Goethe (1749–1832), dostu Herder’e yazdığı bir mektupta,[1] “Tanrım, Hazreti Musa’nın (aleyhisselâm) Kur’ân-ı Kerim’de geçen, ‘Ya Rabbi, genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi, çözüver şu dilimin bağını. Ta ki anlasınlar sözümü!’[2] duası ile Sana yalvarıyorum,” der.
Goethe’nin kaleme aldığı farklı türlerdeki edebî eserler, bu duasının kabul edildiğine dair bazı ipuçları verecek mahiyettedir. Bahsedilen eserlerden birisi de Faust’tur. 18 yaşında başlayıp 82 yaşında, ölümünden bir sene önce hitama erdirdiği, çok sayıda dünya diline tercüme edilen Faust, dünya klasikleri arasında yer almasının yanında, Goethe’nin dünya görüşünü, felsefî düşüncesini ve söze hâkimiyetini de ortaya koyan nadide eserlerdendir. Dolayısıyla Goethe’yi anlamanın yolu Faust’tan geçer.
Faust, tezini yeni bitirmiş çiçeği burnunda genç bir doktordur. Hukuk, felsefe, ilahiyat ve tıp ilimleri okur. Her şeyi bilmek, dünyayı anlamak, hakikati bulmak için doymak bilmez bir ihtirasla ve iştiyakla çırpınır. Doktorasını tamamlamıştır, ama manevî olarak kendisini boşlukta hissetmektedir, kalbi bir türlü itminana ermez. Bundan dolayı da sürekli arayış içerisindedir. Manevî boşluktan kurtulmanın çaresini büyü yaparak telafi etmeye çalışır. Paskalya kutlamalarının olduğu bir günde peşine takılan bir köpeğin evine kadar geldiğini fark eder, kendisi ile konuşmaya başlayınca onun köpek kılığına girmiş şeytan “Mefisto” olduğunu anlar. Mefisto “Aldatıcı” ile sohbetleri ilerler. Faust’un hâlini gören Mefisto, kendisine ruhunu satması karşılığında ona mutluluğun yolunu göstereceğini söyler. Aynı zamanda ona dünya nimetleri karşısında, “Dur, ey zaman!” dedirteceğini ifade eder. İkili bu konuda iddiaya girer. O günden itibaren Faust ve Mefisto arasında zorlu bir mücadele başlar. Şeytan kendisini aldatmak için fırsat kollar, ona dünya nimetlerini sevdirmeye çalışır. Faust’u dindar, iffetli ve fakir bir kız olan Margarete ile tanıştırır. Uzun süre kendisini aldatmak için çalışır. En sonunda şeytan, Margerete’yi mücevherlerle tuzağına düşürür. Margarete’ye yeni doğan çocuğunu boğdurur, annesini de zehirletmek suretiyle öldürtür. Faust’a da Margarete’nin abisini öldürtür. Margarete zindana atılır, tövbe eder, günlerce pişmanlık içinde gözyaşı döker. Gaipten gelen bir sesle Rahman tarafından affedildiği söylenir. Kendisini tekrar yoldan çıkarmak için zindana gelen Mefisto’nun gerçek yüzünü görür, ondan tiksinir. Faust hâlâ şeytan ile birliktedir. Siyasete girer. Saraya yerleşir. Ülkede adaletsizlik başını almış gitmiş, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet ve irtikâp hat safhadadır. Devletin hazinesi boşaltılmış, borçlar ödenemez hâle gelmiştir. Faust spekülasyonlarla ekonomiyi yolunda gösterir. Halka kendisini sevdirir, fakat burada da aradığı huzuru bulamaz. Bu defa gemiler alır, filolara sahip olur, denizaşırı koloniler kurar. Yine de vicdanı rahat değildir. Faust şeytanla olan birlikteliğine son vermek suretiyle hürriyetine kavuşacağına inanır. Şeytan, kendisine sözleşmeyi hatırlattığında yere yığılır ve dünyaya, “Gitme kal, öyle güzelsin ki sen!”[3] der. Şeytan, yerde yatan Faust’a yaklaşıp ruhunu ele geçirmek istediğinde melekler cesedini güllerle örter ve şeytanın bunu yapmasına mâni olur. Faust vefat ettiğinde 100 yaşındadır. Şeytan, Faust’un ruhuna sahip olamaz, fakat onu hileleriyle tuzağa düşürür.[4]
Goethe, Hazreti Âdem’den (aleyhisselâm) beri süregelen insan ile şeytanın mücadelesini, trajedisinde edebî bir üslupla ortaya koyar. Birçok toplumda ve inançta karşılığı olan bir olguyu eserine konu edinen yazar, iki ezelî düşmanın, dünyanın kuruluşundan bu yana devam eden çekişmesinin kıyamete kadar süreceğini, eserin bugün de elden düşmeden insanlar tarafından ilgiyle mütalaa edilmesiyle gösterir.
