Eski ile Yeninin Kucaklaşması

“Eski” ile “yeni” arasındaki mücadele, hayatın farklı alanlarında karşımıza çıkan tarihî bir gerçektir. Bazıları eskiye bağlanıp yeniyi dışlarken bazıları da yeniye kapılıp eskiyi bir köşeye atabilmektedir. Bu konudaki dengesizlik, âhengi bozup insanları birbirine düşürmektedir. Bu noktada ideal olan bakış ve duruş ne olmalıdır?

Öncelikle insan fıtratında yeni şeylere karşı bir temkin vizesi ve teyakkuz zırhı saklıdır. Bu sayede o, kontrolsüz kabulle başkalaşmaktan kurtulur, zira her yeniye kapılmak aldanmışlık, her eskiye bağlanmak ise bağnazlıktır. En mutedil ve makul olan ise vize sormaktır.

Fıtrata, yeniye karşı merak hissi kodlandığı gibi, bir denge unsuru olarak direnç duygusu da yerleştirilmiştir. Böylece bir taraftan eskiye karşı ülfet ve vefa hisleri canlı tutulurken diğer taraftan istikametin muhafazası için yenilenme istidadının da önü açılmıştır.

Aslında eski ve yeni, önüne geçilemez bir kanun olan değişim ve dönüşümün de fıtrî bir sonucudur. İnsanı eskiden yeniye yönlendiren ise bu değişim ve dönüşümün yanında ihtiyaç ve zaruret dinamikleridir. Hayatta geçerli düstur teavündür, kavga değildir. Acaba bu esas, sürekli eski ve yeni çatışması yaşayan beşer için de söz konusu olamaz mı?

Eski ile Yeni Yan Yanadır

Kâinat, eski ile yeninin kucaklaşmasını ve insicamını gösteren tablolarla doludur. Mesela her bahar, yıllanmış ağaçların dallarına asılı yeni yaprak ve meyveler müdakkik nazarlara arz edilir. Yeni filizler, eski çekirdeklerin bağrından çıkar. Her yeni mahsulün programı, eski tohumda saklıdır. Eski, âdeta yeninin mayasıdır!

Eski ile yeni, doğumların ve ölümlerin dönüm noktalarıdır. Her sabah aynada görülen sima, eskiyle yeninin bitişik bir resmidir. Her yeni gün, yenilenen bir eskidir insan… Yeni ihtiyarlar, eski dönemin gençleridir. Yeni nesiller, eskiden genç olan ebeveynlerin semeresidir. Eski doğumlar yeni ölümlere gebedir.

Kültür, gelenek ve görenekler, eskilerin yenilere bir mirasıdır. Ya eskilerin yenilere armağanı olan “tarih” için ne demeli? O öyle bir eskidir ki doğru bilinmeden, gelecekte yeni şeyler inşa etmek pek zordur. Eski yeniye referans, yeni eskiye kadirşinas oldukça nesiller arasında âhenkli bir geçiş sağlanır. Mukavemeti güçlü yeni yapılar, ancak mazi statiği üzerine bina edilebilir.

Zaman otobanında seyahat eden bütün mahlûkat, eski ve yeni sıfatlarından âzâde kalamaz. Zaman, mekân, kültür, dil, bilim, fikir ve beşerî sistemler gibi hususların eskisi de yenisi de söz konusudur.

Eski ile Yeni İzafîdir

Akan suya benzeyen zaman muvakkaten donarsa, eski ve yeni diye farklı iki kavram kalır mı? Zaman perdesi yırtılıverse, eski ve yeni sıfatlarının izafî farklılıklardan ibaret olduğu görülür. Yarına göre bugün eskidir. Düne göre ise bugün yenidir. Eski ile yeninin bir ağırlık merkezi varsa, o da bugündür. Öyleyse ne geçmiş dünle ne de meçhul yarınla yorul! Aklını kullan; tevekkülün arefesinde bugünkü sebeplerle yoğrul!

Dün, bugün ve yarın, zaman tünelinin üç durağıdır. Zaman havuzunda tam arınmadan yenilenen bazı eski şeylerin, zarfı değişse bile mazrufu aynı kalabilir. Bu yüzden her yeni şey, eskisinden ileri ve değerli değildir. Bazen yeni eskiden geridir. Maneviyat ve mânânın, kalbî ve ruhî hayatın alanlarında, her zaman her yeni, öncekinin ilerlemiş bir veçhesidir demek isabetli olmaz. Hiçbir yeni insan, yeryüzünün şeref tabloları olan nebilerin önüne geçemez, sahabenin önünde saf tutamaz.

Ruh planında, yetmiş yaşında bile genç kalmışlar, yirmisinde bile yenilenmeyip ihtiyarlayanlar yok mu?

Eskiden Yeniye Seyahat

İnsan, kendisine zerrelerden giydirilen biyolojik elbisesini, senede iki defa eskitip değiştirmiyor mu? Bu süreç, Bediüzzaman’ın, “Fıtrî meyelân mukavemetsûzdur.”[1] tespitini hatırlatıyor. “Eski hâl muhal; ya yeni hâl veya izmihlâl.”[2] ifadesi de bu vetirenin önüne set çekmenin beyhude olduğunu vurgular.

