Devlet Terörü

Bir ülkede adalet olmayınca kraliyetler büyük bir soyguncu çetesine dönüşür.”[1] Aziz Augustinus (354–430).

Türkiye’deki bir hapishanede çıkan isyanda çete kurmak ve yönetmekten ceza almış olan hükümlü şöyle bağırıyordu: “Devlet bana adam öldürttü.”[2] Daha sonra konu ile ilgili yazılan yazılarda devlet yetkililerinin bu yapı ile ilgili görüşmeleri medyaya yansıdı. Bu açıklama herkesin bildiği sır idi! Devlet yetkilileri, hukukun işlemediği, anayasanın fiilen ilga edildiği dönemlerde, emirleri altındaki organlar ve paramiliter güçlerle ülkede terör estirirler. Bu durum genellikle otoriter ve diktatoryal rejimlerde ortaya çıkar.

Esasen devlet ile terör hiçbir zaman yan yana gelmeyecek iki kelimedir. Ne var ki devleti yöneten ya da yönetim nöbetini devralan siyasi partiler ve onun sosyal uzantıları, iktidarlarını sürdürmek maksadıyla hukuk dışına çıkarak ellerindeki devlet gücünü muhaliflerini bertaraf etmede kullanırlar. Tarih bunun misalleriyle doludur.

“Devlet terörü”nü, devletin, muhafaza etmekle yükümlü olduğu vatandaşına karşı resmi güvenlik güçleri ya da paramiliter yapılar vasıtasıyla şiddet uygulaması ya da şiddet tehdidi oluşturması şeklinde tarif edebiliriz. Devleti ve organlarını bir terör örgütü gibi yöneten idarecilerin en çok sığındığı zahirî sebep “devletin birliği, bütünlüğü ve istiklalidir.” Böyle kaotik bir ortamda fertlerin ya da sosyal gurupların bir değeri yoktur. Suça bulaşmış idareciler bu suçlarını perdelemek için önce bir topluluğu ya da ırkı terör suçlusu ilan edip onlara karşı mücadele ettiklerini söylerler. Bu hususta onları hedeflerine ulaştıracak her yol mübah hâle gelir! Yargıyı, askeriyeyi ve polis gücünü bu yolda istihdam edip kanunları yok sayarak terörle mücadele bahanesiyle tam bir terör ortamı oluştururlar.

Kolluk kuvvetleri ve yargı gibi organlar, ülkede asayişi sağlamakla vazifeli iken iktidardakiler koltuklarını kaybetmemek için bu güçleri bir çete gibi yönetirler. Halk ise “hikmet-i hükûmet” (Devlet yapıyorsa vardır bir hikmeti!) diyerek sessizlikleriyle bu suçlara ortak olur.

Aristo, zalim idarecilerin tebaalarına terör uygulamasını eleştirmiş, “devlet terörü” kavramının şekillenmesi ve tanımı, Fransız İhtilâli döneminde (1789–1799) gerçekleşmiştir.[3] İhtilâl sonrası yayımlanan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile özellikle ferdî haklar güvence altına alınmış ve birçok evrensel prensip benimsenmiştir. Beraat-i zimmet kabul edilmiş, keyfî emir verenlerin ve bu emri yerine getirenlerin cezalandırılacağı, kanunlarla belirlenmeyen suçlar dışında hiç kimsenin cezalandırılmayacağı tespit edilmiştir.

İhtilâlin sona erdiği ilan edildiğinde, artık Fransa’da ve diğer ülkelerde halkların egemenliği rüzgârının eseceği, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ikliminin oluşacağı bekleniyordu, ancak öyle olmadı. İhtilâl sonrası ülkede tam bir devlet terörü fırtınası esti.

