“İhtilâf-ı metâli’ sebebiyle küre üzerinde ezansız zaman yoktur.”
Zaman geçmez ki yüz binlerce kalbin vecd-i sekrânı,
Zeminden yükselip göklerde vahdetzâr-ı Yezdân’ı,
Ararken, dehşet-âkîn etmesin bir sayha vicdânı.
Ne lâhûtî sadâ “Allâhu ekber!” sarsıyor cânı…
Bu bir gülbank-i Hak’tır, çok mudur inletse ekvânı?
Bu lâhûtî sadâ çıktıkça cûşa-cûş olup yerden,
İner esrâr-ı kudret kibriyâ tavrıyle göklerden.
Bütün âheng-i hilkat yâd ederken Hakk’ı ezberden,
Vicâhî feyz alır artık o nûru’n-nûr-i ezherden:
Hüveydâ şimdi cânandır seherden, şâm-ı esmerden!
Seher vaktinde mevcûdât, nûşîn hâb içindeyken,
Bu rûhânî nevâ âfâkı mevcâ-mevc edip birden;
Muhîtin kalb-i hâmûşunda başlar bir hazin şîven.
Bakarsın her taraf zulmet, fakat bir zulmet-i rûşen!
Semâ bîdâr, her yıldız Cemâlu’llâh’a bir revzen.
—–
ihtilâf-ı metâli’: Güneşin doğuş vaktindeki farklılıklar.
vecd: Kendinden geçme.
sekrân: Sarhoş.
vahdetzâr: Birlik bahçesi.
Yezdân: Allah.
dehşet-âkîn: Dehşet dolu.
gülbank: Bir tertibe göre yüksek sesle okunan dua ve ilâhîler.
ekvân: Âlemler.
cûşa-cûş: Taşkın.
kibriyâ: Ululuk.
vicâhî: Yüz yüze olan.
ezher: Parlak.
hüveydâ: Apaçık.
şâm: Akşam.
nûşîn: Tatlı.
hâb: Uyku.
nevâ: Nağme.
âfâk: Ufuklar.
mevcâ-mevc: Devamlı dalgalanan.
hâmûş: Sessiz.
şîven: Yas, feryat.
rûşen: Parlak, âşikâr.
bîdâr: Uyanık.
revzen: Pencere.
Safahat, İstanbul: Sütun Yayınları, 2007, s. 89.