Geçmiş ve Gelecek Aynaları Arasında Çağlayan

Nisan 2017’de ilk sayısı yayımlanan Çağlayan, Hizmet’in yarım asrı aşan neşir silsilesinin son halkasıdır. Kültürel mirasın canlı tutulup yeniden üretilerek nesilden nesle devri vazifesinde, Çağlayan da mesuliyetlerini yerine getirmeye gayret etmektedir.

Türkiye’deki dergi yayıncılığı tarihini incelediğimizde, Osmanlı Devleti’nde ilk derginin 1849 yılında Vaka-yı Tıbbiye ismiyle neşredildiğini görürüz.[1] Bu tarihten itibaren farklı sahalarda çok sayıda dergi yayımlanır. Dinî, manevî ve kültürel konularda, Eşref Edib’in 1908 senesinde çıkardığı Sırat-ı Müstakim (1912’den sonra Sebilürreşad), Mesnevihan Ali Fuad Efendi’nin başyazarı olduğu Cerîde-i Sûfiyye (1909), Hacıbeyzâde Ahmed Muhtar’ın sahibi ve başyazarı olduğu Muhibbân (1909), Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi tarafından 1910’da neşredilen Hikmet ve Tâhirü’l-Mevlevî, Ferid Bey ve Karahisarlı Ahmed Efendi tarafından 1920’de çıkarılmaya başlanılan Mahfil, dikkat çeken mecmualardır.[2]

Cumhuriyetten sonra da benzer konularda, Nurettin Topçu’nun (1909–1975) 1939’da neşretmeye başladığı Hareket, Necip Fazıl Kısakürek’in (1904–1983) 1943’te çıkardığı Büyük Doğu, Sezai Karakoç’un (1933–) 1960’ta yayımlamaya başladığı Diriliş, önemli mecmualar arasındadır.

Bu arada, Cumhuriyetin ilanından birkaç yıl sonra, Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur Külliyatının temel eserlerini telif etmeye başlar. Eski Said Döneminde neşrettiği eserler de daha sonra külliyata ilave edilir. Üstad Hazretlerinin eserleri, istikbaldeki mecmualar için hayatî bir kaynak olacaktır.

Üstad’ın talebelerinden Âtıf Ural (1933–1966) ve Said Özdemir (1927–2016), daha önce elle veya teksir makinesiyle çoğaltılan Sözler’i 1957 yılında, Latin harfleriyle, Ankara’da bastırır.

Genç yaşta ruhunun ufkuna yürüyen Âtıf Ural, Ankara’nın Ulucanlar mevkiinde bir gecekondu kiralamış, kanaat ve iktisat içinde gece gündüz çalışmış, taş baskı risaleleri daktilo etmiş ve Sözler, Mektubat ve Lem’alar’ın neşrine muvaffak olmuştur.

Üstad’ın “kimsenin minneti altında kalmamak” düsturuna riayet eden Âtıf Ural bir gün parasız kalır. Kitapların baskısı için himmet edilen paraya dokunması söz konusu değildir. Açlık kendisini hissettirmeye başlar. Mutfakta biraz un bulur, içine su döküp hamur haline getirdikten sonra gaz ocağında pişirerek âfiyetle yer. “Bana o kadar lezzetli geldi ki tarif edemem.” dediği rivayet edilir.[3]

Şûle

Âtıf Ural’ın ağabeyi ve Nuriye Akman’ın babası olan Mehmet Kemal Ural (1927–2016), 1962 yılında Şûle dergisini çıkarır. Sekiz sayı neşredilen derginin sloganı, “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” şeklindedir.

Kemal Ural, Şûle ile ilgili hatıralarını şu şekilde paylaşır: “Öteden beri içimde bir dergi çıkarma arzusu vardı. Gerçeğin ışığını daha dış dairelere ulaştırmak, duyurmak istiyordu. Dergi ismi olarak Zemzem diyordum hep. İnsanın son nefesinde Zemzem’e ihtiyacı var ya… Bir gün Âtıf’tan bir mektup aldım. ‘Ağabey, Zemzem’i çok söyledin, biraz da Şûle’yi terennüm et.’ diyordu. Derginin adı böyle konulmuş oldu. Karanlıkta kalmış insanın hiç olmazsa şuleye, bir anlık ışığa ihtiyacı vardı.