Diğer taraftan eserde, küçük bir adımla başlayan cürümlerin, insanı dönüşü olmayan mecralara sürüklemesi, trajik olarak ele alınırken günah sarmalından bir türlü kurtulamayan, nefsinin tesiriyle biteviye savrulan ve aldanan insana dikkat çekilir. Bunun neticesinde aradığı huzura eremeyen, gam ve kederle ruhunu teslim eden insandır trajedinin öznesi.
Goethe aslında adını, ilk olarak Genç Werther’in Acıları (1774) isimli mektup romanı ile duyurmuştur. Eser kısa sürede Avrupa’da tanınır, toplumda geniş yankı bulur, insanlar romanın kahramanı gibi giyinir. Gençler, romanın kahramanı Werther gibi intihar etmeye başlar.[5]
Şairin eserleri kadar kişiliği de dikkat çekicidir. Varlıklı ve kültürlü bir ailede, Frankfurt’ta dünyaya gelen Goethe, “İnsanoğlunun erişebileceği en büyük saadet, şahsiyet sahibi olmaktır.”[6] sözüyle aslında kendisini anlatır. O, dürüstlüğü ve karakteri ile de insanların takdirini kazanmıştır. Kendisi gibi hukukçu olan arkadaşı Christian Kestner, Goethe’yi şu sözlerle anlatır: “Hakiki bir dehaya, muazzam bir hayal gücüne sahiptir. Asil bir duruşu vardır. Baskı ve şiddette boyun eğmez. Kiliseye gitmez, şaraba batırılmış ekmekten yemez. Hristiyanlığa saygısı vardır, fakat dini din adamlarının kabul ettiği gibi kabullenmez. Çocukları sever, tertemiz seciyesi vardır. Hep hakikat peşinde koşar, çok okur.”[7]
Goethe’nin, hakikat peşinde koşması yanında, gerçekleri dillendirmekten korkmayan ilkeli ve cesur bir duruşu vardır. Avrupa’da İslam ile ilgili fikir beyan etmenin çetin olduğu bir dönemde, tetkikatlar neticesinde elde ettiği gerçekleri, tepkilere rağmen, cesurca dillendirir. Kur’ân-ı Kerim’in Cebrail aracılığı ile Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) indiğini kabul eder. 70 yaşlarında, “Kur’ân’ın semadan indirildiği bu mübarek geceyi, Goethe niçin tazimle ve hürmetle kutlamasın?” der. Goethe İncil ile ilgili olarak, “Siz benim Hristiyanlık anlayışımın nasıl olduğunu belki bilirsiniz, belki de bilmezsiniz. Günümüzde Îsâ’nın (aleyhisselâm) istediği mânâda Hristiyan kimdir acaba? Belki de sadece benim; her ne kadar sizler beni dinsiz kabul etseniz de.”[8] şeklinde düşüncelerini dile getirir.
Goethe’nin şahsiyetinin şekillenmesinde, İslam medeniyetini ve kültürünü yakından tanımada, Hâfız-ı Şirazî’nin (1317–1390) rolü büyüktür. 1814 yılında Hâfız’ın Divan’ı eline geçer. Hâfızla ilgili düşüncelerini, “Onun şiirleri üzerimde o derece tesir bıraktı ki şair karşısında başarılı olmam gerektiğini düşündüm. Hâfız’ın fikirlerini paylaşmadan kendimi alamıyordum. Konu ve fikir bakımından birçok benzerlikler ortaya çıktı. Onun karşısında benim de güçlü olmam lazım. Yoksa bu güçlü şahsiyet karşısında duramam.” şeklinde dile getirir ve Doğu-Batı Divanı’nı kaleme alır.[9]
Goethe, Doğu-Batı Divanı’nda, kendisini “ikiz kardeş” olarak nitelendirdiği Hâfız’a geniş yer verir. Hâfız’ın akıcı, sade ve etkili dili, Goethe’yi kendisine hayran bırakması yanında, fikirleri şaire ilham kaynağı olur. Hâfız, çengi nağmelerinin sanatkâra işaret ettiğini, sanatkârın kendisine Allah’ı hatırlattığını söyler. Goethe de Hâfız gibi varlığı tefekkürle insanın Allah’a ulaşabileceğine inanır. Bundan dolayı da Allah’ı tabiatta, havada, suda kısaca bütün eserlerinde görebileceğini dile getirir. Mistik yönden Hâfız’ı tertemiz bulur.[10]
Her varlıkta Allah’a giden bir yol olduğunu şiirlerinde ifade eden Goethe, âlemin gerçek ve mutlak sahibinin Allah olduğunu Rahman sûresinden[11] mülhem dile getirir. Âlem, O’nun dest-i kudretinde olmaktan bahtiyardır, zerreden küreye bütün varlık, âdeta huzur soluklamaktadır:
Doğu Allah’ındır!
Batı Allah’ındır!
Kuzey ve Güney
Onun kudretiyle huzur içindedir.[12]
Adını zulmetten alan ve Cahiliye Dönemi olarak tarihe geçen bir zamanda gelip kısa sürede dünyanın en mümtaz şahsiyetlerini yetiştiren Efendimizin (aleyhissalâtü vesselâm) kutlu yolu, Goethe’nin gözünden kaçmaz. “‘Lâ ilâhe illallah’ deyin, kurtuluşa erin.”[13] hadisine atıfta bulunarak Kutlu Mürebbi’nin (aleyhissalâtü vesselâm) cehalet karşısındaki zaferini ve terbiye yönünü sitayişle yâd eder:
Ve böylece hakkın tezahür etmesi lazım,
Ki bunu Muhammed başarmıştır,
Sadece vahdet kavramıyla,
Herkesi apaçık yenmiştir.[14]
Diğer taraftan müşriklerin Efendimize (aleyhissalâtü vesselâm) “şair” demelerine itiraz eder ve “O bir peygamberdir, şair değildir. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerim beşerî bir kitap değildir. Onun ilahî bir kitap olarak kabul edilmesi lazım.”[15] demek suretiyle hakkı teslim etme âlicenaplığını gösterir.
Goethe’nin, kendisi gibi şair olan Niyâzî-i Mısrî’ye bir şiirinde destek çıkması manidardır. Divanında Niyâzî-i Mısrî hakkında verilen fetvayı aktarır ve meseleyi şairane değerlendirir: “Niyâzî-i Mısrî’nin şiirlerinin Kur’ân-ı Kerim’e uyup uymadığı hakkında hükümdar, Şeyhü’l-İslam’dan fetva ister. Şeyhü’l-İslam şairin ne demek istediğini Allah ve kendisi bilir, biz bilemeyiz, ama şairin dediği gibi yapanlar mutlaka şiddetle cezalandırılmalıdır. İlahî vecde gelen şairleri cezalandırmak doğru değildir, şairliğine vermek gerek!” der. Goethe “Fetva” başlıklı şiirinde Şeyhü’l-İslam’a hak verir. “Allah, şairlere müstesna kabiliyet vermiştir. O bu istidadı kötüye kullanırsa cezasını Allah vermeli” demek suretiyle Şeyhü’l-İslam’ın fetvasını isabetli bulur.[16]
Sonuç
Alman edebiyatının banilerinden Goethe, ortaya koyduğu birbirinden kıymetli edebî eserlerle çağını aşan ediplerdendir. Bugün dahi eserleri ilgiyle okunur, üzerine çalışmalar yapılır. Onun edebî yönü kadar, kişiliği ve hakperest oluşu da câlib-i dikkattir. İslam’ı, kendisinden dört asır evvel gelen Hâfız’ın zengin, ufuk açıcı, nefret ettirmeyen, sevdiren, dışlamayan ve kuşatıcı eserleri ve fikirleri sayesinde tanıyan ve idrak eden Goethe, bugün Müslümanlara, özellikle de dinimizi tebliğ vazifesi icra edenlere, Batılı bir aydın olarak dikkate şâyân mesajlar verir. Diğer taraftan 21. yüzyılda medeniyetler çatışmasının konuşulduğu, bu minvalde dünyayı felaketlere sürükleyecek kaos senaryolarının üretildiği dönemden yaklaşık iki asır önce, dinimiz hakkında müspet fikir beyan etmenin kolay olmadığı bir devirde, bir Hristiyan olarak İslam mukaddesatı hakkında serdettiği fikirlerle zamanını aşan Goethe, tahkir etmeyen, dışlamayan, dostane diliyle medeniyetler ittifakına katkı sağlayabilecek önemli bir değer ve şahsiyettir.
Dipnotlar
[1] Johann Wolfgang von Goethe, Goethes Briefe, I, Norderstedt: Hansebooks, 2016, s. 132.
[2] Taha, 20/25–28.
[3] “Verweile doch, du bist so schön.”
[4] Johann Wolfgang von Goethe, Faust, ter. İclal Cankorel, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2019.
[5] Cemile Akyıldız Ercan, “Johann Wolfgang von Goethe’nin ‘Iphigenie Tauris’de’ Adlı Tragedyasının Çözümlenmesi”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 23 (4), s. 1481.
[6] Johann Wolfgang von Goethe, West-östlicher Divan, Leipzig: Insel-Verlag, 1937.
[7] Goethes Gespräche, I, Leipzig: F.W. v. Biedermann, 1911, s. 60.
[8] İslam Ansiklopedisi, “Goethe” maddesi.
[9] Melahat Özgü, “Goethe ve Hâfız”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 1, sayı: 4, 1952, s. 90.
[10] Özgü, a.g.e., s. 102.
[11] Rahman, 55/17.
[12] Altan Alperen, “Goethe İslamiyet ve Faust”, Eski Yeni, sayı 14, Yaz 2009, s. 108.
[13] Ahmed ibn Hanbel, El-Müsned, 3/492, 4/63; İbn Ebî Şeybe, El-Musannef, 7/332.
[14] Alperen, a.g.e., s. 109.
[15] Johann Wolfgang von Goethe, West-östlicher Divan, Leipzig: Insel-Verlag, 1937, s. 419.
[16] Özgü, a.g.e., s. 98.