Tedavide Deve İdrarı

Deve idrarının tedavide kullanılması ile ilgili hadis-i şerif, ilahiyatçılar ve felsefeciler arasında hep niza vesilesi yapılmıştır. Hâdisenin cereyan ettiği şartları ve bizzat yaşayan kişilerin durumlarını bilmeden, birkaç rivayet günümüz değerlendirmelerine uymuyor diye muazzam bir hadis külliyatını reddetmek ne kadar ifrat ise, hadis ilminin gerekliliklerini bilmeden her rivayeti hadis diye kabul etmek de o kadar tefrittir. Meselelere doğru yerden ve zaman faktörünü hesaba katmadan bakılınca, büyük hatalar yapılabileceği de gözden kaçırılmamalıdır.

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) sağlıklı Müslümanlara deve idrarı içmeyi emretmemiş ve içtikleri takdirde sevap kazanacaklarını da söylememiş, sadece Medine’ye gelip hastalanmış olan bir heyete, o günün ölçüleri içinde alternatifi olmayan geleneksel bir uygulama olan, deve idrarıyla birlikte sütünün içilmesini tavsiye etmiştir. Hâdisenin yaşandığı çağda farmakoloji, biyoloji ve zooloji gibi ilimlerin henüz laboratuvarlara sokulmadığını ve ilaçların “etken maddesi” şeklinde bir kavramın yerleşmediğini düşünürsek, o günkü tababet anlayışına göre, tedaviye yönelik kullanılacak her türlü nebatî veya hayvanî ürünün ağız yoluyla doğrudan alınmasından başka bir durum zaten söz konusu değildir.

Metabolizmanın son ürünlerinden olan asitli atıklar, suda erimiş olarak idrar şeklinde atılır. İçinde birçok inorganik tuz ve organik madde bulunduran bu sıvı, idrar yolu hastalığı olmayan kişilerde sterildir. Biyokimyacılar tarafından “altın sıvı” olarak görülmesinin sebebi, içinde bulunan çok sayıdaki madde ve dokuya ait faktörler sebebiyle vücut hakkında çok değerli bilgiler elde edilmesindendir. İdrarın terkibinin henüz bilinmediği bir dönemde yapılan bu uygulama, ihtisas sahibi olmayanların dilinde alay mevzusu olurken, ehl-i tahkik ve mütehassıs insanlar, bu hâdiseyi gelecekteki tıbbî gelişmeler adına, Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir müjdesi olarak değerlendirirler.

Anlatılan hâdisede, ziyarete gelen heyetin “istiska” hastalığına tutulduğu belirtilirken istiskanın, karında su toplanması ve organlarda ödem denilen şişkinliklerin oluşması şeklinde tezahür ettiği anlaşılmaktadır. Geçmişte yaşanmış bir hastalığın sebebini, bugün tam olarak söylemek zor olsa da Medine’ye gelen insanların büyük ihtimalle karaciğer fonksiyonlarını bozan viral veya bakteriyel bir enfeksiyona mârûz kaldıkları ifade edilebilir. Zira bu hâdisede tek kişiyi ilgilendiren bir hastalık söz konusu olamaz, çünkü kalabalık bir heyetin hepsinin hasta olması, akla en başta bulaşıcı bir sarılığa (hepatit) bağlı karaciğer fonksiyon bozukluğunu getirmektedir.

