Tabiî Seleksiyona Bir de Böyle Bakalım

Biyoloji kitaplarında evrimi genç beyinlere empoze etmek için farklı biçimlerde iki yaklaşım sergilenir. Birinci yaklaşımda, küçük çaptaki ve tabiatta gözlenebilir değişiklikler (tabiî seleksiyon, ırkların meydana gelişi ve adaptasyon) gösterilir. İkinci olarak ise neticesi çok büyük çapta (yeni bir organın ortaya çıkışı, bir hücrenin ve bir canlı grubundan farklı bir grubun oluşması gibi) moleküller ve genler seviyesinde, fakat tabiatta gözlenemeyen değişiklik iddialarıdır. Burada çok ustalıkla yapılan bir oyun şudur: Tabiatta her zaman gördüğümüz birinci gruptaki gerçek hâdiseler delil gösterilir, fakat daha sonra bu gözlemler sanki ikinci kısımda da gerçekleşiyormuş ve ispatlanmış gibi bir neticeye varılır.

Hâlbuki tam aksine, genetik bilimi geliştikçe canlının hücrelerindeki hayat bilgisi hakkındaki kütüphane anlayışımız da değişmekte ve buna bağlı olarak, yeni türlerin ortaya çıktığını iddia eden mutasyonlar + zaman + şans = Evrim gibi bir formülün, hayalî olduğu anlaşılmaktadır. Üzerinde çalışılan bütün mutasyonlar, netice itibarıyla canlının genetik kodundaki dengeyi bozacak bilgi kaybını gösterir veya nötrdür. Evrimciler kabullendikleri evrim sürecinin hiçbir yönü veya hedefi olmadığını (şansa bağlı olduğunu) iddia ediyor. “İlk” organizma, ister tek hücreli bitki ister hayvan isterse mantar hücresi olsun, bu canlının sahip olduğu hücrenin içindeki kompleksliğe bakarsanız, bugün gördüğümüz bakterilerden memelilere kadar olan hayat çeşitliliğini açıklamak için büyük miktarda bilgi üretildiği kabul edilmelidir. Hâlbuki gelişigüzel, tesadüfî mutasyonlar yeni bir genetik bilgi üretemez; bu yüzden evrim teorisyenleri bugünkü hücrelere “modern” derken, bunların geçmişteki daha az bilgiye sahip (basit!) bir hücreden nasıl ilerlediğini mutasyonla açıklayamazlar.

Ancak evrim teorisyenlerinin evrimin en temel mekanizması olarak tespit ettiği ve Yaratılışa inananlar tarafından da kabul edilen “Tabiî Seleksiyon” konusunda gözlem ile yorum arasında ortaya çıkan fark, önemli bir tartışma sebebidir. Evrimin iddiasına göre, hayatta sadece güçlü olanlar yaşar, zayıflar elenir ve yeni nesiller arasında hep güçlüler yaşayıp zayıflar elendikçe türler değişmiş olur! Türler değişir, ama ne kadar değişir?

Ekolojik Dengede “Gıda Piramidi”

Evrimci düşüncenin karşısındaki Yaratılış anlayışında, güçlü olan nesillerin büyük çoğunlukla yaşadığını, buna rağmen bunun mutlak olmadığını, canlılar arasında yardımlaşma ve dayanışma da olduğunu, elenmeyen güçlü nesillerin sadece tür içinde, maruz kalınan çevre şartlarına karşı güçlü ve dayanıklı nesillerin geleceği kabul edilir. Allah her canlı türüne neslini devam ettirecek kadar üreme potansiyeli vermiş, bir taraftan da her canlıya onlarla beslenen (veya rakipleri olan) canlılar da musallat etmiştir. Çevre şartlarında çok radikal değişiklikler (buzul çağı, çölleşme, büyük tektonik felaketler vs.) olmadığı müddetçe canlılar bu üreme potansiyellerini sergileme kabiliyetindedir. Fakat diğer taraftan birçok canlı da onları yiyerek nüfuslarını dengeleme yönünde çalıştırılır. Ekolojik olarak buna “Gıda Piramidi” denilir.

