Bir Miraç Hikâyesi: Altın Kol

Yükseldi de yükseldi…

 

Izdırapla gelmiş yükseliş. Rahat yatağında yatana değil, ızdırapla iki büklüm olana nasipmiş.

14 asır öncesini hatırlatan bir dönem… O ilk kahramanların izinden gitme hayaliyle yaşayanlar, günümüzün Bilallerini, Habbablarını, Yasir ailelerini anıyor.

Zalimin zulmü azgınlaşırken fevç fevç gelenler artık Daru’l-Erkam’a sığmıyor. Boykot arttıkça Hazreti Hatice’nin (radıyallâhu anha) himmeti artıyor, bütün servetiyle beraber en nihayetinde canını da veriyor. Kayıp giden her bir yıldıza mukabil Mus’ablar, Hamzalar, Ömerler (radıyallâhu anhüm) geliyor, sayılar artıyor da artıyor.

Karanlığın tehdidi büyüdükçe Hazreti Osman’ın (radıyallâhu anh) himmeti de büyüyor; “yükleriyle birlikte yüz deve”yi iki yüze çıkarıyor. Hazreti Ömer (radıyallâhu anh) malının yarısını, Hazreti Ebubekir (radıyallâhu anh) tamamını getiriyor.

Zalim çukurlaştıkça Kâinatın Efendisinin himmeti artıyor; Burak yükseldikçe yükseliyor ve O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) dilinden “Ümmetî ümmetî!” iniltileri dökülüyor. Davetini bütün insanlığa ve bütün âlemlere duyuruyor.

***

Hamiyetperver insanların doldurduğu salonda maddî değeri belki çok az, ama manevî değerine paha biçilemeyecek eşyalar müzayedede.[1] Yükseldi de yükseldi rakamlar: Beş yüzler, binler, beş binler… Yiğitler…

İsimleri tespit edilen 793 mazlum anılıyor; tespit edilemeyen belki binlerin adına…

“İş adamı Turan Bozkaya anısına…”

Haksızca esir edilmiş ve içeride görme kabiliyetini kaybetmiş bir mazlumun çerçeve yapılmış hattı: “Ben beni unuttuğumda Sen beni yâd et.”

“Doktor Rümeysa Berrin Şen anısına…”

Esir edildiği beş yıl boyunca hiç kimsenin ziyaretine gitmediği, kendi anne babasının dahi arayıp sormadığı bir yiğit kadının yaptığı bez bebek…

“Fizik öğretmeni Dilek Aksoy anısına…”

İçeride en basit ihtiyaçlardan bile mahrum edilen bir Hizmet gönüllüsünün, yan koğuşlardaki katil ve hırsızlardan rica ederek yaptırdığı tahta bir gemicik…

“Gazeteci Mevlüt Öztaş anısına…”

Yine bir mazlum annenin, hasret kaldığı kızı için ördüğü bir mutfak önlüğü…

“Sınıf öğretmeni Atilla Yalçıntaş anısına…”

Asrın dertlisinin odasını yıllarca süslemiş “Sabr” yazılı altın renginde bir rölyef…

“Yönetmen Fatih Terzioğlu anısına…”

Nabızlar gittikçe yükseldi; yükseldi de yükseldi. Gönüller hüzünlendi, gözyaşları döküldü, himmetler ise arttıkça arttı.

“Prof. Dr. Haluk Savaş anısına…”

***

Altın gönüller…

Amerikalı bir dost çıkıyor sahneye. Onun dilinden işte bir mazlumun başından geçenler:

