İnsanlığın İlk Muallimleri

Felsefeciler, felsefe tarihinde geçen bazı büyük şahsiyetleri “Muallim-i Evvel”, “Muallim-i Sâni” diye isimlendirirler. Bizce Muallim-i Evvel unvanına Hz. Âdem’in layık olduğunu söylemek çok daha isabetlidir. Çünkü insanın olduğu yerde ilme, muallime ihtiyaç var; gözlem ve müşahedemiz de bu ihtiyacın zaruri olduğunu gösteriyor. Zira bütün canlılar ve bilhassa hayvanlar, dünyaya muallem, yani yaşayabilmek için gerekli olan her çeşit bilgi ve maharetleri bir başka âlemde öğrenmiş olarak gelmektedir, hayata intibak için ne okula ne de öğretmene ihtiyaçları var. Yumurtadan çıkan ördek yavrusunun suya girip yüzdüğünü, harikalar harikası balın ve peteğin mühendisi olan arının, hayata gözlerini açtığı zaman mektebe değil bal toplamaya gittiğini biliyoruz. Diğer hayvanlar da böyle.

Ya insan yavrusu!

Kur’ân-ı Kerim, bu noktada insanın hayvanlarla kıyas bile edilmeyecek durumdaki aczini ve zavallılığını; “Allah sizi hiçbir şey bilmezler olarak annelerinizin karnından çıkarttı” mealindeki ayetle ifade eder (Nahl, 16/78).[1]

Şu hâlde insan hem korumacıya hem de öğreticiye muhtaç. Bu zaafımızın şuurunda olarak ilk insan Hz. Âdem’i (aleyhisselâm) düşünüp mülahaza edecek olursak onun, Yüce Yaratıcı tarafından terbiye edilip muallem (bilgilenmiş) kılınan ilk öğretici, insanlığın Muallim-i Evvel’i olduğunu anlarız. Zaten Kur’ân-ı Kerim; Allah’ın Hz. Âdem’e bütün isimleri öğrettiğini haber veriyor (Bakara, 2/31). Yani, Kâinat memleketinin Küre-i Arz beldesi, kendileri için bir saray, bir misafirhane gibi hazırlanmış olan evlatlarına yeryüzünde hayatlarının devamında, tekâmül edip medeniyet kurmalarında gerekli olan bütün ilimlerin özünü, hülasasını Hz. Âdem’e öğretmiştir. Hem beşerî hayat için gerekli hem de tekniğin tahrik ve tekâmülünde varlığı zaruri olan ve yokluğu düşünülemeyecek, tekâmülcülerin iddia ettiği gibi, elma armut toplarcasına tabiattan, çevreden devşirilemeyecek olan “iğne, çekiç, örs, gürz ve maşa” beşlisinin Hz. Âdem tarafından yeryüzüne cennetten getirildiğine dair İslamî kaynaklarda yer alan bilgi bize başka ufuklar açmaktadır.

Yani Fahr-i Âlem Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem), insanlığa gönderilen bütün peygamberlerin, öncelikli vasfının muallimlik olduğunu beyan eden “Muhakkak ki ben, ancak bir muallim olarak gönderildim” sözü, çok buudlu bir sözdür. Bir buuduyla bütün peygamberlerin bize mebde ve meadı (ilk yaratılış ve ahirette yeniden diriltilişi) ve yeryüzündeki kulluk vazifelerini öğretirken, bir diğer buuduyla da medeniyeti geliştirici yeni tekniklerin mucit ve ustaları olduklarını anlarız. Nitekim beşerî gelişmenin her bir safhası, peygamberlerden her birinin getirdiği yeni bir teknikle noktalanmış ve nurlanmıştır: İslamî an’ane, Hz. Âdem’in ziraat ve hayvancılığı, Hz. İdris’in terziliği, Hz. Nuh’un gemi yapımını, Hz. Süleyman’ın hayvanlarla konuşmasını, havada uçmasını, uzak mesafeden şimdilerde ışınlama denen tekniği hatırlatan, tamamen ilmî bir yolla eşya naklini, Hz. Davud’un demircilik ve zırh imalini, Hz. Yusuf’un saati, Hz. İsa’nın tıp ilmini geliştirdiğini kabul eder.

Resulullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Ben bir muallim olarak gönderildim” sözünün bir başka buudu daha var: O, âhir zaman peygamberidir, kıyamete kadar muallimliği devam edecektir. Getirdiği ilahî kitap Kur’ân’da önceki peygamberlere verilen mucizeler zikredilir. Bazı İslam âlimleri bu mucizelerin, insanlığa ilim yoluyla ulaşılabilecek bir gaye-i hayal (ideal) kılındığını söyler.

