Nefs-i emmâre patikasında yolculuk, Cehennem istikametindedir ve bilerek bilmeyerek ona yakıt olmaya doğru sürüklenilmektedir. Nefs-i mutmainne şehrahındaki kutsî seyahat ise, Cennet zirvesine müteveccihtir ve rü’yetullaha namzettir. Nefs-i hayvanî ve emmârenin, bütün bütün mesâvî ve meâsîye inhimak etme, gayz ve nefrete kilitlenme, egoizmadan egosantrizmaya sıçrama, narsizme yelken açma, cinnet hafakanlarıyla çırpınıp durma türü merâtibi olduğu gibi; nefs-i mutmainnenin de hususi derece ve mertebeleri vardır. Bir yerde o, nefs-i mülhemenin renk ve desenini aksettirir; farklı bir durumda kendi şekil ve şemailini sergiler; daha faik bir zirvede ise, râdıye-mardıyye hâlesigibi nuranî bir görünüm arz eder. Birinci mertebede o temkin serası içine alınmazsa, bazı muhataralara girebilir.. ikinci basamakta sürçme ve kayma ihtimali daha az gibidir.. üçüncü basamakta ise, iç içe inayet surlarıyla korunma altındadır.
Şeytan bilinmedik bir ayak oyunuyla kaydırmazsa, -kaydırmasın Allah’ın hıfz u riayetiyle!..- üçüncü mertebede bulunanlar iştiyak-ı likâullah ile hep sermesttirler, oturur kalkar sürekli O’nu heceler dururlar ve konumlarının hakkını eda edip temkin tavrı sergiledikleri sürece -Allah’ın hıfz u riayetiyle- korktuklarına maruz kalmazlar. Bunlar muhlisîn üstü muhlasîn payesiyle serfirazdırlar ki büyük ölçüde şeytan ve nefis şerarelerine kapalı sayılırlar. Bunun teminatı, şeytanın geniş alanlı asimetrik saldırılarına karşıإِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ “(Mealen) Herkes şeytan iğvâ ve idlâline karşı açıktır ama ihlas-ı etemme sahip olanlar müstesna!”(Hicr, 15/40; Sad, 38/83) beyanıdır. Bu zirvenin koç yiğitleri, amel-i sâlih ve Hakk’a teveccüh-i tâmları sayesinde şeytan ve avenesinin insana nüfuz girizgâhlarının bütününü kapayıp “üns billâh”a ermişlerdir. Burası öyle yüksek bir makam ve sıyanet ufkudur ki, oraya asla şeyâtîn şerare ve sinyalleri ulaşamaz ve onlar, konumlarını korudukları sürece de hep ilahî inayet ve riayet altında bulunurlar.
Bu özel inayet kahramanları, her zaman hısn-ı hasîn-i ilahîde teveccüh sağanaklarıyla arınır dururlar da özlerinde asla levsiyât-ı dünya barınamaz. Bazen mükâşefe ufuklarına kanat çırpar açılırlar; bazen de gönül aynalarındaki mukaddes ve akdes tecellilerle hep sermest yaşarlar. Bu zirve, müntehînin, Vücûd-i Mahz ve Vücûd-i Baht’ın -bî kem u keyf- karşısında bütün bütün eriyip, kendini kendi olarak hissedemez hale geldiği, “Kâb-ı kavseyn-i ev ednâ” gölgesinde “fenâ fillâh” sermestîsinin zevken ve halen duyulduğu nâkabil-i idrak bir ufuktur. Bazıları bu mertebeye “Ehadiyyet-i Zâtiye zirvesi” demişlerdir ki o payeyi ihraz eden müntehî ve muhlas için ne isim ne de resim söz konusudur.