“Türkiye’de bulunduğumuz yıllarda bütün çevremiz, Hizmet’ten arkadaşlardan oluşuyordu. Çocuklarımız Hizmet okullarında okudular. Coşkun, Kasımoğlu… Şimdi bir kızım evleniyor. Damat da Amerikalı, ama kız istemeye geldiklerinde damada Türk kahvesi ikram ettik. Dört yıldır yazıştığım bir arkadaşım var. Kendisi ve kocası Orta Asya’da Hizmet okullarında öğretmendi. Yaz tatilinde ailesini ziyaret geldiğinde hemen gözaltına aldılar. Daha sonra ev hapsine çıktı. Orta Asya’daki eşi, güvenliğinden endişe ederek Avrupa’da bir ülkeye geçti ve ilticaya başvurdu. Fakat aradan geçen uzun yıllar arkadaşıma dayanılmaz gelmişti. Bir gün mesajında, ‘Oğlum babasını görmeye gidiyor.’ diye yazınca şaşırdım. ‘Nasıl olacaktı ki bu?’ Daha sonra kendisinin Yunanistan’a geçmeye çalışacağını, oğlunu da uçakla babasının yanına göndereceğini anladım.

 Meriç…

Karşıya varmak üzereydiler, ama delinen botlarının havası iyice azalmıştı. Çok az bir mesafe kala bot tamamen söndü ve bir anda buz gibi Meriç’in sularında buldu kendisini. Gurbette bekleyen sevgili eşi, uçağa emanet ettiği evladı, geride bıraktığı vatanı bir an zihninden geçiverdi. Bu dünya serüveni buraya kadarmış dediği ve kaderine teslim olduğu bir anda ‘Ya Rab, kurtar beni!’ diye haykırıverdi. Derken, ister inanın ister inanmayın, yukarıdan altın renginde bir kolun suya daldığını gördü; kol ona uzandı ve tutup çıkardı. Suyun karanlıkları arasından yükseldi de yükseldi ve çıktı sahil-i selamete.”

“Öğretmen Halime Gülsu anısına…”

Amerikalı dostun eşi alıyor mikrofonu bu kez ve yaşanan zulmü özetliyor:

“Türkiye’de bu zulüm başlayınca, olan bitenlere bir anlam veremedim. İngilizcede bir deyim vardır: ‘Yüzüne kızıp burnunu kesmek.’ Türkiye bu zulümle sadece burnunu değil, âdeta sağ kolunu da kesiyor.”

Ülke insanını karanlıklardan çıkarıp yükseltmeye çalışan bir koldu kesilen.

Hemen hepsi kariyerli, mesleklerinde en önde öğretmenler, doktorlar, yazarlar… Bugünkü rejimin zulmüne mârûz kalmak için bütün vasıfları haiz masumlar!

“Polis memuru Zekeriya Altınok anısına…”

***

Boykot altında, açlık ve zulümle geçen seneler… En yakınlarını kaybetmişti. Çocukluğundan beri ona kol kanat geren amcası Ebu Talib; varını yoğunu onun yoluna vermiş sevgili eşi Hazreti Hatice (radıyallâhu anha). Hüzün senesi ve Taif’teki zulüm… Izdırapla sığındığı Kabe’nin sinesinde iken açılan gök kapıları, Hazreti Cebrail ve yanında Burak… Altın bir kâse içinde bir kalb ameliyatı ve iman ve hikmetle arınma. Burak’la bir hamlede Mescid-i Aksa’ya, sonrasında altınla kaplı bir kubbenin süsleyeceği mübarek mekâna. Oradan da öteler ötesine bir seyahat için yükseldi de yükseldi, yükseldi de yükseldi…

“Prof. Dr. İbrahim Erkul anısına…”

Miraç Şehsuvarı’nın peşine takılan yiğitler yine sahnede. Yüksek bir meblağ ile alınan altın rengindeki rölyef, altın renginde kolun hikâyesini anlatan Amerikalı dostlara hediye…

Altın gönüller, Altın Nesli hayal edenler…

Dipnot

[1] twitter.com/silencedturkey/status/1497926766962384902 (Advocates of Silenced Turkey – Susturulan Türkiye’nin Savunucuları), “Kaybedilen 793 canı asla unutmayın” başlıklı anma programı, New Jersey, 24 Şubat 2022.

Bu yazıyı paylaş