Bu konuda bir örnek verecek olursak, en çok düşmanı olan veya başka hayvanların gıda olarak en çok tükettiği canlılar, karada solucanlar ve böcekler, denizlerde de kabuklular ve yumuşakçalardır. Bunların hepsi de çok bol (milyonlarca) yumurta ve sperm üretip uygun olan bütün ortamları işgal etme eğilimindedir. Omurgalılar içinde balıklardan itibaren memelilere doğru üreme gücü giderek azalır. Bir kefal balığı 5 milyon yumurta yaparken, karada bir kurbağa 8–10 bin, bir sürüngen (kaplumbağa veya timsah) 50–100 kadar yumurta üretir. Kuşlar da türlerine göre 5–10 civarında yumurta üzerine kuluçkaya yatar, memeliler ise en fazla 7–8 yavru doğurabilir. Her seviyedeki canlının yumurtasından itibaren çok çeşitli düşmanı veya o canlıyı gıda olarak tüketen canlılar vardır. Ancak herkes birbirinin rızkı olsa da üreme faaliyeti devam ettiği müddetçe, zayıf ve güçsüzlerin büyük çoğunluğu avcıları tarafından gıda olarak tüketilmesine rağmen, genetik varyasyonların sebep olduğu çeşitlilik içinde, hayatta kalarak neslin devamını sağlayan güçlüler her zaman bulunacaktır. Bütün fertleri güçlü olan avcı bir tür, yine bütün fertleri güçlü olan avlanacak türü yakalayıp beslenemez.

Ekolojik dengedeki Gıda Piramidinde, Esma-i Hüsna’dan en çok Rezzâk ve Kuddüs isimleri belirgin olarak göze çarpar. Böylece her canlının rızkı temin edilir; hem sınırlı bir yeryüzünün sadece belli canlılarca işgal edilmesine izin verilmez, hem de madde devr-i daimi için, ölen her canlı, mantarlar ve bakterilerce tekrar toprağa dönüştürülerek yeryüzü temizlenmiş olur, ayrıca dünya leşlerle dolu, kokuşmuş bir çöplük olmaktan kurtulur. İşte “Tabiî Seleksiyon”un bilimle de uyum içindeki mükemmel bir yorumu!

Değişme Var (!), Ama Nereye Kadar?

Şimdi “Tabiî Seleksiyon”un sebep kılındığı ve güçlülerin yaşamasına dayanak olacak “değişiklik”, keyfiyet veya kemiyet olarak hangi derecede veya seviyede bir değişikliktir? Hepimiz aynı insanlığın gen havuzundan (Hz. Adem ve Havva’nın genlerinden) aldığımız genetik bilgiye sahibiz. Yani hepimizin (embriyolojik anomaliler dışında) iki gözü, iki kulağı, bir burnu, beş parmağı var. Fakat hiçbirimiz (tek yumurta ikizleri dışında) bir diğer kişiye benzemiyoruz. Hepimiz insanız, ama insanlık çoğaldıkça ortaya çıkan göçler sebebiyle karşılaştığımız iklim ve çevre şartları, genetik potansiyelimizin izin verdiği ölçüde farklılaşmamıza ve ırklar hâlinde yeryüzüne dağılmamıza sebep oldu (adaptasyon ileride ele alınacak).

Fakat evrim teorisyenleri bu farklılaşmayı devam ettirip bu ırkların milyonlarca yıl içinde birbiriyle evlenip yavru veremeyecek derecede farklılaşacağını ve ayrı türler hâline geleceğini iddia etmektedir, fakat bunun gözlenmiş bir tespiti yoktur. Evrimcilerin yorumuna göre, böceklerin peşinden koşan kertenkeleler onları yakalayıp yemekteydi, fakat tesadüfen kanat geliştiren böcekler ortaya çıkınca kertenkelelerin de bazıları hayatta kalmak için kanat geliştirerek zaman içinde kuşlara dönüştüler! Tabiî bu kadar basit anlatmıyorlar. Evrime göre önce tesadüfen oluşan bir coğrafi engel ile iki popülasyon arasında iletişim kopuyor ve zamanla aynı türe ait bu iki popülasyon, farklı coğrafî şartlar sebebiyle farklılaşıyor ve birbiriyle çiftleşemez hâle gelince de ayrı tür olmuş oluyorlar.

İzolasyon adı verilen bu mekanizma tabiatta ekolojik ve coğrafi sebeplerle ortaya çıkmakta, fakat sadece aynı türe dâhil ırklar meydana gelmektedir. Siyah ırk, beyaz ırk, sarı ırk, Kızılderililer, aborijinler vs. şeklinde sayabileceğimiz insan ırkları, geçmişte ulaşım imkânlarının olmadığı dönemlerde, dünyanın çeşitli bölgelerinde izole durumda kalıp hep kendi sahip oldukları gen havuzundan aldıkları genlerin iklim şartlarına (güneş, dağ, deniz, belli gıdaların ağırlığı vs.) bağlı olarak farklı fenotiplere (genlerdeki bilginin fizyonomi olarak kendini göstermesi) sebep olmaktadır. Fakat bu farklı ırklar kendi aralarında evlendiklerinde melez dediğimiz yavruları olur ve bunlar da insan olup farklı bir maymun türüne (!) dönüşmemişlerdir.

