Tabiatı “Küstürüyor” muyuz?

Yazının başlığını okuduğunuzda şaşırmış olabilirsiniz. Ne demek “tabiatı küstürmek”? Tabiatın aklı, şuuru ve iradesi mi var ki küsecek? Anlaşılacağı gibi, buradaki kastımız mecazîdir. Tabiat bir sanatkâr olmayıp sanat eseri olduğundan, asıl sanatkâr olan Allah’ın, (celle celâluhu) rızasına ve tabiatın yaratılışındaki hikmetlere uygun olmayan davranışlar neticesinde, ekosistemde meydana gelen bozulmalar kastedilmiştir.

Tabiatın fizikî boyutu ile metafizik arka planı arasında bir münasebet olduğu konusu, geçmişten bu yana gündeme gelmiştir. Tabiatın, içinde yaşadığımız ve sebepler dediğimiz fizik-kimya kanunlarının determinist işleyişi olarak gördüğümüz yüzünde, yağmurun yağması, Güneş’in ısıtması, bitkilerin toprağın bağrında çimlenmesi, yerkabuğundaki fayların kırılması gibi görünen hâdiseler ile bunların mânâ âlemindeki veya melekût boyutundaki karşılıkları, objektif bilimin konusu olmasa da vicdan ehli ve kalbî hayatı zengin âlimler arasında hep müzakere konusu olmuştur.

Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur Külliyatı’nın pek çok yerinde,[1] ülkenin başına gelen arzî veya semâvî felâket ve musibetler ile işlenen çeşitli zulümler ve günahlar arasında bir irtibat kurmaktadır. Pozitivist ve determinist zihniyetin kısmen ağır bastığı kimseler bu kanaatimize katılmıyor olabilirler, fakat tarihten çok sayıda örnek vererek zulümlerin arttığı dönemlerde ortaya çıkan salgın hastalıkları veya büyük zelzeleleri, tsunami ve sel felaketlerini sayabiliriz. Bunların arkasında yer kabuğunun dinamiği, virüslerin yayılması ve küresel ısınma gibi jeolojik, ekolojik ve biyolojik faktörleri sebepler zinciri şeklinde ifade edebiliriz. Görünen sebep olarak bu tespitler de bir açıdan doğrudur. Fakat Allah’ın bu sebepleri perde yaparak yürüyen icraatının arkasında acaba herhangi bir muradı yok mudur? Ekosistemin fizikî olarak bozulmasında, salgın hastalıkların ve diğer âfetlerin ortaya çıkmasında, feryatları arşa çıkan masumların ve bunları duymazdan gelen dilsiz ve hissizlerin bir rolü mevcut değil midir?

 

Şehirleşme, Modernizm ve Ekosistem

Yeryüzü ekosisteminin giderek bozulduğunu hemen hemen bütün ekologlar ve çevreci kuruluşlar söylemektedir. Dünya nüfusunun yarısından fazlasının artık şehirlerde yaşaması ve buna bağlı olarak tabiattan hızla uzaklaşma, elektronik cihazlardaki artış, değişen hayat şartları, hatta çocukların oyun algılarının bile değişmesiyle bağlantılı olarak insanların tabiatla doğrudan temas fırsatları azalmaktadır. Bu sözde modernitenin kontrolsüz gelişmesi, fizikî sağlık, zihin kabiliyetleri ve ruh huzuru üzerinde menfî tesirlerle birlikte insan-tabiat münasebetinin de kesilmesine sebep olmaktadır. Küresel biyoçeşitlilik kaybına ait sinyaller, dünyanın hemen her yerinden gelmektedir.

Güya bitkileri koruma adına üretilen ziraî ilaçlar, böcek öldürücüler, hormonlar, sentetik gübreler, zehirli fabrika atıkları gibi çok sayıda unsurla kirtetilen ekosistemde, zehirlenmiş böceklerle beslenmek zorunda kalan kuşların ömürleri daha kısa olmaktadır. Suların, toprağın ve havanın kirlenmesi, Güneş patlamalarının, atmosferik ve meteorolojik hâdiselerin bazen alışılmışın dışında şiddetlenmesi, hayata beşiklik yapan ekosistemin dengelerinin bozulmasında insanoğlunun rolünü açıkça göstermesi, iklim zirveleri toplantılarında ele alınmaktadır.

Kuşların Şarkıları Bozuluyor mu?

Kuzey Amerika’daki kuş popülasyonlarındaki düşüşün, son 50 yılda üç milyar civarında olduğu tahmin edilmektedir. Hangi türlerin en büyük düşüşte olduğunu gösteren internet sitelerinde ornitologlar (kuş bilimciler) bunları listelemektedirler. Kuş topluluklarını teşkil eden türler azaldıkça, kuşların yaşadığı çevre de değişmekte, alıştığımız bahar sesleri de tarihe karışmaktadır. Hâlbuki insanın fıtratında olan tabiattaki sesler ve özellikle kuş cıvıltıları, tabiat ile irtibatımızı ve tefekkürümüzü sürdürmede çiçekler ve ağaçlar gibi önemli rolleri olan fenomenlerdir. Kuş sürülerindeki yaygın düşüşler ve belli bir bölgedeki türlerin değişmesi, tabiattaki ses desenlerinin ve akustik özelliklerin değiştiğini de ifade etmektedir.