Asıl Önemli Olan

Nebevî öğretimin zenginlik ve çok yönlülüğü, bunlardan en önemli olanını hatırlamamıza mâni olmamalıdır. Hemen belirtmek isteriz, Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) getirdiği sistemde en önemli eğitim safhası buluğ öncesindeki safhadır.[2] Bu safha, boş levha hâlinde olan çocuk hafızasını güzelliklerle doldurma, insan ham maddesini en güzel şekilde işleyerek bu ham maddeden milliyet, din, iyilik veya kötülük sahibi şahsiyetler; çiftçiler, tüccarlar, mühendisler, kâşifler, fatihler, devlet adamları, komutanlar, sanatkârlar, âlimler, veliler, değerli şahsiyetler inşa etme safhasıdır. Bütün beşerî faziletlerin bu dönemin hakkıyla değerlendirilmesinin eseri olduğunu vurgulamak üzere, sözü cemiyet planına taşıyarak diyoruz ki:

Fıtratı ve tabiatı itibarıyla kapasite yönünden üstün veya geri bir ırk yoktur. Varlığı inkâr edilemeyen gerilikler ise, zihniyetteki eksiklik ve yanlışlıklara bağlı olarak eğitim-öğretime yansıyan aksaklık ve eksikliklerin ve bir de sistemdeki arızaların neticesidir. İyilik-kötülük, başarı-başarısızlık öğretim işinin neticesi ve eseri olunca talim sorumluluğunun ne kadar ciddi, ne kadar yüce olduğu anlaşılır.

Buluğ Öncesi Çocuk Eğitimi

Ebeveynin sorumluluğuna emanet edilmiş olan buluğ öncesi talim terbiye işi doğumla başlar, buluğa kadar devam eder. Bu safhada, buluğla birlikte, tek başına hayata atılabilmesi için gerekli olan her çeşit bilgi, beceri ve alışkanlıklar çocuğa kazandırılmalıdır: Dinî bilgi ve alışkanlıklar, ahlaki bilgiler, âdâb-ı muaşeret ve bir de meslek bilgisi ve alışkanlığı. Bunlara farz-ı ayn ilimler denir. Resulullah devrinde askerî bilgilerin de buna dâhil edildiği görülür.

Meslek bilgisinin “mutlaka öğretilmesi gereken bilgiler” arasında yer alması, İslam’ın eğitime verdiği önemi anlamada dikkat çekicidir.

Yeni sistemdeki temel eğitim, kısmen buna tekabül eder. Ne var ki temel eğitimde çocuklara meslek öğretme garantisi, (Batının aksine) memleketimizde gündemde yoktur.

İslamî temel eğitimde dinî eğitime öncelik vermek esastır. Ulema: “Çocuk, henüz dinî eğitim almamışsa sırf başka şey öğretmek için hoca tutmak caiz değildir. Aksi takdirde sonradan çevrilmesi zor olan bozuk bir yola sapma tehlikesi vardır” demiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de mealen: “Ailene namazı emret, kendin de o hususta sabırlı ve devamlı ol!” buyurmuştur (Ta-Ha, 20/132). Çocuğun bu safhada öğrenmesi gereken diğer zaruri bilgiler de olmasına rağmen Kur’ân’da sadece namazın emredilmesi, buna sağlanması gereken öncelik ve tanınması gereken önem ve ciddiyete ilahî bir uyarı olmalıdır.

Buluğ öncesinde sistemli olarak öğretimi başlatma işi sünnete göre, çocuğun konuşmaya başlaması ile evde ebeveyn tarafından ele alınmalı, 4,5-5 yaşlarındayken çocuk bir muallime verilerek devam ettirilmelidir. Batı, okullaşma yaşını gittikçe aşağılara çekerek buna yaklaşmıştır.

Bu safhada, kötü huy ve alışkanlıklardan korumak, iyi ve faydalı olan kabiliyetlerini inkişaf ettirmek, ayrıca hayata intibak etmesi, çevreye uyum sağlaması için zaruri olan bilgileri, alışkanlıkları kazandırmak gerekir.

Ayrıca meslek öğretiminin yer aldığı buluğ öncesi eğitim, insan hayatında belirleyici bir öneme sahip olduğu için dinimiz, bunu engelleyici davranışlara karşı tedbirler almıştır. Mesela velisi dışında hiç kimse çocuğa iş buyuramaz. Çocuk istismar edilemez. Yani kazancına tamah ederek, okuldan, meslek öğrenme faaliyetinden alınarak paralı işte çalıştırılamaz. Şayet çalışacak olsa, buluğa erinceye kadar, o paradan ebeveyn dahi kimse istifade edemez, yetim malı sayılır, haramdır. Çocuğun her çeşit kazancını, buluğa erdiği zaman teslim etmek üzere, eksilmesine meydan vermeden saklayıp korumak velisi üzerine bir vecibedir.

Buluğ Öncesi Eğitimde Sorumluluklar

Yukarıda, bu eğitimin çocuğa verilmesinde öncelikli sorumlunun aile reisi olduğunu söyledik. Kur’ân-ı Kerim bunun önemini, şu ayetiyle ifade eder:

“(Ey Peygamber) de ki: Muhakkak ki gerçek hüsrana ve zarara uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini hüsrana atanlardır. Haberiniz olsun apaçık hüsran işte budur” (Zümer, 39/15).