Bir tür, mesela balık, denizdeki düşmanlarından korunmak için daha güçlü bir duruma geçmesi gerektiğinde su içinde de güçlü nesiller verebilir, ancak evrimcilerin iddiasına göre, karaya çıkarak farklı bir canlı grubunu da netice verecek kadar farklılaşabilir. Bu iddiaya rağmen yavaş yavaş kara hayatına ait özellikler kazanarak nesiller boyunca kurbağaya dönüşen balık iddiasını destekleyecek doğrudan gözleme dayanan hiçbir bir delil yoktur. Evrimciler, tabiî seleksiyonla bu tür değişiklikleri gözlemlemek için yeterli zamanın olmadığını iddia ederler. “Sınırlı ve kısa insan ömrü, evrim teorisinin ihtiyacı olan çok uzun zamana bağlı olarak, ortaya çıkabilecek faydalı bilgileri kaydedemez” şeklinde yapılan bir savunma ise, evrimin deneylerde gözlenemediği ve iddia edilen neticenin geçerli olması için “tekrarlanma” şartını yerine getirememesi gibi, bilim için gerekli temel şartı yerine getirememesi demektir.

Milyonlarca yıllık değişme süreçlerinin gözlemlenememesi, test edilememesi, tekrarlanamaması, bunların “tarihî bilim” olarak kabul edilmesi demektir. Tarihe ait olaylar nasıl laboratuvara sokulamazsa, evrimin de bilim olarak değerlendirilmesi eksiktir.

Organizmayı değiştirecek yeni bilgilerin eklenmesi ve silinmesi ile bir popülasyon değişecekse, hayalî hayat tarihi boyunca, türü teşkil eden fertlerin genom bilgi muhtevasının, tam o canlının ihtiyacı kadar artması gerekecektir. Hayatın basit bir formu olduğu iddiasıyla yola çıkan bu gen kütüphanesi, yeni eklenen bilgilerle nasıl daha kompleks bir kitap haline gelecektir? Mesela ilkokul birinci sınıfta okutulan, henüz harflerin hecelendiği bir kitap, herhangi bir yazarın müdahalesi olmadan nasıl binlerce sayfalık ansiklopedilere dönüşebilir?

Evrimin motoru kabul edilen mutasyonlar hemen hemen her genomun bilgi muhtevasında bir kayba sebep olur. Çınar ağaçlarına, balinalara, kartallara ve insana kadar her seviyedeki mükemmel varlıkların genom bilgisine, ulaşmak için basit ve tek hücreli bir organizmaya, sürekli yeni genomlar için bilgi eklenmesi gerekir. Bu nasıl mümkün olabilir? Evrimciler, “Mutasyonların bilgiyi azalttığının bilinmesinden bu yana, bütün yeni bilgiler nereden geliyor?” sorusuna cevap veremediler. Milyonlarca yıl boyunca genom kütüphanesinin bilgisinde net bir artış gerektiren evrimi, tesadüfî bir elenmenin ve mutasyonların bir sonucu olarak beklemek, akıl ve mantığa aykırıdır. Evrimin sözde mekanizması olarak görülen tabiî seleksiyon, diyelim ki canlıda o an mevcut olan özellikler üzerinde işledi, peki yeni ve daha üst derecede bir özelliği kodlayan ilave bir bilgiyi nasıl ortaya koyabilir?

Evrimciler çok sık olarak Yaratılış taraftarlarının canlılarda değişiklik olmadığına inandıklarını söylerler. Hâlbuki durum böyle değildir. Tam aksine Allah her yarattığı canlıda yeni güzellikler ve özelliklerle ne kadar sonsuz çeşitlilikte yaratabileceğini göstermektedir. Aslında biyolojik hayatta değişim olmadığını söylemek uygun olmaz. Sanki sadece bir kere bir tip yarattı ve artık onu değiştiremiyor gibi bir anlayış, Allah’ın mutlak ilim ve kudreti ile telif edilemez. Allah (celle celâluhu), sonsuz ilmi ve kudretiyle her seferinde yeni genetik varyasyonları, yani genomdaki bilgileri değiştirip yeni güzellikler sergilemektedir.

