Tespihler türlü türlüdür, yalnız bir çeşidi var ki her tanesine, dört duvar arasının bütün çaresizliği, sancısı, hasreti siniverir: Zeytin çekirdekli tespihler…
Her sayılı zeytinden kalanın nasibi değildir bir tespih olabilmek. Küçükler, çok iriler, şekli bozuklar ayrılıp diğerleri konur güneşin altına. Güneş de sadece temmuz güneşidir ki her daim ne yakıcılığı tükenir ne de eziyeti.
Çekirdeğin bile küçüğüne, bozuk olanına dokunulmazken yüzlerce küçüğün, hastanın, yaşlının temmuz ateşinde yakılması; gönül taşıyana, vicdanı olana ayrı bir ızdıraptır. Nemrutların bitmediğine ayrı bir delil…
Kimse düşünmez matkabın, zımparanın hiçbir âlet edevatın olmadığı yerde o sert çekirdek nasıl delinir diye. Zeytin çekirdeğinin ucu sürtülür avludaki betona; bir defa, iki defa, on defa, yüzlerce defa… Eski zaman mahpuslarının geçen her günü duvara çiziktirmesi misali, sanki geçen her saat çizilir soğuk betona. Aynı anda onlarca çekirdek, bir arı kovanının vızıltısıyla doldurur âdeta küçücük avluyu. O ses belki de zeytin çekirdeğinin duasıdır, kim bilir…
Taş gibi çekirdek direnir önce, sonra sürtüne sürtüne rıza yoluna giriverir, o çilenin değmediklerinin yeri ise çoktan çöpün dibidir. Çekirdeği tutanın eli yorulur, uyuşur bazen. Bazen parmakları da nasibini alır betonun hışmından ve kanar. Bazen de dayanamaz çekirdek, kırılıverir tam da delik vermişken nasibine ayaz düşüp de kırılıveren fidanlar gibi.
Demir kapı gıcırdayıp da kantinden sipariş edilen tespih ipi nihayet gelince, artık vuslat vakti gelir sabır tanelerinin, birkaç tanesi birleşip imame olur, eğer sayıları 99’u bulmuşsa, kimi de nişane.
Mahpushane tespihi artık hazır olmak üzeredir. İpe defalarca düğüm atılır imamenin hemen üzerinden. Kimi düğümden sonraki ipi biraz daha uzun tutup imamenin püskülüne de birkaç küçük zeytin çekirdeği daha konduruverir, kaç tane zeytin gözlü bekliyorsa kendisini. Bu en küçüğü temsil eder, bu ortancayı… Ah çocuklar, niye hiç bırakmazsınız ki anne babaları.
Zaman kezzabının donup kaldığı mahpus damlarında, mazlum konukların yarasına tuz basar zeytin çekirdekleri. Bir virüsün dünyayı kasıp kavurduğu pandemi günlerinde Kâbe’de bile Cuma namazı kılınamazken, onlar şahittir, samimi, kardeşçe ve dünyevî telaşların hepsinden vâreste namazlara… Zaten Ramazan’da da ülkede cemaatle kılınan tek teravihlere onlar şahit olmamış mıdır? Daha hızlı kıldırıyor diye daha uzaktaki camiye giden tembellerin arsızlığına inat, uzun, upuzun namazlar doldurmuştur daracık koğuşu. Daha uzun tespih namazları aralamıştır belki de bambaşka âlemlere uzanan kapalı kapıları. Bayram namazlarını en kalabalık cemaatle kılmak, bayram neşesinin en az olduğu yere nasip olur ya, bu da kaderin ayrı cilvesi.
Her hücrenin bir çekirdeği var âlemde. Tespihler de “hücre çekirdeksiz olmaz” dercesine yoldaş olurlar mazlumlara. Kimse hakkında zerre kadar kötülük düşünmeyen insanlar tanışır bir duvarın en kötü, insana en yakın ve en gaddar hâliyle. Ensiz, boysuz, arsız, acımasız hücreler… Zeytin çekirdekleri yoldaş olur o an, kimi zaman elinden tutarlar mazlumun, “Geçen her dakika biraz daha yaklaşıyorsun kurtuluşa.” diye fısıldayarak, kimi zaman da tespihi olurlar Tefriciyelerin, İhlasların, Ayete’l-Kürsîlerin ve daha nicelerinin…
Bazen zeytin çekirdeklerinin tıkırtısı tek ses olur hücrede. Bazen de mazlumun dualarının yankısı çarpar sert duvarlara. Duaları inletir daracık mekânı.
Mazlumhanelerin en son misafirleri, Yusuflar medresesinin eski zaman mezunlarının bir çekirdek gerisinde kalmamak için uğraşıyor. Zalimler de tarihin çöplüğündeki meslektaşlarına taş çıkartıyor modern zamanlarda … Zeytin çekirdeklerinin duası ise hâlâ sürüyor, çekirdek kadar adaletin kalmadığı memlekette…