Şûle’ye kimseler uğramazdı. Bir isim hariç, rahmetli Nurettin Topçu. Gelir tabureye oturur, hâl hatır sorar, konuşurduk… Onunla ilk defa Bekir Berk’in yazıhanesinde tanışmıştım. Derginin kapsamı ve çıkış esprisi hakkında kendisine bilgi verdim ve Şûle’nin, özellikle hakikatin uzağında kalan gençler için çıktığını, ışıktan yoksun kalplere ulaşma çırpınışı içinde olacağını anlattım. Kapak yazılarını mümkünse yazmasını rica ettim. İlgi gösterdi; böylece yazı konusunda kendisinden söz almış oldum. Topçu, Üstad’ı Denizli’de ziyaret eden, onu takdir eden, seven bir insandı ve nerede filizlenme istidadı olan bir hamle ve atılım görse koşar, yanında yer alırdı.”[4]

Kemal Ural, dönemin şartlarına şöyle dikkat çeker: “O zamanlar kritik bir dönemdi. ‘Bediüzzaman’ yerine ‘B.N.’ veya Said Nursî yerine ‘S. Okur’[5] diyerek muazzez Üstad’ın ismini hatırlatacak şekilde yazıyordum. Çünkü isim değil; ilaçlar, deliller, burhanlar önemliydi. Şûle belki de kendi sahasında örnek bir çığır açmıştı. Kaderin programında onun o kadar yeri vardı. Son sayısının arka kapağında seslenişi şöyleydi: ‘Yeni doğuşlara hazırlanan dünyada her sabah bir başka şûle parçalayacak!’”[6]

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Şûle ile ilgili bir hatırası ise şu şekildedir: “(Risale-i Nur Külliyatından) bazı kısımlar sadeleştirilerek Şûle dergisinde neşrediliyordu. Konya’da bulunuyordum. O ayın mecmuasını alayım diye bir kitapçıya girdim. İslâmî konularla ilgili görünmeyen bir kız geldi. Heyecanla, ‘Şûle geldi mi?’ dedi. Gözlerim doldu. Sızıntı dergisini çıkarmaya o gün karar verdim.”[7]

Haziran 1963’te, sekizinci sayıyı yayımlandıktan sonra Şûle kapanır.

Gurbet

15 Mart 1965 tarihinde, İzmir İmam-Hatip Okulu Mezunları Cemiyeti, Gurbet dergisini çıkarmaya başlar. 1966’nın başında İzmir’e vaiz ve İmam-Hatip ve İlahiyata Talebe Yetiştirme Derneği’nin Kestanepazarı’ndaki yurduna müdür olarak gelen Hocaefendi’den dergi için yazı yazması istirham edilir ve dört yazısı Gurbet’te neşredilir.[8]

Hocaefendi Gurbet ile ilgili şunları ifade eder: “Derginin tahrir ve yazar heyeti içinde beşinci sınıfta okuyan Abdullah Aymaz, Mehmet Binici ve Fehmi Koru, başlarında da imam hatibi bitirmiş İhsan Emci ve Osman Eskicioğlu vardı. Daha evvel Yaşar Tunagür Hoca’ya bir iki yazı yazdırmışlar. Kaçıncı sayıdan itibaren bilemiyorum, ben de öyle aceleden karaladığım, o gün için o dergide birkaç yazım çıktı. O mecmuayı da seviyordum… Benim orada ilk yazdığım yazının adı da Gurbet idi. ‘Sen de gurbettesin.’ diye bitirmiştim. Aklımda kaldığı kadarıyla, bugünkü gibi çok tahkik, tasnif falan olmuyordu… Tabiî o sırada bir şeyler yapmaya çalıştık. Ama o da uzun ömürlü değildi ve sadece İzmir çapında çıkıyordu. İki veya üç bin ancak basılıyordu.”[9]

Gurbet 12 sayı çıktıktan sonra, 1967’de yayın hayatına son verir.

Zuhur

1976 yılında, Türkiye Öğretmenler Vakfı (TÖV) kurulur ve Ağustos–Aralık 1978 tarihleri arasında, dört sayfalık Zuhur haber bülteninin beş sayısı neşredilir.

