeme ve hayallerimizin hep O’nu soluklamasının olmazsa olmaz bir sebep ve dâîsidir.

Eğer Cenab-ı Hak,إِنَّ اللهَ لَا يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَلَكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ “Allah sizin şekil ve suretlerinize değil, nazargâh-ı ilâhi olan kalblerinize bakmaktadır!”[4]buyuruyorsa ki buyuruyor, bize düşen, o mir’ât-ı mücellâyı pırıl pırıl bir ayna gibi hep temiz tutup O’na tevcih etmektir. Öyleyse gelin, her zaman bir ayna gibi pırıl pırıl kalın ki, gelen esrar ve envâr-ı ilâhiye bütün benliğinizi sarsın!.. Kalben hep O’na teveccühte bulunun ki, sürpriz teveccüh iltifatlarına mazhar olasınız!.. O’nun sevgi ve sevdasıyla sabahlayın-akşamlayın ki ruh dünyanızın da sabahları Cennet sabahı, akşamları da Firdevs akşamı olsun!..

اَللَّهُمَ حَبِّبْ إِلَيْنَا الْإِيمَانَ وَزَيِّنْهُ فِي قُلُوبِنَا وَكَرِّهْ إِلَيْنَا الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ وَاجْعَلْنَا مِن الرَّاشِدِينَ

وَصَلِّ وَسَلِّمِ اللَّهُمَ عَلَى سَيِّدِنَا وَسَنَدِنَا وَشَفِيعِ ذُنُوبِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَأَصْحَابِهِ الْبَرَرَةِ وَالْأَخْيَارِ

[1]Buharî, iman 38; Müslim, müsakat 107.

[2]Tirmizî, kader 7.

[3]Müslim, kader 17.

[4]Müslim, birr 33-34.

Bu yazıyı paylaş