Başlangıçta elbette bir kaniş veya fino gibi çeşitli köpek ırkları yoktu, fakat köpeklerin ilk atası olan orijinal köpek türünün yaratılıştan sahip olduğu zengin çeşitlilik potansiyeli, gelecekteki inanılmaz çeşitliliği izah etmektedir. Temel genetik prensipler ve adaptasyona uygun genlerin işleyişi, başlangıçtaki bir çift köpeğin çeşitlenmesini izah edebilir.

A, B ve C genlerini, çekinik (a) ve baskın (A) karakterler olarak tanımladığımızda, mesela bir AaBbCc erkek köpek ile AaBbCc dişisi bir araya geldiğinde, yavru köpeklerdeki özellikler, 27 farklı kombinasyon (AABBCC… aabbcc) şeklinde ortaya çıkabilir. Bu üç genin sadece köpeklerin kürküne ait özellikleri için kodlandığını düşünürsek; uzun ve kalın, kısa ve ince olmak üzere birçok farklı kürk özelliğine sahip yavru köpekler meydana gelebilir. Bu köpekler dünyanın dört bir yanına göç ettikçe farklı iklimlerle karşılaşırlar. Soğuk Kuzey’in çevresine daha iyi uyanlar uzun kalın ve sık kürkleri sebebiyle hayatta kalarak seçilmiş olurlar. Sıcak iklimlere gidenler için ise bunun tam tersi doğrudur.

Bu örnekte olduğu gibi, önceden var olan bir genetik karakter giderek daha öne çıkmakta veya başka bir karakter gerilemektedir. Tabiî seleksiyonla sadece mevcut bilgilerin uygun olan kısmı seçilmiş olur, yoktan yepyeni bir özellik ilave edilmez, aksine elverişsiz genler popülasyondan çıkarıldığı için bilgi kaybına sebep olur. Mutasyonlar, genom için yeni bilgiler ekleyemezler (ileride ele alınacak).

Hayatta kalma mücadelesi aslanlar ve zebralar arasında değildir, zebra popülasyonunun içindedir. Bu özel mücadele, türler içinde değişime izin verir, bir türden diğerine değil. Tabiî seleksiyonun yeni adaptasyonlara yol açabileceğini gösteren sınırlı delil vardır, ancak geniş deliller adaptasyonların tabiî seleksiyona yol açabileceğini göstermektedir, yani tabiî seleksiyon, herhangi bir fert üzerinde harekete geçmeden önce bir adaptasyon görünmelidir.

En uygun olanı, sadece hayatta kaldıktan sonra belirleyebilirsiniz. Hayatta kalanın “en uygun” olduğu iddiasını, bazı vasıflarının o ferdi en güçlü kılmasından dolayı hayatta kaldığını görerek yapmaktayız. Bir mânâda, dairevî şekilde akıl yürütme yapılmaktır. Hayatta kalanların hayatta kalması, evrimi ispatlamak için kullanılıyorsa, bu totolojik veya dairevî bir akıl yürütmedir ve mantıklı değildir.

Güçlü olmak veya zindelik, organizmanın hayatta kalmasını ve çoğalmasını sağlayan birçok faktör tarafından kontrol edilir. En hızlı zebra sağır ve koku alma duyusu kötü olabilir. Kasları ve akciğerleri çok güçlü bir aslan da immün sistemindeki bir bozukluk sebebiyle hasta ve zayıf düşebilir. Ağzına yediği güçlü bir zebra tekmesiyle köpek dişi kırılan bir aslanın artık avlanma şansı kalmamış olabilir. Bütün bir vücuda ait toplam genlerden ortaya çıkacak kombinasyona göre bir canlı hayata uygundur veya değildir denilebilir. Uygunluğu anlamanın tek yolu, ilk neslin sahip olduğu özellikleri çok iyi incelemek ve daha sonra, art arda gelen nesillerde zaman zaman bu özelliklerin devam edip etmediğini takip etmektir.

Büyük bir balık, küçük bir balığın veya karidesin ağzından parazitleri temizlemesine izin verir ve ona dokunmaz. Küçük canlı karnını doyururken, büyük canlı ona zarar vermez, diğer düşmanları da o küçük canlıya yanaşamaz. Buna benzer birçok yardımlaşma münasebeti gibi çok sayıda kompleks davranış sisteminin işleyişi de tabiî seleksiyona aykırıdır.

Bu yazıyı paylaş