Üre ve Önemi

Protein sindirimi neticesinde açığa çıkan azotun bir kısmı dışkıyla, bir kısmı da üre ve ürik asit olarak idrarla atılır. Bağırsakta üretilen ve zehirli bir madde olan amonyak, ilk önce beyinde hasar yapar, fakat Rabbimizin hikmetli şefkati ile bu zehirli madde, karaciğerde zehirli olmayan ve suda kolay çözünen organik bir bileşik olan üreye dönüştürülür. Vücudumuz için çok önemli olan su ve elektrolit (inorganik tuzlar) dengesi ayarlanırken kandaki üre, glikoz, ürik asit ve amonyak gibi bileşiklerin miktarları belli sınırlar içinde tutulmalıdır. Azotlu bileşikler kanda belli bir eşik değerin üzerine çıkınca böbreklerden süzülerek atılır, ancak o eşik değerin üzerine çıkılmadığı müddetçe vücudun iç dengesi (homeostazı) için bu maddeler gereklidir. İleri derece karaciğer hastalıkları (siroz, karaciğer yetmezliği) başta olmak üzere pankreas yetmezliği, diyabet, tüberküloz, sistik fibrozis ve nadir görülen bazı sendromlarda karaciğerde üre sentezi aksarsa, kandaki üre miktarı (blood urea nitrogen, kısaca BUN), aşırı şekilde düşebilir ve zehirli bir bileşik olan amonyak atılamaz ve fazla yükselirse hasta ölüme kadar gidebilir. Ürenin sentez metabolizmasında gerekli üreaz enzimleri eksilir veya genellikle genetik sebeplerle iş göremezse üre miktarı aşırı düşebilir. Kandaki ürenin düşüklüğü, alınan proteinlerin sindirilmediğine veya yetersiz protein alındığına işarettir. Düşük proteinli diyet yapanlarda, çok su içilmese bile başka bir metabolik bozukluk veya böbrek problemi yüzünden vücutta fazla su tutulanlarda, bu denge bozulabilir. Böbrek fonksiyonlarındaki bir aksaklık sebebiyle aşırı idrara çıkma veya kadınlarda geç gebelik durumlarında üre fazla atılırsa, kandaki azot miktarı aşırı düşebilir. Karaciğer yetmezliği yüzünden kanlarında azot (BUN) konsantrasyonları hızla düşmüş ve ölüme doğru giden bir süreç başlamışsa, bu eksikliği nasıl telafi edeceksiniz?

Acil Durumda Müdahale

Günümüzdeki laboratuvar ve teşhis cihazlarının olmadığı, 1400 sene önceki bir devirde, çölde yaşayan bu hasta insanların BUN seviyesini nasıl artıracaksınız? Sarılık gibi karaciğer hastalıklarında kımıldayamayacak kadar halsiz düşen, titreme, karında şişlik, bacaklarda ödem gibi problemleri olan hastaya en acil çözüm, üreyi doğrudan içirmektir. Şayet bugünkü tıp bilgisi ve teşkilatı olsaydı, doğrudan laboratuvarda sentezlenmiş aynı işi yapan ilaçlar veya idrardan elde edilmiş çok az üreyi serum ile hastaya verebilirdiniz. Ancak ölümle burun buruna olan bir insana o anda yapılabilecek en uygun müdahale, devenin idrarını sütle karıştırıp vermek olacaktır. Ayrıca Efendimizin sidik içine süt karıştırılmasını tavsiye etmesindeki hikmet; tadını ve kokusunu bastırma dışında, beslenme bozukluğu sebebiyle ortaya çıkan protein eksikliğini telafi için, sütteki proteinle metabolizmayı desteklemek de olabilir.

Böyle bir durumdaki hastaya proteinli gıda olarak nohut, fasulye, et ve balık yedirerek kendine gelmesini temin edemezsiniz. Hastalık protein eksikliği (azotlu gıda) sebebiyle ortaya çıkmış olsa bile bu zararı ancak hastayı birkaç ay besledikten sonra düzeltebilirsiniz. Ayrıca karaciğerinde fonksiyon bozukluğu olan kimseler, istediği kadar protein takviyesi alsın, karaciğer harap olmuşsa, alınan proteinlerdeki azotu üreye çeviremez. Bu durumda kandaki azot eksikliğini sadece idrardaki üre ile yerine koyabilir ve hastanın kurtulmasına vesile olabilirsiniz. İlaç ham maddelerinden (drog) elde edilen müessir maddeleri konsantre etme imkânı olmayan bir çağda, bunun deve idrarından temin edilmesinin ne mahzuru vardır? Ayrıca çöl ortamı için yaratılmış devenin karaciğer enzimleri; deve idrarını, insan idrarından çok daha az toksik olacak şekilde sentezler.

İlaçlara Eklenen Maddeler

İdrar ilk bakışta iğrenç gelebilir, fakat ölümle burun buruna olan insanın böyle bir durumda tercih yapma şansı yoktur. Günümüzde bazı ilaçların içine katılan maddelerin bir kısmının nereden elde edildiğini araştırırsanız, bazısını ağzınıza bile sürmek istemezsiniz. Bugün de tadı çok kötü olan şurupları çocuklara ve hatta büyük insanlara bile meyve aromalarıyla tatlandırarak vermiyor muyuz?