Abdullah Aymaz, Zuhur’dan şöyle bahseder: “Toplantılarımızı ve faaliyetlerimizi öğretmenler olarak bu bültende anlatıyorduk. Hocaefendi’nin yazıları da neşrediliyordu. Son sayısında, arka sayfada, Hocaefendi’nin ‘Zuhur, yerini bir Reşha’ya bırakıyor.’ mealinde bir notu vardı… Bunun gerçek mânâsını Hekimoğlu İsmail Ağabeyimiz anladı ve ‘Hocaefendi anlaşılan yeni bir dergi çıkaracak.’ diye haber verdi. Gerçekten hemen sonra Sızıntı dergisi için kollar sıvandı.”[10]

Sızıntı

Şubat 1979 tarihinde neşredilen Sızıntı’nın ilk sayısının kapağında, İtalyan ressam Bruno Amadio’nun (1911–1981) Ağlayan Çocuk isimli tablosunun resmi kullanılır.

Sızıntı’nın ilk sayılarının tirajı 6000’dir. Haziran 2016 tarihli son sayısından (449. sayı) önce, tirajı 830.000’e kadar çıkar. Sızıntı’da fen bilimleri, beşerî bilimler, sosyal bilimler ve maneviyatla alakalı yaklaşık 7000 çalışma neşredilir.

Derginin ilk yayın heyetinde Abdullah Aymaz, Kudret Ünal, Mehmet Atalay, Zafer Ayvaz, İsa Saraç, Şerafettin Kocaman, İrfan Yılmaz ve Ahmet Özer gibi isimler yer alır. Daha sonra üniversitelerin bulunduğu şehirlerde alt heyetler kurulur. Hizmet’i ve dergiyi hazmedemeyenlerin şerrinden korunmak için müstear isimle yazmak tercih edilir. Arif Sarsılmaz, Safvet Senih, Selim Aydın, Ömer Said Gönüllü, İbrahim Refik, Muvaffak Ayvaz, Şerafeddin Alan, Hakkı İhsanoğlu, Tarık Çelik, Harun Avcı, C. Kemal Sümbül, Mustafa Karlıdağ, Fatih Bağcıoğlu, M. Sami Polatöz, Mehmet Ramazanoğlu ve Arslan Mayda gibi yazarlar, derginin muhtevasına ciddi katkıda bulunurlar.

Dr. Kudret Ünal, Hocaefendi’nin Sızıntı’nın bütün yazılarını okuduğunu, zamanının önemli bir bölümünü, dergi için telif çalışmalarına, mizanpaj için yazıların ve kapakların seçilmesine ve yayın heyetiyle görüşmelere ayırdığına şahit olduğunu belirtir.[11] Hususî sohbetlerinde Hocaefendi, Sızıntı’da neşredilen bazı yazıları iki veya üç defa okuduğunu ifade eder.

Sızıntı’nın ismi “reşha”[12] kelimesinden gelir. Buharlaşmaya hazır sızıntı ve tasavvuf ıstılahında “hikmet” anlamındaki reşha, benlikten sıyrılıp her şeyi Cenab-ı Hak’tan bilme, kendini değil O’nu gösterme, renksizlik, safiyet, mutlak acizlik ve fakirlik (muhtaç olma) ve Sahabe mesleğini çağrıştırır.

Tevazuu temsil eden ismi, eskimeyen başyazıları, derin mi derin orta sayfaları, his tufanı şiirleri, tecrübelerin kristalleştiği ölçüleri, tefekküre zorlayan yorumlu resimleri, ferdî ve içtimaî fikirlerin ve hislerin metinleştiği edebî yazıları, tevhidle aydınlanan ilmî makaleleri ve göz nuru dökülen tercüme ve araştırmalarıyla; kolektif şuur ve şahs-ı manevînin bereketi, İlâhî ilhamlar, hususî inayetler ve teşvik edici teveccühlerle Sızıntı, Nurlar’a bir basamak, Kur’ânî ve imanî hakikatlere ermeye bir vesile olur.[13]

Sızıntı, Hizmet’in uzun süre neşredilen ilk süreli yayınıdır. Yazarların yetişmesi için bir okul ve daha sonra Türk dilinde ve diğer dillerde yayımlanan dergiler için bir mikyas ve kaynak olur. 1988 yılında dinî ilimler dergisi Yeni Ümit,[14] 1991 yılında çevre dergisi Ekoloji, 1998 yılında edebiyat dergisi Yağmur[15] ve 2002 yılında çocuk, aile ve kültür dergisi Gonca[16] yayımlanır. İngilizce The Fountain,[17] Almanca Die Fontäne,[18] Rusça Noviye Grani,[19] Arapça Hira,[20] Endonezya dilinde Mata Air,[21] İspanyolca Cascada[22] ve Fransızca Ebru[23] dergileri de evrensel insanî değerleri, dünyanın dört bir yanına neşretmeye başlar.