Maddenin terakkiye açık meselelerinde ve bunları alakadar eden ilmî sahalarında ise yeni, elbette eskinin daha gelişmiş bir yüzüdür. Bu sahadaki tekâmüller, içtimaî buutludur ve globaldir.

Eski alışkanlıklar bazen yeni kazanımlar için bir engeldir. “Bu gidişle onun, sizin dininizi değiştireceğinden veya ülkede anarşi çıkaracağından endişe ediyorum.”  (Mü’min, 40/26) diyerek Hazreti Musa’yı öldürmek isteyen Firavunun paranoyası, halktaki taassup ve yeniye direnç duygusunun sû-i istimaline işaret etmiyor mu?

Eski ile Yeni Arasındaki İrtibat

Her yeni rahmet damlası, eski bir bulutunun suret değiştirmesidir. İlahî icraattaki rahmete bakın ki bu dönüşümlerde muhteva cevherleri korunur. Yine öyle yeni çağlayanlar vardır ki eski bir sızıntının en sadık bir delili ve şahididir. Bunların aralarında öyle güçlü bir irtibat vardır ki bazen yeni uyanışların kaynağı, asırlık bir sedanın kulaklarda çınlayan yankısıdır.

Zamanla pekişen müşterek unsurlar çoktur. Mesela hem eski hem de yeninin kullandığı evrensel lisan mülayemettir.

Yeni insan modeli, yenilenmesi gereken kişileri çağrıştırır. Seleflere, hayırlısından yeni nesil halefler gerekir. Öyleyse gece ile gündüz misali, eski ve yeni iplerle dokunmalı hayat mekiği, ömür dantelası…

Bazı hisler vardır ki eski ile yeni arasında bağlar kurar. Vefa duygusu, yenilerden eskilere selam kaynağıdır. Eski ile dostluğu tesis eden ülfet duygusu, yerinde değerlendirilirse, yeni hikmet ve marifetler için bir rampa görevi görür.

Âtinin ihtiyacına cevap verecek yeni yiğitlere ilham kaynağı olan rol modelleri, tarihteki kahramanlardır.

Öyle mühim şeyler vardır ki kıymeti zaman geçtikçe artar. Bugün ve yarın, “sıfır”sız ve “pi”siz bir matematik düşünülebilir mi?

Mukayese mi, Mukavele mi?

Her eski tasdik, her yeni tebşir edilmez. Bazen eski tashihi, yeni de tahdidi hak eder. Yeniyi eskiyle kıyas etmek aldatıcıdır. Zira mazide harika olan, şu an bayağı olabilir.

Tekâmül vetiresinde kaynayan eskinin bir kaymağı varsa, onun adı yenidir. Yeni, eskiyi çağrıştırır. Her yenide, bir eskiye açık ya da kapalı atıf vardır. Semeresi derilen faziletli yeni nesiller, eskiden dikilen ahlak fidanlarının neticesidir.

Tövbe, eski günahları itiraf ve bağışlanma talebi olduğu kadar, yeni isyanlara kapalı durma azim ve gayretini mülahazaya almak değil midir? Hicret, eskiyi gözden çıkarmak değil, yeniyi göze almaktır; eski dostları unutmak değil, yenilerini kazanmak için bedeline katlanmaktır; eksi hatıralara yenilerini katmaktır.

Eski bir çöl, muhacirlerle yeni bir muhteşem vahaya veya yemyeşil bir eski orman, işgalcilerle yeni bir enkaz yığınına dönüşebilir. Öyleyse eski ya da yeninin birbirine rüçhaniyeti mutlak değildir. Bu konuda mukayeseden ziyade mukavele daha doğru bir yaklaşımdır.

Sözün Özü

Yeni, eskinin bir türevidir. Biri diğerinin lazımıdır. Eski ile yeninin kucaklaştığı menfezlerden nice hikmet, maslahat ve rahmet hazineleri seyredilir. Eski ve yeni, zaman terzisinin insan için diktiği yazlık ve kışlık elbise gibidir. Eski yeniyi sever ve yeni eskiye saygı duyarsa, bu ne güzel bir uyum mekiğidir böyle!

Yeni, eskinin rakibi değil refiki olmalıdır. Elbette eski de yeninin müşfik destekçisi… Bir hareketi değerlendirirken doğru bakış, öncesini ve sonrasını birlikte mülahazaya almaktır.

Yeni her şeyi almakla ve eski her şeyi reddetmekle muvazene korunamaz. Hikmete ve marifete yolculukta, “Eski mi, yeni mi?” yerine, “Hak mı, bâtıl mı?” sorusuna cevap aramak daha mantıklıdır.

Eskiye minnet ve yeniye hayret duygusu, insanın yükselmesini sağlayan iki kanattır. Aynı zamanda bu perspektif, ruhların savrulmadan terakki etmesi adına dengeli bir yaklaşımdır. Öyleyse her eski ölçüsüzce atılamaz, her yeni de mihenge vurulmadan alınamaz.

Dipnotlar

[1] Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat-Tuluat-İşarat, İstanbul: Envar Neşriyat, 2013.

[2] Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât, İstanbul: Envar Neşriyat, 1993, s. 17.

Bu yazıyı paylaş