Geleneksel Uygulamalar

Geçmişte Anadolu’nun bazı yerlerinde sarılık olmuş çocuklara, sağlıklı çocukların idrarının kompostoya katılarak verildiği konusunda kayıtlar vardır. Bugün de birçok bölgede arı sokmasına karşı, sokulan yere, içindeki amonyaktan dolayı idrar dökülerek tedavi edildiğini duymuşsunuzdur. Tabiî ki bugün eczanelerde, şişeler içinde amonyak satılırken kimse kalkıp da acil durumlar hâricinde, arı veya akrep sokmasına karşı sokulan bölgeye işeme tavsiyesinde bulunmaz. Ayrıca açlıktan ölmemek için domuz etini sınırlı bir miktarda yemeye dinen cevaz verilmişse, ölmemek için sütle karıştırılmış deve idrarı içmenin ne gibi sakıncası olabilir?

Bugün bile “Fekal Mikrobiyota Transplantasyonu” adı altında, bazı bağırsak ve sindirim sistemi hastalıklarında, bağırsak florasını düzenlemek için sağlıklı insandan alınan dışkıdaki faydalı bakteriler, ağzından sokulan ince boru ile veya tablet şeklinde yutturularak hasta kişinin bağırsağına gönderilirken itiraz etmeyenler, dışkının idrardan daha mı temiz olduğunu düşünmektedirler? Bugün Johns Hopkins Üniversitesinde ortaya konulmuş bir tedavi şeklini, yani iyileşmeyen kronik ishal rahatsızlığı için bağırsakları sağlıklı olan birisinden dışkı nakli yapılmasını, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendi dönemine ait bir üslupla söyleseydi, bu hadis inkârcıları bunu nasıl karşılardı?[1]

            İlmî Çalışmalar ve Son Gelişmeler

Deve idrarı hakkında birçok açıdan araştırmalar yapılmakta ve enteresan neticeler alınmaktadır. Mesela bir araştırmada, üç farklı devenin (bakire, emzikli ve hamile) idrarları incelenmiştir. Elde edilen sonuçlara göre, deve idrarının kanser aktive edici enzimlerin sentezini durdurduğu ve kansere sebep olan molekülü bozarak kanserin tahribatını düzeltici tesir gösterdiği belirtilmektedir.[2] Diğer bir çalışmada, deve idrarının çeşitli kanser hücrelerini öldürücü tesir yaptığı, kanserli hücrelerde apoptozu %80’den fazla tetiklediği, güçlü bir bağışıklık için immünoindükleyici aktiviteye sahip olduğu gösterilmiştir.[3]

Tümör büyümesi ve metastazı üzerindeki tesirinin incelendiği diğer bir çalışmada, iltihaplanma ve kan damarlarının gelişimi ile ilgili çeşitli faktörler (tümör nekrotizan faktörü, damar gelişimi ve tümör büyüme faktörleri) ve çeşitli parametreler açısından deve idrarının dokularda iltihaplanmalar ile kanser önleyici tesiri konusunda, tedavi edici faydalara sahip olduğu belirtilmiştir.[4] Başka bir çalışmada, dişi deve idrarı incelenmiş ve yeni ilaçların tespiti ve üretimi için son derece değerli maddeler olan 17 aktif organik bileşik tespit edilmiştir.[5] Bu sıvının, insan ve sığır idrarlarında bulunmayan güçlü bir trombosit karşıtı aktiviteye sahip olduğu ifade edilmektedir. Trombositlerin kan pıhtılaştırma özelliğini durdurma rolünü vurgulayan bir çalışmada ise, kan pıhtılaşma riski taşıyan hastalara faydalı olacağı söylenmektedir.[6]

Deve idrarından ayrılmış temiz ve steril bir aktif bileşen olan PM701’in kullanıldığı bir çalışmada, bu madde ağız yolundan deneysel tümör taşıyan hayvanlara verilmiş, ayrıca çalışmaya 21–48 yaşları arasında (erkek ve kadın) 14 sağlıklı gönüllü dâhil edilmiştir. Gönüllülerin sistemik reaksiyonlarında, karaciğer ve böbrek gibi hayatî organları üzerinde herhangi bir menfî durum meydana gelmemiş, anormallik görülmemiştir. Sadece iki hastada kolayca tedavi edilebilen hiperasidite gelişmiştir. Bu ürünün güvenli olduğu ve hangi kanser türlerinde işe yaradığı konusunda, ikinci faz denemelerine geçmeye hazırlanmışlardır.[7] Ayrıca antimikrobiyal ajan olarak hem normal şartlarda hem de yüksek sıcaklıklarda tesirli olduğu, insanlar için ciddi bir yan tesirinin olmayabileceği, yüksek sıcaklıklara ve altı hafta gibi uzun bekleme süresi gibi durumlara karşı dayanıklı olduğu, Aspergillus niger, Fusarium oxysporum mantarlarında ve Candida albicans mayasında üremeyi durdurucu yönde tesirli olduğu gösterilmiştir.[8]