Türkiye Öğretmenler Vakfının 1998 yılında hazırladığı bir tanıtım broşüründe Hocaefendi, Sızıntı’nın geleceğiyle alakalı şu ifadeleri kullanır: “Bugün biz daha bu işin fecrini yaşıyoruz… Bu işin bir kuşluğu var, bir öğleni var, bir de ikindisi var. İnşallah bir gün gelecek, ikindi ölçüleri içinde temsil edildiği zaman, büyük karihalı arkadaşlarımız telif yazılarıyla, araştırma yazılarıyla ve ilimler payandalı tespitleriyle devamlı dikkati çekecekler, ama biraz cehd, hatta cühd istiyor.”[24]

Çağlayan

Çağlayan dergisinin ilk sayısı, Nisan 2017 tarihinde yayımlanır. Sızıntı, Yeni Ümit ve Yağmur gibi dergilerin yayın hayatına hukuk ayaklar altına alınarak son verildiği için, Hizmet’e gönül verenlerin dinamizmi, üretkenliği, beslenmesi, ulvî hakikatlerle meşgul olması, mevcudata mânâ-yı harfiyle bakması, akıllarla vicdanların imtizacı adına, hayret verici bir hamleyle, pörsümeyen hakikatler, cedit bir kulluk neşvesi ve şevkiyle yeniden neşredilmeye başlanır.

Yeni bir dönemde, “tasrif” mülahazası ve yeni bir hedef verme gayesiyle, muhtemelen yıllar önce Sızıntı’da bahsi geçen “çağlayan” kelimelerine telmihte bulunularak hisleri ihtizaza getiren “Çağlayan” ismi tercih edilir.

Taha F. Ünal’ın 1996 yılında Sızıntı’da neşredilen makalesi manidardır: “Sızıntı sıza sıza göl oldu, belki derya oldu, çağlayanlar meydana getirdi. Ne yazık ki pek çoklarımız itibariyle onun sırlı dünyasına henüz girebilmiş ve onun zülal-i kevserinden kana kana içebilmiş değiliz… Bize düşen, onu vazife ve fonksiyonuyla anlayamamaktan kaynaklanan tenkitler değil, daha mânâlı, daha güzel ve daha coşkun Sızıntılar için çalışmak ve Sızıntımızı çağlayanlara çevirmek olmalı değil midir?”[25]

Risale-i Nur Külliyatının ve Pırlanta Serisinin şerh ve izah edilmesi, kolektif şuurun ve Hizmet ruhunun canlı kalması, müşterek vizyonun muhafaza edilmesi ve ortak tecrübelerden, birikimlerden, tahlil ve tespitlerden istifade edilerek yeni nesillere ilmî mirasın ve kültürel müktesebatın aktarılmasında, daha önce neşredilen dergiler gibi Çağlayan da önemli bir vazife eda etmektedir.

Yeniden dirilişin mektebi olan Çağlayan; okurların zihnen, kalben ve ruhen kemâle ermesine hizmet eder. Bilim ve teknoloji adına çarpıtılarak sunulan gelişmeleri gerçek veçhesiyle okuyucularına takdim eder. Tarihimize ve edebiyatımıza ait yanlış düşünceleri, makul ve nezih bir üslûpla tashih eder. Dünya barışı adına nesillere yol gösterir. Bütün insanlığa faydalı fertler haline gelmeleri, ortak problemlere çözümler sunmaları, ciddi ve kalıcı değerler üretmeleri için okurlarını teşvik eder.

Heves, icbar ve idare-i maslahat; abesle iştigal demektir. Okumak veya daha genel mânâda ilim tahsili, sadece haricî saiklerle fıtrî, daimî ve verimli olmaz. Özenti veya mecburiyetle “şakirt” olunmaz. İlme talip olanın motivasyonu enfüsten gelir. İlim ve hakikat âşıkları, nihayetsiz esrar-ı İlahiye talipleri, irfan geleneğimizi yeniden üretip gelecek nesillere miras bırakmayı vazife-i fıtrat bilen bahtiyarlar, sahih ve kalıcı işlerle meşgul olurlar. Çağlayan, latifeleri uyanık yeni nesillerin ulvî hislerini besleyen bir kaynaktır.

Çağlayan; bilimle dinin, akılla kalbin, bedenle ruhun, maddeyle mânânın, dünyayla ahiretin çatışmadığını, aksine imanî bir perspektifle bakıldığında, birbirini tamamladığını gösterir; dinden uzak bilimin, kalbsiz aklın, ruhtan gafil bedenin, mânâsız maddenin ve ahirete bakmayan dünyanın fani yüzünün tehlikelerine, çirkinliğine, çürüklüğüne ve karanlığına dikkat çeker. Hem aklın berrak yamaçlarında hem de kalbin zümrüt tepelerinde dolaşır ve dolaştırır.

Çağlayan; hakikatin güzelliğine, tenasübüne, cazibesine ve dengesine ışık tutar. Fikirleri ve hisleri yetersizlik ve aşırılık tuzaklarından korur; itidali, âhengi ve istikameti tavsiye eder.

Maddî sebepler perdedir. Görmediğini akledemeyenler, perdenin ötesine nazar edemez, zahirden hakikate geçemezler. Çağlayan; okurlarını sırların perde arkasına intikal etmeye alıştırır. Her biri birer âyet ve mektup olan mevcudata bakıp İlahî isim ve sıfatları okumayı öğretir. İman nuru ve şuurunu besler. Rabbimizin marifet ve muhabbetine ermeye ve ruhanî zevkleri tatmaya vesile olur. O’na vâsıl olma iştiyakını uyandırır.

Çağlayan hayatın ulvî gayesini nazara vererek okurları motive eder. Nihayetsiz kutsî tecelliyata ayna olabilecek insana, aşkın hedefler sunar. İçimizde çağlayan hisleri, basit ve süflî menfaatlerden uzak kalarak yerinde ve zamanında kullanmaya teşvik eder.

Yeryüzü Mirasçılarının yetişmesini mümkün kılacak beslenme kaynaklarından biri olan Çağlayan’a kendi hesabına değil, Allah’ın izni ve inayetiyle sebep olacağı inkişaflar ve yenilikler hesabına bakmakta fayda vardır. Nitekim samimi gayretleriyle ümit vadeden kardeşlerimiz, Genç Çağlayan için yaptıkları özgün çalışmalar ve dikkat çekici projelerle gelecekteki çağıltılardan haber vermektedir.[26] Zengin muhtevasıyla aile, çocuk ve eğitim dergisi Nevbahar da bu silsilenin yeni halkasıdır.[27]

Çağlayan, sadece matbu olarak değil, sesli ve dijital versiyonlarıyla ve sosyal medya için üretilen zengin içeriklerle de farklı mecralarda neşir vazifesini sürdürmektedir.

Diğer ciddi girişimler gibi, dergi yayıncılığı da emek ve sabır ister. Yazılı kültür eklemlenerek büyür. Dergiler, düşünce akımlarının ekolüdür. Dergiler yazar yetiştirme ve fikir üretme ocaklarıdır. Dergiler, yeni bir medeniyetin inşasında ve toplumun şuur seviyesinin yükseltilmesinde önemli rol oynar. Dergiler, düşünce mekteplerinin soluk alıp verme alametidir. Bir yerde bir dergi neşrediliyorsa orada aksiyon devam ediyor demektir. Bir derginin kapanması, bir düşünce mektebinin kapanmasıdır.[28]

Babanzâde Ahmet Naim Bey, “bir vaz’-ı cedidden önce, keşf-i kadime ihtiyacımız” olduğuna, yani yeni bir girişimden önce, eskiyi keşfetmemiz gerektiğine dikkat çeker.[29] Elmalılı Hamdi Efendi ise, “servet-i eslafa, servet-i ahlafı zammeylemek” (seleflerin servetini, haleflerin servetine eklemek) tabirini kullanır.[30]

Geçmiş ve gelecek aynaları arasında Çağlayan, sonsuza akan mânâlara dâyelik yapıyor.

Bahtın açık olsun.

Dipnotlar

[1] Kenan Demir, “Osmanlı’da Dergiciliğin Doğuşu ve Gelişimi (1849–1923)”, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sayı: 9, Nisan 2016, s. 73.

[2] A.g.e.

[3] Ömer Özcan, “Atıf Ural, 33 Senelik Kısa Ömrüyle Risale-i Nur Tarihine Geçti”, www.risalehaber.com/atif-ural-33-senelik-kisa-omruyle-risale-i-nur-tarihine-gecti-361264h.htm

[4] “Kemal Ural”, sorularlarisale.com/taniyanlarin-dilinden/kemal-ural; Ömer Özcan, Risale-i Nur Hizmetkarları Ağabeyler Anlatıyor-4, İstanbul: Nesil Yayınları, 2010.

[5] “Okur”, Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Soyadı Kanunu kabul edildikten sonra tercih ettiği soy isimdir.

[6] Abdullah Aymaz, “Şûle Dergisi ve Kemal Ural Ağabeyimiz”, www.samanyoluhaber.com/yazar/abdullah-aymaz/sule-dergisi-ve-kemal-ural-agabeyimiz/1289987/

[7] A.g.e.

[8] “Gurbet” (9. sayı, 1.4.1966), “İnanıyor muyuz?” (10. sayı, 1.7.1966), “Seni Anlayamadık” (11. sayı, 1.10.1966) ve “Kapına Geldik” (12. sayı, 1.1.1967).

[9] Tarık Burak, “Âşık-ı Sâdık Fethullah Gülen Hocaefendi”, fgulen.com/tr/hayati-tr/asik-i-sadik-fethullah-gulen-hocaefendi/fethullah-gulen-hocaefendinin-izmir-kestanepazari-yillari-1966-1970

[10] Abdullah Aymaz, “Suhufları ile Geldiler”, fgulen.com/tr/basindan-tr/kose-yazilari/abdullah-aymaz-zaman-suhuflari-ile-geldiler

[11] Dr. Kudret Ünal, “Hizmetin İlk Şahitleri”, 30 Haziran 2020. www.youtube.com/watch?v=DWNodmHg1j4&t=2286s

[12] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 361.

[13] Yusuf Alan, Lisan ve İnsan, İzmir: T.Ö.V. Yayınları, 1994, s. 192.

[14] Son sayı: Ocak-Şubat-Mart 2016, toplam 111 sayı.

[15] Son sayı: Mayıs-Haziran 2016, toplam 84 sayı.

[16] Son sayı: Haziran 2016, toplam 170 sayı.

[17] İlk sayı: Ocak 1993. Yayımlanmaya devam ediyor: fountainmagazine.com

[18] İlk sayı: Ocak 1998. Yayımlanmaya devam ediyor: diefontaene.de

[19] İlk sayı: Ekim-Aralık 2004, son sayı: Ekim-Aralık 2015, toplam 45 sayı.

[20] İlk sayı: Ekim-Kasım-Aralık, 2005, son sayı: Ocak-Şubat 2015, toplam 46 sayı.

[21] İlk sayı: Ocak 2014. Yayımlanmaya devam ediyor: mataair.co

[22] İlk sayı: Mart 2012, son sayı: Nisan-Haziran 2015, toplam 10 sayı.

[23] İlk sayı: Ocak-Şubat-Mart 2012, son sayı: Ekim-Kasım-Aralık 2015, toplam 16 sayı.

[24] Sızıntı Tanıtım Broşürü, İzmir: Türkiye Öğretmenler Vakfı, 1998.

[25] Taha F. Ünal, “Sızıntı’nın Dünyasından”, Sızıntı, Şubat 1996.

[26] genccaglayan.com

[27] nevbahardergisi.com

[28] Ferhat Özbadem, “İslamcı Dergiciliğin Tarihi Gelişimi”, www.kitaphaber.com.tr/islamci-dergiciligin-tarihi-gelisimi-k1461.html

[29] İsmail Kara, “Babanzâde Ahmet Naim Bey’in Modem Felsefe Terimlerine Dair Çalışmaları”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sayı: 4, 2000, s. 191.

[30] “İslamî Dergiciliğin Dünü Bugünü Yarını”, akv.org.tr/sayfa.php?detay=islami-dergiciligin-dunu-bugunu-yarini

Bu yazıyı paylaş