Kardeşlik sloganı ile yola çıkıp özgürlüğü hedefleyen ve bunu eşitlik ilkesiyle yapmaya niyetlenen ihtilâlciler icat ettikleri giyotinle anılır oldular. Tarih, bu devrimcileri bir taraftan sınıf farklılıklarını ortadan kaldırma adına canlarını ortaya koyan mücadeleciler, diğer taraftan devrime karşı çıkan her sınıftan insanı idam eden kişiler olarak kaydetti. İşte Fransız İhtilâli, bu zıtlıklar içinde çalkalanıp durdu, devrimin yerleşmesi adına devlet terörünü meşru gören bir anlayışıyla binlerce masum insan katledildi. Devlet, asayişi sağlayıp temel hak ve özgürlükleri koruma altına alması gerekirken elindeki güç vasıtasıyla ülkede tam bir terör ortamı oluşturdu.

1793–1794 yıllarını kapsayan bu “devlet terörü” döneminde şiddet had safhaya çıktı. Gücü elinde bulunduran Kamu Güvenliği Komitesi tarafından kurulan mahkemelerde, siyasi muhalifler ağır şekilde cezalandırıldı. Hapse atılan 500.000 kişiden, 1.200’ü kadın olmak üzere, yaklaşık 17.000’i giyotinle infaz edildi. 20.000’i ise daha yargılanma imkânı elde edemeden hayatını kaybetti.[4]

“Terör” kelimesi daha çok devlet dışı unsurların, yasa dışı faaliyetlerle güvenliği tehdit eden eylemleri için kullanılmıştır. Buna rağmen dünyanın hemen hemen her bölgesinde devletler tarafından uygulanan terörizmin, devlet dışı aktörlerin uyguladığı terörizmden daha ölümcül ve yıkıcı olduğu görülmektedir. Devletlerin uyguladığı terörizm, sahip oldukları silah, ekipman, istihbarat bilgisi ve personel sayısı bakımından, devlet dışı aktörler ile kıyaslanamayacak seviyededir.[5]

Terör tanımının devlet için değil devleti yönetenler için kullanılması gerektiğini öne sürenler olmuştur. Genel olarak terörizm, fizikî tesirleri yanında daha çok psikolojik etkileri olan bir şiddet biçimidir. Hedefi korku ve kaos ortamı oluşturup hukuku askıya almaktır. Bazen terör yöntemlerinin hem devleti yönetenler hem de devletle savaşan gruplar tarafından kullanıldığı görülmektedir.[6]

Devlet terörünün diğer terör eylemlerine nazaran tespitinin ve kovuşturmasının zor olmasının temel sebeplerinden birisi; devletin, yaptığı terör eylemlerini gizli tutmasıdır. Terör grupları hedeflerine yürürken yaptıkları eylemleri kamuoyunun dikkatini çekmek için kullanırlar. Devlet eliyle gerçekleştirilen terör eylemlerinde böyle bir tanıtım ve “üstlenme” imkânsızdır. Bu eylemlerin devlet organları vasıtasıyla yapılmamasının sebebi de aynı sâiktir. Zira devletler, uluslararası baskı ve meşruiyetlerinin sorgulanacağından endişe ederler.

Devlet terörizminin temel hususiyetleri şu şekilde sıralanabilir:

– Devlet terörizmi sistematiktir.

– Şiddet ve şiddet tehdidi içermektedir.

– Politiktir.

– Devlet temsilcileri ya da devletin kaynakları ile çalışan yandaşlar tarafından uygulanmaktadır.

– Korku oluşturmak hedeflenmektedir.

– Mağdur kitleden daha geniş bir gruba mesaj vermek hedeflenir.

– Söz konusu mağdur kitle, silahlı bir örgütlenme yapısı içinde değildir.