Zikredebileceğimiz son çalışmaya göre, deve idrarının fare meme tümör hücresine (4T1) karşı, doza bağlı olarak tümör hücrelerini öldürdüğü belirlenmiş, metastazı önleyici potansiyeli test edilmiş ve 4T1 hücrelerinin metastaz sürecini baskılama kabiliyeti konusunda umut verici sonuçlar görülmüştür. Farelerde tedavi periyodunun sonunda, tümörlerin, kontrol grubuna kıyasla küçüldüğü gösterilmiştir.[9]

Biraz İnsaf    

Keşke idealist gençlerimizin ilim aşkıyla araştırma yaptıkları, fedakâr insanlarımızın himmetleriyle kurulan üniversiteler kapatılmasaydı ve bu araştırmaları bizler yapabilseydik. Batı’da altı asır boyunca saygı gören İbn-i Sina’nın El-Kanun fi’t-Tıb adlı kitabında da bahsi geçen deve idrarı kullanımıyla hiçbir Batılı tıp otoritesinin alay ettiğini bilmiyoruz. Zaten faydalı olmayan geleneksel tıbbî uygulamalar bir süre sonra tarih sahnesinden çekilmekte, ancak faydalı görülenler devam etmektedir. Şayet bir tedavi neticesiz olmuşsa, halkın büyük kısmı cahil bile olsa, bir uygulama yüzlerce yıl devam etmez. Zaten bugün de hiç kimseden, acil bir durum hâricinde böyle bir tedavi yapmasını beklemeyiz. Hadisin sıhhatinde bir problem yoksa, acaba burada hikmetli bir nokta olabilir mi diye, hiç olmazsa ilmî bir merak insanın içine gelmez mi? Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hakkında bu kadarcık bir hüsn-ü zan çok mudur? İlim adamlarımızın sadece biraz insaflı, hakperest ve zamanın şartlarını hesap ederek hüküm vermeleri ümidiyle…

Dipnotlar

[1] Fecal Transplantation (Bacteriotherapy): www.hopkinsmedicine.org/gastroenterology_hepatology/clinical_services/advanced_endoscopy/fecal_transplantation.html

[2] Abdulqader A. Alhaider ve ark. (2011). Camel urine inhibits the cytochrome P450 1a1 gene expression through an AhR-dependent mechanism in Hepa 1c1c7 cell line. Journal of Ethnopharmacology, 133, 184–190. Elsevier Ireland Ltd.

[3] Nujoud Al-Yousef ve ark.  (2012). Camel urine components display anti-cancer properties in vitro. Journal of Ethnopharmacology, 143/3, 11 October, 819–825.

[4] Abdulqader A. Alhaider ve ark. (2013). Camel urine inhibits inflammatory angiogenesis in murine sponge implant angiogenesis model. Biomedicine & Aging Pathology, dx.doi.org/10.1016/j.biomag.2013.10.003.

[5] Salwa M.E. Khogali ve ark. (2013). Gas chromatography mass spectrophotometry (gc-ms) analysis of female camel urine extracts. Journal of Veterinary Medicine and Animal Production, 4/1, 95–104.

[6] Abdulqader Alhaidar ve ark. (2011). The Antiplatelet Activity of Camel Urine. The Journal of Alternative and Complementary Medicine, 17/9, 803–808. Mary Ann Liebert, Inc.

[7] F. Khorshid ve ark. (2010). Dose Escalation Phase I Study in Healthy Volunteers to Evaluate the Safety of a Natural Product PM701. Journal of Pharmacology and Toxicology, 5(3): 91–97.

[8] Ahlam Al-Awadi ve Awatif Al-Judaibi (2013). Effects of Heating and Storage on the Antifungal Activity of Camel Urine. Clinical Microbiology, 3/6, 1000179.

[9] Firdaus Romli ve ark. (2017). The Growth Inhibitory Potential and Antimetastatic Effect of Camel Urine on Breast Cancer Cells In Vitro and In Vivo. Integrative Cancer Therapies, Dec 16 (4): 540-555. doi: 10.1177/153473541665605.

Bu yazıyı paylaş