Saadettin Fergânî, bu her şeyi zâhiren ve bâtınen kuşatan ihsas ve ihtisas ufkunun “tecelli-i tâm”, “tezahür-i etem” payesi olduğunu söyler. Bazıları bu nefes-i rahmanî ve nefha-i rabbâniyeyi mecâlî-i kesrette Hakk’ın tecelli-i kudsîsinden ibaret görmüş ve konuyu öyle değerlendirmiş.. bazıları onun tamamen bir feyz-i rabbanî ve imdad-ı samedânî olduğu üzerinde durmuş.. diğer bir kısım kümmelîn ise, وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي “Ruhumdan ona nefhettim.” (Hicr sûresi, 15/29; Sâd sûresi, 38/72) mazmununca, onu bütün varlığın arka planında “Ol” deyiverme şeklinde düşünerek, topyekûn kevn ü mekânların o nefha-i Rahmanla var oluşu, hatta cüz’iyyât planında o ruhun Hazreti Meryem’e nefhi, dahası bütün rahm-ı maderlerde embriyolojik süreç sonunda bütün insanlara ifâzası şeklinde yorumlamışlardır ki, bunu Kitap ve Sünnet ile de telif etmek mümkündür. İşte bu nefha iledir ki, bütün insanlar “ahsen-i takvîm” keyfiyetini ihraz etmişlerdir. Bu mülahazalara binaen bazı sofîler, “Rahmânî nefes (nefha), zâhir ve bâtın her şeye şâmil, Hak’tan bir teveccüh-i has ve bir rahmet-i sâbıkadır.”demeyi uygun bulmuşlardır.
Dar dairede ve zılliyet planında, insanın özü olan nefesi mürşid-i kâmilin nefhetmesi, ebdâl, evtâd, aktâb ve gavsın müstaid fıtratları kalbî ve ruhî hayata yükseltme adına onlara nefes ve nazar etmeleri manasında da kullanılmıştır. Bir Hak dostu bu durumu şöyle dillendirir:
“Ey mürşid-i kâmil, bize bir dem nefes eyle,
Ey dil, sen de o demi bulmaya heves eyle.
Bugün gören gözü koma yarına ey yâr,
Ağyâr yüzün görme, tez onu pes eyle.
Bu âlem sureti sana zindan olupdur
Mürg-i dili âzâd ve haps-i kafes eyle.
Hakkı, bu gönül bağını pâk eyle sivâdan,
Geliver kendine bu hârı has eyle.”
Nefis, nefes… Bugün bunları anlama adına bir kaht-ı ricâl söz konusu. İnsan ve onun Hak’la münasebeti, kalbî, ruhî, sırrî hayat mertebeleri ile alakalı bilgi ve marifet, küflü kitaplarla raflara emanet.. şekil, taklit, formalite, hakikati ve Hakikatü’l-Hakâik’i duyup zevk etme adına birer yol kesen gulyabani adeta.. namaz, oruç, zekât, hac, ruhu katledilmiş birer mevta mahiyetinde.. zühd, menkıbelere malzeme içi boş bir kelime.. aşk u iştiyak-ı likaullah, sözlüklerin solgun satırları arasında hayali bir mazmun.. bunlardan daha acısı da hayvaniyet ve cismaniyetin gelip bunların yerine oturmuş olması.. bunları yer ve konumları itibarıyla dillendirebilecek âlim denenler aktüalite ve siyaset sarhoşu.. dinî ilimleri talim maksadıyla kurulmuş müesseseler skolastik düşünceye teslim.. tekvinî emirlere açık gibi duran saray tipi konaklar natüralizm ve materyalizm güdümünde.. ilk teessüslerinde kalbî ve ruhî hayatı inkişaf ettirmeyi esas alan zaviyeler dünyevî değerler gibi babadan oğula, yoksa damada miras ölü ocaklar.. yok bu viranelerde seyr u sülûk-i ruhanî ve o yolda çileler, riyazetler.. yuvalar, dinî ve millî değerlerimizin yetimi.. mâbed, günlük aktüalitelerin kirli sesi-soluğuyla ruhunu yitirmiş bir kümbet.. sokaklar levsiyât bataklığı… “Kimseler yok, aşinadan büsbütün hâlî diyar / ‘Nerde yârânım?’ diyorken ben bülend âvâz ile / ‘Nerde yârânım’ diyorvadi, beyâbân, kuhsâr.”(M. Akif)
Bilinmiyor nefis, nefes, ruh, latîfe-i rabbaniye ve ötesi.. ukbâ inanç ve düşüncesi dünyevî ihtiraslarla körelmiş durumda.. marifet, muhabbet, zevk-i ruhanî dünyaperestlik düşüncesi altında inim inim.. yok bu iç içe yoksullukları fark edecek hüşyar bir dimağ.. kalmamış bu ufkun eliti-entelektüeli.. yalan, tezvir ve iftiranın nâşir-i efkârı medya, zift püskürtüyor ağzını açınca.. iman, islam ve ihsan fakirliği hadden efzun, her türlü izahtan vareste.. hayat, yiyip-içip yan gelip kulak üzerine yatma sarmalı içinde.. bunlara karşılık, birkaç tane ba’s-ü bade’l-mevt rüyası gören fesat dönemi gurebâsı varsa, onlar da ya hapiste, ya tehcîr ü tehdit altında, ya da sürgünde… Aslında manzara bunun birkaç katı daha ürpertici; insanları bütün bütün inkisara uğratmama mülahazasıyla, konuya bir noktalı virgül koyarak, genel düşüncemizi arz etme sırası geldi zannediyorum.
Eğer durum böyle ise -ki böyle olduğunda şüphe yok- şimdilik bir dirilişten, bir kalbî ve ruhî hayattan söz etmek çoklarına oldukça romantik gelecektir. Bu resimle resmedilen bir toplumda, insanların insanî iç derinliklere açılması Allah’ın ekstra inayetine kalmış bir gaye-i hayaldir. Dolayısıyla da o işin sevdalılarına bir hayli zaman daha beklemek düşüyor. Cenab-ı Hak en yakın zamanda hakaik-ı Kur’âniyeyi hakkıyla temevvücsâz edecek, o yolu gözlenen nesl-i cedîdi fevkaladeden inayetiyle bir an evvel lütfeylesin!.. Âmin.
اَللَّهُمَّ الْإِخْلَاصَ وَرِضَاكَ وَخَالِصَ الْعِشْقِ وَالْاِشْتِيَاقَ إِلَى لِقَائِكَ.. اَللَّهُمَّ الْاِيمَانَ الْأَكْمَلَ وَالْإِسْلَامَ الْأَتَمَّ وَالْإِحْسَانَ الْعَمِيقَ وَالْمَعْرِفَةَ التَّامَّةَ وَالْمَحَبَّةَ الْكَامِلَةَ فِي أَقْرَبِ أَقْرَبِ أَقْرَبِ زَمَانٍ، وَإِنْ لَمْ نَكُنْ أَهْلًا لِذَاكَ فَأَنْتَ أَهْلٌ لِهَذَا.
يَا فَرْدُ، يَا حَيُّ، يَا قَيُّومُ، يَا حَكَمُ، يَا عَدْلُ، يَا قُدُّوسُ، قَدِّسْ سَرَائِرَنَا وَنَوِّرْ ظَاهِرَنَا وَبَاطِنَنَا كَمَا يَنْبَغِي لِجَلاَلِ وَجْهِكَ وَلِعَظَمَةِ ذَاتِكَ.
وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ رُوحِ سَيِّدِ الْأَنَامِ وَعَلَىآلِهِ وَأَصْحَابِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ وَعَلَى جَمِيعِ الْأَنْبِيَاءِ وَالْمُرْسَلِينَ وَعَلَى الْمَلَائِكَةِ الْمُقَرَّبِينَ… آمِينَ يَا مُعِينُ