Genişleme, yayılma, içte derinleşme ve kendi tabiatını aşma mânâlarına gelen inbisat; erbabınca, şer’î hudutlar çerçevesinde, gönlün herkese açılması, tatlı dil ve güler yüzle hoşnut edilebilecek herkesin hoşnut edilmesi.. ve Allah’la münasebet açısından da havf ü reca halitası bir hâletin, insan benliğine hükmetmesinden ibarettir ki, bu seviyeye ulaşan kalbler, huzurda bulunmanın heybetiyle soluklarını yutar, huzur esintilerinin neş’e ve sevinciyle de dışarıya çıkarırlar. Nefes alırken ürperir, verirken de inşirah duyarlar.
Bu itibarla inbisatı, halkla alâkalarımız ve Hak’la münasebetlerimiz içindeki inbisat olmak üzere ikiye ayırabiliriz:
- Halkla alâkalı münasebetlerimiz içinde inbisat; Hak’la aramızdaki irtibatı koruyup-kollama kaydıyla, insanlar arasında insanlardan bir insan olarak herkesi kabul edip onlara kendi idrak ve anlayışları içinde muamelede bulunmaktan ibarettir. Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (sallallâhu aleyhi ve sellem), çevresiyle münasebetlerinde, yer yer işi latifeye vardıracak şekilde tekellüfsüz, yumuşak ve rahat davranır; hikmet dolu nükteleriyle onların havsala ve idrak seviyelerinde dolaşır ve o murakabe insanlarına tebessüm eder, tebessüm ettirir ve nefes aldırırdı. “Kalb tıpkı bir ayna gibidir. Zaman zaman ciddîlik o aynayı buğulandırabilir.. o buğuları da latif latifelerden başka bir şeyle silip aynayı cilâlamak mümkün değildir.”(Az bir tasarrufla Minhâc)
- Hak’la irtibatımız içinde inbisat; hâller üstü bir hâlle, korku ve ümidi birden ruhta yaşama ve “inbisat” halitasını soluklamadan ibarettir. Havf ü reca, nefsin hâllerinden olup, yolun başındakilerin Hak’la münasebetlerine bir unvan; tamamen ariflerin hâli olan inbisat ise, kalbî hayatın ayrı bir buudu ve gönül erlerine has bir hâlettir. İnbisat seviyesine ulaşamayanların inbisat gibi görünen hâlleri, çok defa kendilerinde hâsıl olan bir ülfet-i marifetle, temkini tahrip ve insanı Allah’a karşı suiedep sayılabilecek laubaliliklere sevk edebilir…
İnbisat; insanın cismanî arzulardan sıyrılarak ve bedenî tutkuların tesirinden kurtularak Hakk’ın isim ve sıfatlarına mücellâ (pırıl pırıl) bir ayna olma makamında zuhur eder ki –bu makama ister “cem’” ister “mahv” mertebesi diyelim netice değişmez– şahsın, Hak’tan gelen esintilerle şekillendiği ve renkler üstü renklere büründüğü sırlı bir noktadır. Bu noktaya ulaşanların inbisatı ketmetmeleri imkânsız, ulaşamayan mübtedîlerin inbisattan dem vurmaları ise küstahlıktır.
“Eğer şâhın nedimi naz ve cilve yaparsa, sen de onu yapmaya kalkma! Çünkü sen, o senede malik değilsin! Ey bu fâni âlemin kayıtlarından kurtulamayan kimse, sen mahv u sekr ve inbisatı ne bilirsin!”
Ruhun şâd olsun Mevlâna! Beden ve cesedin kulları ruhu ne bilir! Bedenin mahpusu, ruhaniyât ve ledünniyâtı ne bilir! Hak ateşi ile elli defa yanıp püryân olmuş gönüllere sormalı şak şak sinelerin derdini ve verâların rengiyle tüllenen inkıbaz ve inbisatları..!
اَللّٰهُمَّ حَبِّبْ إِلَيْنَا الْإِيمَانَ وَزَيِّنْهُ فِي قُلُوبِنَا وَكَرِّهْ إِلَيْنَا الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ وَاجْعَلْنَا مِنَ الرَّاشِدِينَ
وَصَلَّى اللهُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِه وَأَصْحَابِه أَجْمَعِينَ