Burada, şu ifade edilmektedir: Boş bir levha hâlinde emanet edilen çocuğun iç dünyasının güzel ve faydalı şeylerle doldurulması anne ve babaya bırakılmıştır. Anne baba bunu ihmal ederek çocuğun ebedî hayatının kararmasına sebep olursa, bu durumdan da sorumlu olurlar. Bu sorumluluğun onlara düşen payı, ebedî hüsrandır. Ayetten, böylesi ebeveynlerin, çocuğa olan görevlerini ihmal etmeleri sebebiyle yaptıkları diğer ibadetlerden de bir fayda göremeyecekleri manası, anlaşılmaktadır. Zaten hadisler, kişinin, ebedî cenneti, amelleriyle değil Allah’ın lütfuyla kazanacağını belirtir. Şu hâlde bu ayetle Cenâb-ı Hak, ebedî kurtuluş lütfunu, aile efradına karşı olan vazifelerimizin yerine getirilmesi şartına bağlamış oluyor. Nitekim günümüz eğitimcileri de çocuğun yetişmesinde ebeveynin sorumluluğunu vurgulamak üzere:

“Kötü çocuk yoktur, kötü terbiye vardır. Eğer çocuk kötü ise bundan ya anne, ya baba veya her ikisi de sorumludur” demişlerdir.

Çocukların yetişmesinde ikinci sorumlu kişi öğretmenlerdir. Onlar, öğretim işini üzerlerine alınca, o boş levhayı en güzel şekilde doldurması gereken aileye bedel, anneye-babaya vekâleten bu görevi yüklenmiş olurlar. Böylesi bir sorumlulukla hareket etmeyerek çocuğun dünya ve ahiretini helake atacak bir ihmale yer verecek olurlarsa elbette, yukarıda kaydedilen ayetin şiddetli tehdidi onlara da terettüp eder.

Bediüzzaman merhum, bu noktanın önemini şöyle belirtmiştir:

“Şu zamanın dindar muallimlerine eski zamanın velileri nazarıyla bakıyorum. Çünkü eski zamanda, dinî terbiye ebeveyne verilmişti. Bu zamanda o vazife, muallimlere verilmiş. Muallimin iyisi çok iyi, fenası çok fenadır. Çünkü masum çocuklar, muallimlerine çok dikkat ederler. Âdeta mıknatıs gibi, hocalarından ne görürlerse iyiyi de fenayı da çekerler. Muallimin iyisi minare başında, kötüsü de kuyu dibindedir. Muallimler için ortası yoktur.” Yani muallim, çocuğu kurtuluşa götürecek iyi bir eğitim verirse, onun mükâfatıyla “minare başı” teşbihine uygun olarak yüce bir makama ulaşacak, ihmali sebebiyle de helakete attığı kişinin günahıyla “kuyu dibi” teşbihinde ifade edildiği üzere Allah nazarında büyük kayba uğrayacaktır.

Elbette aile, çocuğunu bir muallime vermekle Allah’a karşı sorumluluktan tamamen kurtulmuş değildir. Muallim, çocuğun talim ve terbiyesini hakkıyla yürütüyor mu, yoksa ihmal mi ediyor? Çocuk nasıl arkadaşlarla vakit geçiriyor? Kontrol ve murakabe edecek, iyi gitmiyorsa müdahale edecek, muallimle olan mukaveleyi iptal edecektir.

Dinimiz, çocuk eğitiminde, ebeveyn olmadığı takdirde mirastan pay düşen akrabalara da sorumluluk getirmiştir. İslam, hiç kimsesi olmayan veya ebeveyni olsa bile terbiye etmekten ve yetiştirmekten âciz durumda olan çocuklar için de devlet temsilcisini vazifeli kılarak eğitiminden sorumlu bir velisi bulunmayan çocuk bırakmamıştır.

Evet! Peygamberler sadece dinî meselelerde, ahlakta, gaybî bilgilerde değil, dünyevi fenlerde, maddi terakkilerde de muallimlerimizdir. Ve Resulullah, ders kitabı olan Kur’ân ve hadisleriyle insanlığa yeni ufuklar açan dersler vermeye devam ediyor.

Not: Merhum İbrahim Canan hocamızı, daha önce neşredilmemiş bu makalesi vesilesiyle rahmetle yâd ediyoruz.

Dipnotlar

 

[1] Bu ayetin dersiyle, İslam dünyasının dilinde, bidayetlerden beri, “boş bir levha” olan çocuk, John Lock’un teşbihi ile 1693’ten bu yana Batı dünyasında da aynı manada olmak üzere tabula rasa olarak bilinmektedir.

[2] Günümüzde “üniversite eğitimi,” “ihtisas eğitimi,” “yaygın eğitim” gibi tabirlerle ifade edilen buluğ sonrası eğitim, konumuzun dışındadır.

Bu yazıyı paylaş