Kur’an-ı Kerim’de ümmet olarak bahsedilen1 ve yaklaşık 2,5 milyon türü olduğu tahmin edilen hayvanlar, Rabbimizin cemal, kemal ve ihsanına ayna olurlar, ekolojik dengede önemli vazifeler görürler ve farklı hususiyetleriyle insanların istifadesine sunulurlar.
Bediüzzaman Hazretleri, mevcudatı Allah (celle celâluhu) namına sevmemiz gerektiğine dikkat çeker. Üstada göre, hayvanlara da Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarına ayna olmaları cihetiyle ibretle nazar etmek gerekmektedir. Onlara zarar vermek ise Rabbimizin isim ve sıfatlarına tercüman olan, birçok sanatla var edilmiş canlılara hasar vermek manasına gelmektedir. Mesela bir arıyı öldürdüğümüz zaman Merhameti Sonsuzun Er-Rezzâk, El-Bârî ve El-Musavvir gibi isimlerini yansıtan, vücudunda birçok fabrika taşıyan, harikulade uçuş, mimarî ve haberleşme özelliklerine sahip ve kendi içlerindeki sosyal yapısı ve çalışkanlığıyla insanlara örnek olan bir varlığı yok etmiş olmaktayız.
Aşağıda misallerini vereceğimiz hayvanların, yaratılış harikası bazı özellikleriyle dikkatleri çekmesinin yanında, her biri ayrı bir ümmet olarak ekosistemde mükemmel vazifelerle tavzif edilmiş olmalarından dolayı, Bediüzzaman Hazretlerinin bu hayvanlara bakışı manidardır.
Sinekler2
Bediüzzaman, sonbaharın sonlarını sineklerin terhisat zamanı, yani vazifelerini tamamlayan askerler gibi çekiliyorlar diye değerlendiriyor. Sineklere de vazifeli memurlar olarak bakan Üstadın “kuşçuklar” olarak bahsettiği bu canlılarla alakalı bir hatırası şöyledir: Bir gün odası sinekler için ilaçlanır, fakat onun rikkatine dokunur ve çok üzülür. Daha sonra toparlanan sinekler çamaşır ipinin üstüne sıra halinde toplanır. Sıddık Süleyman çamaşır asmak isteyince “Git çamaşırlarını başka yere ser” diyor. Süleyman Rüşdü ise işi inada bindirip latif bir şekilde “Bu ip bize lazım, onlar başka yere gitsin” diyor.
Said Nursi Hazretleri, ertesi gün seher vaktindeki derste; sinek ve karıncalardan bahseder, onların çokça yaratılmasının, onların kıymetinden ileri geldiğini söyler ve değerli kitapların çok baskı yapmasını misal verir. Onları Kitab-ı Kebiri Kâinatın (Büyük Kâinat Kitabı) birer kudret kelimesi olarak gösterir. Bu minikler taifesinin birer temizlik memuru olduğunu ve El-Kuddûs isminin yansımaları olduklarını anlatır. Hatta bazı hayvanları deniz ve karaların görevlileri diye ikiye ayırır.3 Denizlerde ve karalardaki organik atıklar, bitki ve hayvan ölüleri bu görevliler tarafından ortadan kaldırılmasa dünya yaşanmaz bir hâl alırdı.
Ayrıca Üstad, çok insan tarafından mikrop taşıyıcı diye yanlış olarak bilinen bu hayvancıkların, mikropları yiyerek ve imha ederek birçok hastalığın başlamasının ve yayılmasının önünü kestiğini anlatır. Aynı zamanda sineklerin yüzünü, gözünü ve kanatlarını temizleyerek bizlere abdest ve namazı latif bir şekilde hatırlattıklarından bahseder. Yüce Kitabımız da bu minik, çalışkan ve harikulade sanatlarla donatılmış varlıklardan şöyle bahseder: “Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de aciz, kendinden istenen de!” (Hac, 22/73).
Karıncalara da değinen Bediüzzaman, onların vazifelerinin ayaklar altında çiğnenen nimetlerin toplanması ve küçük hayvan cenazelerini ortadan kaldırmak suretiyle, çiğnenmekten ve hakaretten korumak olduğunu belirtir.