Uygulamada devlet ve devlet dışı aktörlerin aslında aynı stratejileri kullandıkları (kaçırma, infaz, işkence gibi) ve politik bir maksat için harekete geçtikleri görülmektedir. Özünde devlet ve devlet dışı aktörler, terörizmi benzer sebeplerle kullanmaktadır.[7]

Türkiye’de 15 Temmuz sözde darbe girişiminden sonra, ülke içinde 30, ülke dışında ise 100’e yakın insan kaçırıldı. Tutuklulardan ve kaçırılan insanlardan birçoğu insanlık dışı muameleye mârûz kaldı. İşkence altında ve hapishanelerde ölenler oldu. Devlet yetkilileri ya da organları vasıtasıyla işlenen bu suçlar tam anlamıyla bir terör suçudur. Devleti yöneten siyasi klik ve yandaşları, meftun oldukları devlet imkânlarının ellerinden gitmemesi için ülkede terör estirmeye devam ediyorlar. Suça bulaştığı tespit edilen yandaşlar, ivedilikle bir havuz kanalına çıkıp bayrak önünde hamaset sergiliyorlar. Âdeta cürümlerini bayrakla perdeleyip ırkçı söylemlerle halkı uyutuyorlar.

Böyle bir terör ortamında muktedirlerin yaptığı ilk iş, adalet mekanizmasının felce uğratılmasıdır. Devlet terörüne mârûz kalan mazlumların tek çaresi, artık uluslararası kamuoyudur. Ancak maalesef, bu teröre “Dur!” diyecek gür bir ses yükselmemiş ve devletlerin çıkarları, insanlığın üzerinde görülerek devlet terörü ile gerektiği gibi mücadele edilmemiştir. Buna misal olarak, AİHM’nin yapılan başvurularda, “İç hukuk yollarını tüketin.” diyerek meseleyi ötelemesi verilebilir. Aklı başında olanlar biliyor ki Türkiye’de hukukun içi boşaltılmış ve mahkemeler iktidar partisinin bir şubesi gibi çalışır hâle gelmiştir. Ülkede hukuk kalmamıştır ki iç hukuk yolları tüketilmiş olsun.

Sözde darbe bahanesiyle bir milyona yakın insan soruşturma geçirmiş, 100 bine yakın insan zindanlara yollanmıştır. Bu rakamın yarıya yakınının kadın ve çocuklardan oluştuğu düşünülecek olursa ülkede nasıl bir devlet terörü estirildiği daha iyi anlaşılabilir.

Devlet terörünün çaresi, halkların ve mağdurların demokrasi ve hukuk platformlarında bir araya gelerek ortak acıların izalesi için omuz omuza vermeleridir. Toplumun bütün kesimlerinin temsil edildiği bir parlamenter sistemde, ayrımcılığa mârûz kalmadan, kamu yararı için çalışacak insanların ortak gayreti, devlet terörünü sona erdirecektir.

Demokrasiden geriye dönüşün olmadığının şuuruyla, temel hak ve hürriyetlerin garantiye alındığı, hukukun üstünlüğün yaşandığı, insan merkezli bir yönetim anlayışının tesis edilmesi temennilerimizle…

Dipnotlar

[1] St. Augustine, City of God: Concerning the City of God Against the Pagans, Tr. Henry Bettenson, Book IV, Ch. 4., London: Penguin, 1984.

[2] “Devlet bana adam öldürttü”, www.memleket.com.tr/devlet-bana-adam-oldurttu-32308h.htm

[3] “State Terrorism”, en.wikipedia.org/wiki/State_terrorism

[4] Yahya Bağçeci, “İnsan Hakları ve Şiddet İkileminde Fransız İhtilali Eylül Katliamı Örneği”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 13/69, Mart 2020.

  1. 249.

[5] İzzet Koncagül, “Terörizmin Unutulan Yüzü: Devlet Terörizmi”, Savunma Bilimleri Dergisi, Mayıs 2021, s. 39.

[6] Herfried Münkler, “Die Strategie des Terrorismus und die Abwehrmöglichkeiten des demokratischen Rechtsstaats”, Akademievorlesung am 1. Juni 2006.

[7] Koncagül, a.g.e. s. 329.

Bu yazıyı paylaş