Hizmette Ümit, Azim ve Kararlılık

Birkaç asırdan beri kaybettiğimiz değerlerimizle açılan mesafeyi kapamak çok zor olsa da bir kere daha iradelerimizin hakkını vererek yeni bir ümit ve azimle, tıpkı havariler ve Sahabe efendilerimiz gibi, yeniden ciddi bir hamle yapmalıyız.
Bugüne kadar dünyanın her yerinde insanlar; yıllar evvel ülkesini, anne baba ve sevdiklerini bırakarak birçok mahrumiyete katlanıp Hizmet adına hicret eden bu hasbîleri Hızır gibi karşıladılar. Şimdi zahiri musibet, neticesi hayır olan hâdiselerle kader, arkadaşlarımızı tahammülü zor bir kısım zorluklar ve sû-i istimallere rağmen, ilk gidenlere destek için dünyanın her yerine tohum gibi saçtı.

Bugün yeryüzünde hemen herkes böylesine samimi, fedakâr ve adanmış ruhlara ve gönüllere muhtaçtır. Onlar, her türlü mahrumiyete rağmen gittikleri ülkelerde kısa zamanda güven telkin ettiler ve Hizmet’e itibar kazandırdılar.

İmanın olmadığı kalbi, küfür işgal eder. Şefkat, merhamet ve sevginin olmadığı kalbi; gayz, kin, nefret, kıskançlık ve düşmanlık işgal eder. Binâenaleyh, ölümle sona erecek dünya ve içindekilere hayranlık duyup kalben bağlanmaktansa, insanı ve saat gibi çalışan kalbini yaratan Allah’a ve rızasına kalbi kilitlemeli, meşru dairede olma kaydıyla dünyada olanları da Allah’tan ötürü sevmeliyiz. Böylece O’nu hoşnut ve razı edecek salih amellerle ve hizmet-i imaniye ve Kur’âniye ile hâlisâne meşgul olmalıyız.
Dünyada Allah ve Resûlullah’dan (sallallâhu aleyhi ve sellem) habersiz, imandan, ahlaktan ve faziletten mahrum nice insan var. Bunlar sevgiden, insanî değerlerden yoksun durumdadırlar. Onları tutup kaldıracak fedakâr insanlara ihtiyaç vardır. Onun için müminler, kalblerini her zaman sevgiye, müsamahaya, hukuk ve insan haklarına açık tutmalı, Allah’ın sanat harikası olarak yarattığı insanları kabullenmeye, onlarla insanî değerleri paylaşmaya ve onların kabiliyetlerinin inkişafına yardımcı olup Rabbimizin tanıtılması ve sevdirilmesi mevzuunda gayret göstermelidirler.