Öküz
Üstat Hazretleri, bir keresinde Erzurum’dan Van’a giderken öküz tarafından çekilen bir kızağa biner. Yolda öküzün ayağı sakatlanır ve kanamaya başlar. Hazret kızaktakileri indirmek ister, fakat onlar para verdiklerini, kızağın onları götürmesini söyler. O ise öküzün de haklarının olduğunu, kızak sahiplerinin öküzün sahibi değil mutasarrıfı olduğunu anlatır. Hayvandan bahsederken de “Öküz Efendi” diye hitap eder. Eşeklere de onların çalışkanlıklarını vurgulayarak “işlek” denilmesini isteyen Üstadımız ne kadar da latif ve nezih bir ruha sahiptir.
Kediler4
Bir dönem kedileri olan Üstadımızın bir tefekkürü: “Bir gün kedilere baktım. Yemeklerini yediler, oynadılar, yattılar. Hatırıma geldi: ‘Nasıl bu vazifesiz canavarcıklara mübarek denilir?’ Sonra gece yatmak için uzandım. Baktım, o kedilerden birisi geldi, yastığıma dayandı, ağzını kulağıma getirdi, sarih bir surette ‘Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm’ diyerek, güya hatırıma gelen itirazı ve tahkiri, taifesi namına reddedip yüzüme çarptı… Kalbime geldi… Hâlık-ı Rahîminin rahmetini kendi âleminde ilân ile nevm-i gaflette olan insanları ikaz ve ‘Yâ Rahîm’ nidâsıyla, kimden medet gelir ve kimden rahmet beklenir, esbapperestlere ihtar ediyorlar.” Yani bizim ‘mır mır’ diye algıladığımız sesler, onların Rabbimizi zikirleridir ve sürekli tekrar ederler. Bu yönleriyle de devamlı olarak insanlara Rablerini hatırlatırlar.
Köpekler5
Köpekler, bütün hayvanlar içinde sadakat ve vefalarıyla meşhurdur. Yani bu vasıflarıyla insanlara örnek olmaktadırlar. Bediüzzaman’ın meşhur talebelerinden Vanlı Molla Hamid ağabeyin köpeklerle ilgili bir hatırası şöyledir: “Bir gün ekmeğimiz bitti. Van’a almaya gittim. Dağa dönerken köpekler üzerime hücum etti, çoban yetişti, beni müdafaa etti. Yerime gittim. Üstad sordu:
- Çok yoruldun mu?
- Efendim hiç yorulmadım, fakat köpekler üzerime hücum ettiler, çoban yetişmese idi beni yutacaklardı.
Biraz aradan zaman geçti, tekrar söyledim:
- Bu hayvanlar süt içe içe olmuşlar ayı gibi, beni de yiyecektiler.
Üstad dedi ki:
- Kardeşim yeter, hayvanların gıybetini yapmaya hakkın yok. Onlar vazifelerini yapmaya mecburdurlar. Bir lokma ekmek için sahiplerine o kadar sadakat gösteriyorlar.
Bana hayvanların bir daha gıybetini yaptırmadı. Ben de yapmadım.”
İnsanların gıybetini yapanlar için ne kadar da güzel bir ders, değil mi?
Avcılık6
Bediüzzaman’ın avcılıkla ilgili düşüncesini anlatan bir anekdot şöyledir:
Abdulkadir Badıllı Ağabey iyi bir avcıydı. 1953 yılının bir Eylül günü, Üstada talebe olmak için yollara düşer. Urfa’dan kalkıp Gaziantep üzerinden Isparta’ya gelir. Heyecanla Bediüzzaman’ın yanına varır. Koşup ellerine sarılır, öpüp başına koyar.
– Merhaba, safa geldin kardeşim, otur, der Hazret ve adını sorar.
– Abdülkadir, der.
– Maşallah, der. Ben Abdülkadir ismiyle çok alakadarım. Ve birkaç gündür kimseyi kabul etmiyordum, hatta yanımdaki talebelerimi de… Bana bir şey lazım olduğu zaman yazıp kapının arkasından gönderiyordum. Fakat sen bana şifa oldun, der. Şahsî ve ailevî durumunu sormaya başlar.
– Babanın adı nedir?
– Abdurrahman efendim.
– Kaç kardeşsiniz?
– Altı erkek kardeşiz.
– Ne iş yaparsın?
– Avcılık efendim.
– Sizin orada ne gibi hayvanlar bulunur?
– Ceylan, tavşan, ördek ve keklik gibi hayvanlar bulunur efendim.
– Her ava çıktığınızda ne kadar para masraf edersiniz?
– Bazen olur ki 50 lira masraf ederiz.
Bediüzzaman bir müddet düşünür,
– Peki, der. Siz o parayla koyun keçi gibi ehlî hayvan alıp etini yeseniz daha iyi olmaz mı?
Abdülkadir, onun dilinden dökülen her kelimeyi can kulağıyla dinliyordu.
– Evet efendim, der. Daha iyi olur muhakkak. Üstattan ilk dersini alan Abdülkadir ağabey için avcılık da bitmiştir.
Kertenkele7
Molla Hamid Ağabeyin bir hatırası da şöyledir: Bediüzzaman Van’da kaldığı günlerden bir gün talebelere “Ben tesbihatımla meşgul olacağım, siz gidip gezin” demişti.
Bu gezinti sırasında bir taşın üstünde bir kertenkeleyi öldürmüştüm. Dönüşte Üstad ne yaptığımızı, nerelere gittiğimizi sordu. Ben de gezdiğimiz yerleri anlattım. Sonra da bir kertenkeleyi öldürdüğümü söyleyince, Üstad çok üzüldü. Bana: “Evini harap etmişsin!” dedi. Ben de “Bizde yedi kertenkele öldürmenin bir hac sevabı kazanacağını söylerler” dedim. Bu defa Üstad şöyle dedi: “Otur da konuşalım, kim haklı, kim haksız?”
- O hayvan sana taarruz etti mi?
- Hayır.
- O hayvanın rızkını sen mi veriyorsun?
- Hayır.
- Sen mi yarattın?
- Hayır.
- Bu hayvanların niçin yaratıldıklarını, yani fıtrî vazifelerini biliyor musun?
- …
- Bu hayvanı yaratan Hâlık senin öldürmen için mi yaratmış?
- Sana kim dedi öldür?
“Bu hayvanların yaratılışında binlerce hikmet var. Bu hikmetler saymakla bitmez. Onu öldürmekle hata etmişsin!” diye bana orada ders verdi.
Bütün canlılar, Cenab-ı Hakk’ın sonsuz ilim, kudret, irade, hikmet, kerem ve şefkat gibi sıfatlarının dokuduğu birer nakıştır. Harikulade organ, mekanizma ve sistemlere sahip olan varlıklara zarar vermekle Rabbimizin isim ve sıfatlarına ayinedarlık yapan canlılara zarar vermiş olmaktayız. Mesela, bir pire kendi vücut yüksekliğinin yüz katından fazla yükseğe sıçrayabilir. Aynı performansı gösterebilmek için 200 metre yükseğe sıçramanız gerekmektedir. Dahası pire sıçrayışlarını 78 saat, aralıksız sürdürebilir. Böceğin dış iskelet yapısı; birbirine karşı sınırlı ölçüde hareket edebilen, kitinden yapılmış, zırh gibi koruyucu, çok sayıda plakadan meydana getirilmiştir. İşte bu mükemmel yapı, sıçrayış sonrası karşılaşılan şokları emer ve etkisiz hale getirir. Pirenin gösterdiği sıçrama performansı, asıl olarak bacak kaslarının yapısına konulmuş, yay gibi esnek “resin” proteinlerinden kaynaklanmaktadır. İşte bu misal; gözle zor görülebilen minik bir canlının sadece bir hususiyetini anlatmaktadır. Hayvanatta insanoğluna örnek olacak ne kadar çok hususiyet vardır.
Dipnotlar
- “Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.” (Enam, 6/38).
- Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Yirmi Sekizinci Lem’a, Üçüncü Nükte. İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010.
- g.e., Otuzuncu Lem’a, Birinci Nükte.
- Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Birinci Dal. İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010
- Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevî-i Nȗriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 63.
- Necmeddin Şahiner, Son Şahitler Bediüzzaman Said Nursi’yi Anlatıyor. İstanbul: Nesil Yayınları, 2007.
- g.e.
Kaynaklar
- Suat Yıldırım, Kur’an-ı Kerim Meali.
- Emine Eroğlu, Kardelen YouTube Kanalı, Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf, İkinci Mebhas.
- flyingturtle.org/think/superbugs_p1.html