Elimde kalan ne varsa hepsini birilerine vermek istedim bugün. İçimde öylesine göçmek isteği uyandı her şeyden ve en başta da kendimden.
Kapının önünde karınca yuvası vardı. Baktım ki toprağın en altına göçmüşler. Kardan kıştan saklanmışlar. Zorluk görünce yer değiştirme diye Allah’ın verdiği bir kolaylık var. Zeminin müsait olması diye bir şey var ve bu aslında kainattaki uyumu ne güzel de özetliyor.
İnsanın ömrü sayılı günlerden oluşuyorsa ve nefis her an ölümü tadıyorsa, o zaman insan duramaz ve durmamalıdır. Her an yolculuğuna devam etmelidir. Zalimin zulmünden kaçan her insan hicret bereketiyle bereketleniyor. Kimisi de yolların eman vermemesinden kaynaklanan bir dert ile belki de yerinden bile oynayamıyor. Ona da niyetiyle diyarları ve zamanları ayağına çağırmak kalıyor. Mazlum yanlarından büyük dualar bulmak kalıyor ki o da görülmedik diyarlarda nice güllerin yetişmesi adına büyük bir vesiledir. Gidenler gittikleri yerde bir tohum olurken bazıları da kaldıkları yerde bir tohum oluyor; dökülen gazellerin toprağın bağrında, gelecek bahara zemin hazırlaması gibi…
Burada asıl mesele gitmek… Kendinden göçmeyi bilmek… Baharın bile göçtüğü yerde, göçmen kuşlarının hepimizin göreceği kadar yüksekten uçarak bir ders verdiği yerde, dünyanın fani veçhesine kök salmamak adına gayretimiz olmalı. İşte o gayrete hicret demişler. Canlı kalmanın yolu bazen vazgeçmekten ve gitmekten, yeniden filizlenmenin yolu da budanmaktan geçer. Dallarımız kökünden budanır da bir bahara uyanınca anlarız bu işin hikmetini.
Bahara erenler kıştan dem vurmazlar. Baharı konuşur, çiçeği koklar, bal yapan arılarla kovanlarını doldururlar. Yusuflar acılarını unutur da sultanlığın mükâfatını yine onlara acıları yaşatanlarla paylaşırlar. O sevinç, acı çektirenlere bile yetecek kadar cömerttir. Acı çekenler yani Yusuf’un kardeşleri yaptıklarını unutmasalar da Yusuf olanlar yapılanları unutacaktır. Yaşadıkları sevinci paylaşmaları, o sevince bile kök salmamak, onu bile arkada bırakmaktır. Öylesine bir sevdadır ki bu, adına “Muhabbetullah” derler.
O’nun sevgisinde muhabbetten ve aşktan da öte bir cezbe vardır ki geceyi gündüz ile birler, derdi en büyük derman beller, uzakları yakınları bir mesafe olmaktan çıkarır, hüznü de sevinci de aynı duyguya tercüman eyler. Tevhid böylesine güzeldir ve insana kendisini unutturacak büyük bir cezbedir. Şimdi o birliğin güzelliğini konuşmak ve anlatmak dururken ne diye kötülerden ve kötülüklerden dem vuralım. Budanmış yanlarımızı anlatmak yerine bahara uyanmanın sevincini taşıyalım hiç güneş görmemişlere…
Kimin sofrasında çok şeyi varsa, o hiç daralmadan herkesi davet eder. Zira bitme endişesi yoktur; o sofrada verme sevinci vardır. İşte öyledir Hakk’ın sofrasına varma ve o muhteşem manzara karşısında kendinden geçme ve herkesi alabildiğine davet etme. Adına “Marifetullah” derler.
Gitmek, yola düşmek, bir adım atmak ve cehennemîbir haletten uzaklaşmaktır. Suların aktığı yerde, rüzgârların estiği yerde, uykunun bile rüyalaştığı yerde, olduğu yerde kalakalmak, hayal dahi kuramamak, bir bakıma ölümdür. Yola düşme adına dizimizde derman tükendiğinde, bir dost meclisinde dirilmek, bir dua ile hemen Allah’a sığınmak, bir istişare ehlini arayıp halini arz etmek ve her şeyiyle yola düşmek… Adına en büyük mücahede derler. Bedirlerden gönül Uhudlarına dönmek, içtekini yenmek ve dışarıya gül sunmak…
Uyanmak için bir güneşin doğmasını bekleyenler, iş işten geçince ve fırsatlar elden gidince uyanmışlardır. Kalbindeki aşk ile gecelere merhaba diyenler ise, gecelere ta seherlerden güneş olup doğmuşlardır. Derdin gecesinde dermana uyananlar yola düşenlerdir. Kök salmamak adına dünyadan önce davranıp onu kalpten kovmak, yolları güzelleştiren en güzel gayrettir. Akarsular baş başa verip de bu birliğin adını okyanus koyarlar. Gitmek; bir okyanus yolunda nice yeni gönülle tanışmak ve gönülleri birlemek ve sevdayı dile dökmektir. Yeni dostlar edinmek ve dünyanın nice yüzlerini yeniden tanımaktır. İnsan başkalarını tanıdıkça kendini ve Rabbini daha güzel tanır.
İnsan fıtraten hür olmayı ister. Ayağına bağlanacak her süflîbağdan rahatsızdır. Ama kendi kendini bağlayınca da bunu fark edemez. O bağlardan kurtulması daha da zordur. Zira insanın nasihatleri en az kabul eden yanı, iptilalarıdır. Ölmeden evvel ölmek, insanın hürriyetine kavuşmasıdır ve gözlerinin içine bakarak kendisini bekleyenleri düşünüp bir anda dünyanın gözlerine bakmaktan vazgeçmesidir.
İnsan hür olmayı istediği kadar hakiki Malik ve Sahib’ini de bulmak ister. İnsan O’nunla bütün yalnızlıklardan kurtulur ve herkesi, yalnızlıkların bittiği büyük dostluğa davet eder.
Karınca yuvasının yanında, elimdeki ekmekle öylece kalsam da gönlümdeki ders ile konuştum kendimle…
Gitmem gerek dedim… Önce kendimi, sonra her şeyi arkada bırakarak… Varmam gerek, önce kendime, sonra her şeye… Kendini bilen Rabbini bilir sözü ile serinledim. Varmam gerek biliyorum ve hangi gönülde saklı benim yolculuğumun duası, onu arıyorum şimdi.