Bugüne kadar dünyanın en büyük mürşitleri olan peygamberler, insanların önce gönüllerini kazanmışlardır. Onlar, inandıkları ve tebliğ ettikleri değerleri yaşayarak insanlara örnek olmuşlar, böylece dünya barışına ve huzuruna destek olmuşlardır. Milletlerarası kültür farklılıklarının, her zaman bir zenginlik olarak değerlendirilmesi mümkündür ve umumî sulh adına da önem arz etmektedir. Önemli olan, insanî ve manevî değerlerin korunmasıdır.
Hizmet insanları; kalbi iman ve inançla dolu, hayatı ahlak-ı İslamiye ile müzeyyen, edepli, dengeli, toplum içinde muvazene unsuru, ümitli, azimli ve kararlı olmalıdır; ifrat ve tefritten, gönül verdikleri dava uğruna, gayz, kin ve nefretten uzak durmalı, muhtaç olanlara hakikatleri duyurabilme adına, yaşamadan daha çok yaşatmayı ideal edinen, mütevazı, müsamahalı ve hasbî olmalıdırlar.
Onlar; peygamberlerle, hususiyle Efendimizle (sallallâhu aleyhi ve sellem), O’nun rahle-i tedrisinde yetişen Ashab-ı Kiram’la temsil edilen, yüce ve kutsî bir davayı, ihsan-ı ilahî olarak omuzlarında taşıyan fedakâr ve vefalı gönül erleri olarak, iman ve inancını, Hizmet anlayış ve mantığını Kudreti Sonsuz’a göre ayarlamalı, ruhunda meknuz dinamizmle varlıklarını göstermeli ve hissettirmelidir. Kaderlerini insanlığın mutluluk ve saadetine adayan bu hasbiler, ölümle sona erecek dünyanın her türlü eza ve cefasına katlanmalı, sabretmeli ve esbapta kusur etmemek kaydıyla, kaderin verdiği hükme razı olmalıdırlar.
İnançlı ve ümitli insanlar, imanları sayesinde yolunun sarp ve yokuş olduğunu baştan kabul ederler. Yaşadıkları dünyanın, kendi şartları içinde bir imtihan dünyası olduğunun farkındadırlar. O zaman ne fırtınalar ne de zelzele ve tsunamiler onları etkiler. Yazlar kışlar, geceler gündüzler, acılar tatlılar birbirini takip eder, ama onlar her mevsimde, her iklimde hep canlı, hep ümitli ve hep pırıl pırıl, ceyyit kalmasını bilirler.
Hayatını hizmet-i imaniye ve Kur’âniye’ye adayan hasbî ve fedakâr müminler; güçlü imanları sâyesinde hayatlarını aşk ve şevkle, ümit ve güvenle sürdürmenin gayreti yanında, üzüntü ve burkuntularla, gayz, kin, nefret ve iftiralarla karşılaştıkları zaman, hariçte sebepler arama yerine Müsebbil-ül Esbab olan Allah’la (celle celâluhu) irtibatını gözden geçirirler. Böylece Allah’a dayanır ve güvenirler.
Gönüllerini imanla, azimle, ümitle ve aşkla donatmış, kalb balansını ötelere göre ayarlamış ve metafizik gerilim içinde bulunanlar, Hazreti Yusuf (aleyhisselâm) gibi, hayatlarını iffet ve irade kahramanı olarak, arkadan gelenlere örnek olacak bir olgunlukla sürdürürler.
Bugün iç içe karanlığın, helâket ve felâketlerin beşeriyeti zillet ve sefalete mahkûm hâle getirdiği, insanlığın nefis ve şeytana esir olduğu bir dönemde, büyük çoğunluğu itibarıyla hayatlarının baharında yaşamalarına rağmen imanı, ümidi, azmi, aşkı ve iştiyakıyla kabına sığmayan altın bir nesil vardır ki yağmur gibi başlarına musibetler yağarken, yuvaları dağılıp aile fertleri birbirine hasret bırakılırken bile iman ve ümitlerini kaybetmeden, azim ve kararlılıkla muhtaç gönüllere hakikatleri duyurabilmek için her sıkıntıya katlanmakta, aktif sabırla aydınlık günlerin geleceğini gözlemektedirler.
Yıllar var ki harap olmuş bir memleketin, kalb ve ruhu öldürülmüş bir milletin yeniden ihyası adına, ceyyit ve cedit bir nesil bekleniyordu. Bu nesil, Anadolu’nun bağrından fışkırıp çıkmış, bütün ülkeyi sarmış ve çeyrek asırdan bugüne dişlerini sıkıp iman, ahlak, kültür ve geleneklerini koruyarak, ihlas, samimiyet, vefa ve sadakatle, Allah ve Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) yâdını, güneşin doğup battığı her yere, tatlı dil, güler yüzle duyurmaya çalışmışlar ve çalışmaya devam etmektedirler. Allah, ümitle şahlanmış bu gönülleri –inşallah- inkisara uğratmaz, uğratmasın.
Müminler gerçek mânâda inanarak, amel-i salih ile hayatlarını tezyin ederek, hakkı tutup kaldırma, onu şerefle omuzlarında taşıma gayreti içinde olmalıdırlar. Bu yolda karşılaştıkları engellere takılmadan, sabırla, metanetle, ümit, azim ve kararlılıkla, insanlığın huzuru adına, dünya barışına katkıda bulunmayı gaye edinmelidirler.
Müminler farklı metot ve sistemlerle Hakk’a hizmet edenlere karşı saygı duymanın yanında, kendi mutluluk ve huzurlarını, başkalarının mutluluk ve huzuru içinde görmelidirler. Hizmetle bütünleşen insanlar yemeyip yedirmeyi, giymeyip giydirmeyi gaye edinen, emanette emin insanlar olarak, öyle nezih bir hayat yaşamalıdırlar ki haramlar ve günahlarla niyetlerini ve rüyalarını bile kirletmemelidirler.
Müminler kıyametler kopsa bile iman ve ümitlerini kaybetmemelidirler. Bununla beraber, bir o kadar da azimli, kararlı ve dengeli yaşamayı ihmal etmemeli ve her türlü başarılarını Allah’tan bilmelidirler. Akıl ve iradesiyle sorumlu bulunduğu sebeplere riayette kusur etmeden, Allah’ın takdirine rıza gösteren, tevekkül eden ve teslim olan, muvazene unsuru bir insan olma gayreti içinde bulunmalıdırlar.
Hizmet’e gönül vermiş bütün hasbî ve fedakâr kişiler, milletin ve toplumun güvenini sarsan hiçbir faaliyette bulunmadıkları gibi, hiçbir zaman ve hiçbir yerde insanlığın huzurunu bozacak, karışık ve karanlık işler çeviren bir cemaat de olmamışlardır.

