Duygusuz olmak kadar dünyâda lâkin derd yok;
Öyle salgınmış ki mel’un: Kurtulan bir ferd yok!
Kendi sağlam… Hissi ölmüş, rûhu ölmüş milletin!
İşte en korkuncu hüsrânın, helâkin, haybetin!
Ey, ölüm renginde topraktan hayat i’lâ eden,
Bir yığın toprak da olsak, sâde çiğnenmek neden?
Başka tıynetler mi hep şâyân olan ihsânına?
Âh, yükselsem de, bir düşsem senin dâmânına!
Bir nesîm ister kımıldanmak için canlar bugün;
Bir nesîm olsun, İlâhî… Canlanır kanlar bütün.
Nev-bahârın rûhu etsin bir de bizlerden zuhûr…
Yoksa, artık Sûr-i İsrâfîl’e kalmıştır nüşûr!
—
haybet: Meyus olma.
i’lâ eden: Kaldıran.
tıynet: Fıtrat, hilkat.
şâyân: Layık.
dâmân: Etek, uç, kenar.
nesîm: Hafif esen rüzgâr.
nev-bahâr: İlkbahar.
nüşûr: Öldükten sonra dirilme.
Safahat, İstanbul: Sütun Yayınları, 2007, s. 196.