Yok Olan Türler

Nesli azalan veya tükenen bitki ve hayvanlarla ilgili yapılan araştırmalar, yeryüzündeki canlı hayatının her yönüyle bozulmaya doğru gittiği konusunda neredeyse hemfikirdirler. İşte bunlardan enteresan bir tanesini, 2 Kasım 2021 tarihinde yayımlanan önemli bir makaleden öğreniyoruz.[2] Otuz kadar araştırmacının iştirak ettiği, bütün Avrupa ve Kuzey Amerika’yı içine alan çalışmanın yazarlarından East Anglia Üniversitesinden Simon Butler ve Catriona Morrison’un değişik dergilere verdikleri açıklayıcı özet bilgilerden birisi de 29 Kasım 2021 tarihinde The Conversation isimli dergide neşredilmiştir.[3] Bu makaleye göre, ekoloji bozuldukça kuş popülasyonları da hem dünya ölçeğinde azalmakta hem de tabiattaki ses repertuarından melodi çeşitliliği giderek eksilmektedir. Çalışılan 200.000’den fazla kuş melodisine ait istatistiklere göre, kuşlar bir taraftan sayıca azalmakta, diğer taraftan da yaratılıştan sahip oldukları melodilerin nota zenginliği zayıflamaktadır.

Hâlbuki kuşların yaratıldıkları günden bu yana aynı şarkıları söylemeleri beklenirdi. Bir an için kendinizi bir konserde farz edin ve bildiğiniz bir şarkıyı dinlerken orkestrada nefesli sazların bulunmadığını ve dolayısıyla şarkıdaki melodi zenginliğinin kaybolduğunu düşünün. Son zamanlarda kırlara veya orman içlerine gezmeye gittiğinizde, işittiğiniz kuş seslerinin eski canlılığının olmadığını fark edince, yıllardır dinlediğimiz sesler aynı tadı vermiyorsa, acaba tabiatta neler oluyor diye hiç merak etmez misiniz?

Kuş Sesleri ve Ruha Tesiri

Yapılan araştırmalar biyolojik çeşitliliğin azaldığını söyleyip yeryüzü çapında bir çevre krizi yaşadığımız belgesellerde dile getirilirken, kuş seslerinin de bu olumsuzluk kervanına katılması endişeyle karşılanmaktadır.

Tabiatın bağrında yaşadığımız bütün tecrübeleri duyu organlarımızla idrak ederiz. Elmanın tadını, kavunun kokusunu, üzümün kütür kütür sertliğini, çiçeklerin renk cümbüşünü, hep duyu organlarımızla algılarız. Ancak bunlar arasında bilhassa seslerin ayrı bir yeri vardır. Tabiattaki seslerin ruh halimize tesir ettiği, ağrıları ve stresi azaltıcı yönü olduğu konusunda birçok çalışma vardır. Yağmurun, rüzgârın, yaprakların, deniz dalgalarının ve derelerin seslerinin yaptığı tesirler konusunda frekans, ritim, şiddet ve genlik gibi ses özelliklerinin ölçülmeleriyle ruhtaki tesirleri incelenmektedir. Kuş cıvıltılarının insan ruhunda ortaya çıkardığı sürûr ve âsûde bir bahar iklimine ait tesirlere en iyi örnek, şiirlere konu olmuş bülbül sesleridir.

Ses Kayıt Teknolojisinin Açtığı Çığır

Araştırmacılara göre türlerin yaşamalarına uygun habitatlardaki bozucu değişiklikler, uzun vadede hem kuş çeşitlerinin azaldığını hem de tabiattaki ses manzarasının değiştiğini göstermektedir. Ses kayıt cihazlarının ancak 100 yıllık bir geçmişi olduğu için kuş melodilerinin arşiv şeklindeki kayıtları en fazla 70 seneliktir ve bunlar da profesyonel şekilde, frekans desenlerini elde etmeye uygun değildir. Melodilerin zaman içinde nasıl değiştiklerini takip edebilmek için, kısmen geçmişteki kayıtlardan, büyük çoğunlukla da geriye doğru 25 yıllık kayıtlardan istifade ederek ötücü kuşların geçmişteki ses repertuarlarının yeniden ses ölçüm laboratuvarlarına getirilmesi gerekmiştir.

Bülbül, İngiltere’de hızla azalan türlerden biridir.

 

Bu araştırmayı çok geniş bir sahada sürdürebilmek için teklif edilen bir proje dâhilinde, Avrupa ve Kuzey Amerika’daki 200.000’den fazla istasyonda faal olan gönüllü kuş bilimcilerinin, ilkbahar sonu ve yaz başında düzenli olarak yaptığı ölçüm ve kayıtlar toplanarak kuş türlerine ve kayıt alınan fert sayısına göre yıllık tablolar hâline getirilmiştir. İki internet sitesinden[4] alınan yıllık kuş sayısı verileri, tarihî ses desenlerini yeniden oluşturmak için kuş nağme ve şarkılarından oluşan çevrim içi bir veri tabanı olan Xeno Canto’dan 1000’den fazla türün kayıtları ile birleştirilmiştir. Öncelikle indirilen bütün ses dosyalarının 25 saniyesi kesilerek standardize edilmiş, ardından aynı türün tek tek fertlerine ait dosyalar eklenmiş, ayrıca bu türlerin toplu halde çıkardıkları sesler içinde her bir türün katkısı belirlenmiştir. Daha sonra bu ses desenlerinin akustik özellikleri, titreşimlerin enerjisi, frekansları ve zamana göre dağılımını ölçmek için tasarlanmış dört indeks kullanılarak rakamlara dökülmüştür. Bu indeksler, şarkıların kompleksliği ve aynı anda öten farklı türlerin teşkil ettiği orkestradaki enstrümanların çeşitliliği gibi özellikler, bir bütün olarak ölçülmüştür. Dr. Butler, yaptıkları tespiti, “Kuş topluluklarını teşkil eden farklı türlerin terkibindeki değişikliklerden kaynaklanan akustik çeşitliliğin ve tabiî ses desenlerinin yoğunluğunda yaygın bir düşüş bulduk.” şeklinde ifade etmektedir.

Bu spektrogram, ses enerjisinin belirli bir ses ortamına nasıl yayıldığını göstermektedir. Kuş seslerinin genliği, yani enerji veya ses yüksekliği, renklerle gösterilir. Koyu maviler daha düşük genliklere (daha hafif sesler) karşılık gelir ve pembe gibi daha parlak renkler daha yüksek genliklere (daha yüksek sesler) tekabül eder. Y ekseninde görüntülenen frekans, bir şarkının perdesi veya tonu olarak düşünülebilir.

Mecazî olarak ifade edecek olursak, tabiat orkestrası hem oyuncularını hem de enstrümanlarını hızla kaybetmektedir. Genel olarak 10.000 türle temsil edilen kuşların yaklaşık 4000 kadarı ötücü kuşlar takımından olup bunların bazıları ötmese veya karga gibi çirkin sesli de olsa belli bir sahadaki kuş topluluklarının çıkardığı sesleri bir peyzaj olarak görebiliriz. Üreme ve beslenme dönemlerine göre bazı türlere ait şarkıların belli bir yaygınlığı ve öne çıkışı olabilir. Mesela tarla kuşu (Alauda arvensis) veya bülbül (Luscinia megarhynchos) gibi zengin ve kompleks melodi dizileriyle baharda alıştığımız konserleri şenlendirenlerin kaybı, karga ve martı gibi kötü sesli kuşlara göre daha fazla tesir edecektir.

Bu araştırma, son 25 yılda Avrupa ve Kuzey Amerika’da, türlerin ve fertlerin sayısındaki düşüşle birlikte, akustik çeşitlilik ve ses desenlerinin yoğunluğunda da sürekli bir düşüş olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu kayıpların bir sonucu olarak, insanların tabiatla münasebetinin temel yollarından birinin, kronik bir gerilemede olduğunu görmekteyiz. Böylece bahar aylarında, açık bir havada, orman içinde dinlediğimiz musikinin giderek daha fakir ve daha zayıf nağmelerden ibaret, âdeta zayıflamış bir orkestranın icra ettiği müziğe dönüşmüş olduğu gösterilmiştir. Acaba kuşların ve melodilerinin azalıp cansızlaşması sadece biyolojik ve ekolojik bir netice midir? Yoksa dünyada sürdürülen acımasız zulümlerin metafizik ve manevî bir boyutu olarak insanın kendi eliyle yeryüzü ekosistemini bir kıyamete götürdüğünün habercisi midir? Bu husus üzerinde daha derin düşünmeye değmez mi?

 

Dipnotlar

[1] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 799; Emirdağ Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 29.

[2] C.A. Morrison, A.Z. Auniņš ve S.J. Butler, “Bird population declines and species turnover are changing the acoustic properties of spring soundscapes”, Nature Communications, vol. 12, article number: 6217, 2021.

[3] S.J. Butler ve C.A. Morrison, “We reconstructed birdsong soundscapes from over 200,000 places: and they’re getting quieter”, The Conversation, theconversation.com/we-reconstructed-birdsong-soundscapes-from-over-200-000-places-and-theyre-getting-quieter-171325, 29-11-2021.

[4] North American Breeding Bird Survey (www.usgs.gov/centers/eesc/science/north-american-breeding-bird-survey) ve Pan-European Common Bird Monitoring Scheme (pecbms.info).

Bu yazıyı paylaş