Bilakis; dünya barışına, huzuruna ve güven ortamının oluşmasına katkıda bulunma gayreti içinde, her türlü fedakârlığı gösteren bir Gönüllüler Hareketi olarak, yarım asrı aşan bir süredir hizmet vermişler ve vermeye devam etmektedirler.
Allah (celle celâluhu), insanı yüksek duygularla donatmış, istidatlı, faziletli ve ebediyete meftun bir varlık olarak yaratmıştır. Ebediyet düşüncesi, güzellik aşkı ve fazilet hissi her insanda mevcuttur. Bazı insanlar bu değerleri ölümle sona erecek dünya hayatı adına kullanırken, bazıları da ölümsüz ebedî hayatı nazara alarak bu kabiliyetlerini değerlendirmektedirler.

İnsanların ölümsüzlüğü görebilmeleri ve istidatlarının gelişmesi, Allah’ı tanımalarına, O’na iman edip emirlerine saygı duymalarına bağlıdır.

“Gönüller ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 13/28). Çünkü ruhu ihmal edilen insanın, bedeniyle hiçbir zaman tatmin edilmesi mümkün değildir. İnsanın gerçek mahiyeti, kalbinde ve ruhunda aranmalıdır.

Hakiki hayat, gönül seviyesinde sürdürülen hayattır. İnsanın gönlüyle var olması, kalbin ve ruhun derece-i hayatını idrak etmesine bağlıdır. Bu seviyede bir hayat süren insanlar, dünyada mutlu, huzurlu ve ümitle yaşamanın yanında, geleceği de Cennet bahçelerine açılan bir cadde-i kübrâ olarak görürler. O zaman o âlem için, azim ve kararlılık içinde gayret eder, huzur ve güven içinde ebedler âlemine göçer giderler.
Allah (celle celâluhu) kâinatta sırr-ı teklifin gereği olarak zıtları cemettiği gibi, insan ruhunda bir fasit daire, bir de salih daire yaratmıştır. Davranışlarıyla ruhun emrinde olan bu salih daireyi temsil eden talihliler, Allah’ın hoşnutluğuna, insanlık ve fazilete doğru yol alırlar. Bu hayatı idrak edemeyen, küfür ve dalâlet içinde bulunan talihsizler ise, ortalığı fesada vermek suretiyle, ölümden daha beter bir ruh hâleti içinde hayatlarını sürdürürler.
Hakikat ve gönül erleri, iyileri iyilikleriyle alkışlar, kötülüklere de iyilikle mukabele etmek suretiyle, nefislerine karşı sert, başkalarına karşı da yumuşak ve insanca davranarak, şefkat ve merhametle muamelede bulunurlar.
Alçak gönüllülük, hemen bütün güzel huyların anahtarı mesabesindedir. Onu elde edenler, diğer güzel huylara da sâhip olurlar. Ululuk, Zât-ı Ulûhiyetin sıfatlarından olduğu için, büyüklük taslayıp şımarıklık yapanlar, O’nun Kahhâr ismiyle yakalanır ve cezalandırılırlar.
Gerçek müminler, nefislerinin hoşlanmadığı bir muameleden, başkalarının da hoşlanmayacağını hesap ederler ve kimseyi rencide etmemeye çalışırlar. Onlar kötülük gördüğü kimseler hakkında dahi insanca davranışlardan ayrılmazlar.
Hâlis müminlerin, diğer insanlara karşı en büyük iyiliklerinden biri, onların uygunsuz davranışlarına mukabil, en makul bir yolla, onları içinde bulundukları küfür ve dalaletten, insanlık dışı tavır ve davranışlardan kurtarma gayreti içinde bulunmalarıdır.

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş