(Tesbih-i zeytine dair)
Böyle iltifat görmemişti habbe-i zeytin
Yûsuf medresesinde insaniyete vâslola
Meşkhânede ellerden dilleri körükleye şevkin
Kâh bu dem der kavrula, kâh der gayri n’ola
Yûsuflar aşk ile çekirdeği terbiye ede
Kâh paklar, kâh azimle duvara sürte
Narin parmakları da ânında duvar yiye
Yûsuf’un aşkı duvarı canavar eyleye
İmâmesi serzâkir, boş bırakmaz kadehleri
Göğüsler iner kalkar, “Hû” diye inler
Pîr-i Mugân sallar baş, titretir dâneleri
Serkâr-ı Aşkın od’una odun eyler
Hây Hû’su ki meşk-i tavın deminde
Çeken parmaklar helecandan tutuşa
Yürekler ağızda, çatlayacak nerdeyse
Yanan ben mi yoksa sen mi temaşa
Şirâzeyi itina ile takip ede müsebbih dâneler
Bayıltıcı dem vurdurur her bir şavkı
Gayrı dayanır mı bilemem bunca meye hâneler
Şarabına daldıkça dalar Yûsûf, dikler kadeh-i aşkı
Dâneler âteş-i aşk ile durur semâha
Her yanı yangın yeri aşkına biçilmez pâha
Yûsuf lâhûtî dönerken kalbine düşer kafa
Sicim sicim ter düşer vechine, ol dâmen-i muallâ
Hangi dert yaktı kalbini, “Af” deyip de meşk
Hangi dert şem’ine mübtelâ döne döne yandırır
Hangi dert seni eyledi sermest-i câm-ı aşk
Ol öyle dert ki rüşvâ eyler avâlime, utandırır
Hubb-u Yûsûfdan dâneye zerre miskal hub taşa
Katre-i dâne-i aşkı ânında ummâna döne
Körkütük sarhoş, nârâ atıp âteşîn aşka düşe
Nây-ı âşıkân âteşi, aşk yangınıyla körüklene
Bakanları cezbeden âdeta lâhûtî bir pencere
Ruhu var sanki sermest eder kalbi sıkar cendere
Fokur fokur kazan sanki kalb-i pare pare
Heyhat açın kapağın, taşmaya hele dil-i yâre
Seyyâreleri sâbitler muazzam seyrinde şirâzen
Âvâlimler Yâ Hay deyû devirir her bir dânen
Yûsuf’un sırdaşı ukdesine bir el veren
Ne mal idi kalb-i sâfîsindeki hediye ne hâmân
Âteş-i sûzân aşk çemberin, be hey dâneler
Sîne püryân heyhat, nazarı kayan dîvâneler
Keder kotarır sırrına âyân meyhâneler
Çatır çatır çatlar sıklet-i illetinle endâzeler